Söyleşi: Simber Atay

Söyleşi: Simber Atay* 

Fotoğraf sanatı ülkemizde genellikle geri planda kalmıştır. Ülkemiz için sinema bile yeni keşfedilmiş bir sanattır diyebiliriz. Fotoğrafın önemini de bu aşamada kendisini sanatına adamış, birbirine kilometrelerce uzak iki üniversitede ders veren ve fotoğrafın “çekilemez sadece görülür” olduğunu söyleyen sanatçı Simber Atay’dan öğrenebiliriz diye düşündük ve kendisiyle bir söyleşi gerçekleştirdik.

Fotoğraf ne zamandır hayatınızın merkezinde ve fotoğrafı hayatınızın merkezine almanızın sebebi nedir?

 Ben Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Televizyon Bölümünü bitirdim. Ardından yüksek lisans tezimi fotoğraf tarihi ile ilgili yaptım. Doktora tezimi de sinema eleştirisi üzerine yaptım. Zaman içerisinde fakültede bazı yeni yapılanmalar oldu ve 1993 yılında fotoğraf bölümü kuruldu. Ben daha önceleri zaten fotoğraf tarihi dersleri veriyordum. Bir de master tezim olunca o bölümün başkanlığına geçtim ve uzun süre başkanlık yaptım. Dolayısıyla fotoğrafla orada daha fazla iç içe oldum. Önceden sinemayla uğraşıyordum. Çok genç yaşlardan bu yana fotoğraf çekiyorum, kendime ait ve gruplara dâhil olduğum sergiler var. Şimdi hala fotoğrafa devam ediyorum ve Anadolu Üniversitesi’nde ders veriyorum. Ama fotoğrafın  hayatımın merkezinde olması tesadüfler üzerine gerçekleşti.

Sizi hem İzmir de hem de Eskişehir de fotoğraf dersleri vermeye iten sebepler nelerdir?

 Yine tesadüfler diyebilirim. Ben tesadüflere çok inanırım çünkü fotoğrafın doğasında tesadüflerin olduğuna inanıyorum. Fotoğrafın iyi olması, fotoğrafçının iyi olması bence tesadüftür. İki şehir arasında gidip gelmem bir yandan dramatik bir yandan da hayırlı tesadüflerdir. Burada fotoğraf dersleri veren rahmetli Merter Oral hocamızla beraber master ve doktora tezi çalışması yapma fırsatı buldum. Fakat ani kaybı hepimizi çok üzdü. Neticede ondan bazı arkadaşlarımızı danışmanlıkları kaldı. Bundan iki yıl önce de bana bu danışmanlıkları almam için bir teklif geldi. Ben de Merter hocamızın hatırına derhal kabul ettim. Zaten o arkadaşları da tanıyordum. Sonra baktım ki o  doktora tezlerinin daha sağlıklı yapılabilmesi için daha fazla vakit geçirmemiz gerekiyor. Bu sebeplerle Anadolu Üniversitesi’ne geldim ve bu benim için çok büyük bir sevinçtir. Bence bu iki şehir arasında gidip gelmek bana yolculuk kavramının önemini hatırlatıyor. Yolculuk, bir fotoğrafı görmenin en pratik şeklidir.

Sizce okullar fotoğraf konusuyla yeterince ilgileniyorlar mı yoksa ders vermiş olmak için mi fotoğrafla ilgileniliyor?

 Bir akademisyen olarak ben Anadolu Üniversitesi’ndeki müfredatı çok kaliteli buluyorum. Bu fakültenin fotoğrafçılık konusunda bir geleneğe sahip olduğunu düşünüyorum. Hem akademisyenlerin yetişmesi açısından hem ders programlarının sürdürülmesi açısından hem de öğrencilerin kalitesi açısından çok başarılı buluyorum. Ben burada hem belgesel fotoğrafçılık hem de fotoğraf proje uygulama derslerini veriyorum ve durumdan son derece memnunum.    Bu dersler seçmeli olmasına rağmen arkadaşlarımız bu dersi seçiyor. Bu nedenle ben Anadolu Üniversitesi’nin sonsuz samimiyetine inanıyorum. Ayrıca 9 Eylül Üniversitesi güzel sanatlar fakültesi fotoğraf bölümü’nde de birçok derse giriyorum. Genel olarak gördüğüm küresel dünya üzerinde yeni gelişmeler karşısında yeni akademik konjonktürlere göre yeniden yapılanması gerektiğini düşünüyorum. Bu yapılanmayı Anadolu üniversitesi’nin başarmış olduğunu görüyorum. Tabi yeni şeyler yapılabilir ancak güzel sanatlar fakültesi bünyesindeki fotoğrafçılığın ciddi büyük değişikliklere ihtiyacı var.

Türkiye’de İstanbul, Ankara ve İzmir gibi 3 büyük şehir dışında fotoğrafa ilgiyi en çok Eskişehir’de görebiliyoruz. Bu görüşümüze katılıyor  musunuz?

Katılıyorum ancak bir gözlemimi aktarmak istiyorum. Bence bu üç şehri de ayırmamız gerekiyor. Bu çerçevede bakıldığında saydığınız şehirler dışındaki şehirlerde de fotoğraf sergilerinin açıldığını biliyorum. Bu şehirlerde ne zaman sergi açılsa ilgiye karşılandığına da çok şahit oldum. Fakat sorun sergi açmak değil çünkü bu sergi enflasyonundan da kaynaklanabilir. Fotoğraf ne kadar katkı sağladığı tartışılmalıdır.

Fotoğraf sanatı deyince insanların aklına ülkemizde bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az insan geliyor. Bunun sebebi nedir?

 Burada benim aklıma şu geliyor: Globalleşmenin çok ciddiye alınması gereken bir sorun olduğunu düşünüyorum. Sadece siyasal bağlamda veya kültürel bağlamda tartışmayı değil bireysel anlamda da tartışmayı düşünmeliyiz. Yani bizim bu dünyadaki yerimize nedir, katılımımız nedir kavramlarını  düşünmeliyiz. Türkiye’de zamanla büyük değişim geçiriyor. Hiçbir kategoriye uzun süre güvenmemek gerekiyor. Bu sebeple bazı şeylere hazırlıklı olunması gerekiyor. Bu hazırlıkların bir bölümü sağanmış durumda. Örneğin Erasmus programı gibi programları uygulayabilmemiz gerekiyor. Dil konusundaki problemimizi çözmemiz gerekiyor. Yani sadece okul bitirmeyi değil acaba  okulu iki dil bitirerek mi mezun olsak düşüncesi hâkim olmalıdır. Dolayısıyla birinci hikâye kültürel olarak hazırlık olabilmek, ikincisi de bu şeyi incelemiş olmak. Herkes iyi fotoğraf çekebilir ama standartlar birbirinden farklıdır.

 Fotoğraftaki teknolojinin gelişmesi bu sanata olumlu mu olumsuz mu katkı yapıyor?

 Fotoğrafçılıkta şöyle bir kural vardır. Her yeni teknolojik olanak, yeni bir  estettik alan anlamına gelir. Dolayısıyla hem fotoğrafçıların ifade gücünde olumlu gelişmelere neden olur. Ayrıca bu tür gelişmelerin fotoğrafçılar için otantik bir zorluk olacağını düşünüyorum. Bir de başka açı da fotojournalistler de büyük fotoğrafçı olabiliyor. Bu gelişmeler de günümüzde bu tür kategoriler de fotoğrafçılık açısından önem arz ediyor.

Fotoğrafçı olmak için eğitim almak gerekir mi?

Sanmıyorum. Bakıldığı zaman çok önemli fotoğrafçılara hem de önemli entelektüellere birçok didakt kişiler var. Bence üniversite eğitimi sadece bir vesile olabilir diğer eğitim yapılanmaları gibi. İyi değerlendirilirse tabi. Bizim kültürümüzde mektepli-alaylı ayrımı vardır. Bizim çok değerli olan bir esprimizi popülist kültürün elçileri yanlış yorumlamaktadırlar. Sırf mektepli olmayı küçümsemek adına. Gayet tabi üniversite mezunu olmak önemli bir fırsat ama şansları araştırmak gerekiyor.

Fotoğrafın ülkemizde bu kadar arka planda kalan bir sanat olması toplumumuzun yaşam standartları ve eğitim seviyesiyle ilişkili midir?

Pek göz önünde değil ama yurtdışında faaliyet gösteren birçok değerli reklâm fotoğrafçısı ve fotojournalist var ve bunların hepsi Türk’tür. Galiba fotoğrafçılık bir kapasite sorunu. Bunu da kapitalist yapının işleyişi açısında düşünmek gerekir. Dolayısıyla bu bir iş hacmi meselesidir. İş hacmi yeterli olmayabilir. Örnek vermek gerekirse İzmir’in İstanbul’a oranla iş hacmi gelişmemişse İzmir’de reklam fotoğrafçısı olmayabilir. Ancak münferit firmalar biraz büyüyünce hemen İstanbul’a giderler. İşte bunun gibi konjonktüre bakıldığında Türkiye’nin diğer ülkelere kıyasla aynı problemi yaşadığını söyleyebiliriz. Globalliği gerçekten değerlendirebilirsek sanıyorum bu problemi çözebileceğiz.

Son olarak ülkemizde sanatçıya verilen önem hakkında ne düşünüyorsunuz? Kültür Bakanı olsaydınız neler yapardınız?

Kültür bakanı olsaydım galiba bürokratik sorunlardan başlardım ama kültür bakanı olamazdım. Çünkü belli bir ideolojik tanımlama gerekirdi kendi düşüncelerim için. Bunları belirlemek de benim işime gelmez dolayısıyla benim bir aidiyetim yok. Bu sebeple benden kültür bakanı olmaz. Bir de müessesine bir tek yerde inanıyorum. Bir tek kültür bakanı tanıyorum o da Andre Marlo. Ülkemizde sanat zamanında çok onore edildi ama çok temel ifade problemleri çözemedik sanıyorum. Çok gündelik siyasi ve kültürel problemleri çözemeyince sanat gibi istisnai bir alanda düşünmeye başlamak olmuyor herhalde ki düşüp kalkıyoruz.

Gökhan Baykal, Osman Bahar

*https://issuu.com/azizm/docs/edergisubat2008

Bunu paylaş: