Sonun Sonsuzluğu – Sera Uzel

Özgeçmiş

1958 yılında Sivas’ta doğdu. Ressam olan babası, onu küçük yaşlarda resim sanatı ile buluşturdu. İlk resmi “Tren İstasyonu” çalışmasını dört yaşında yaptı. Eğitim yılları süresince resim sanatına daha fazla yakın oldu. 1984 yılında katıldığı Vakko Resim Yarışması’nda başarı kazandı. Ankara’da ilk duvar resmini 1987 yılında gerçekleştirdi. 1999′da Ankara The British Council Art Gallery’de üç ayrı resim çalışmasını izleyici ve basının katılımıyla doğaçlama olarak gerçekleştirdi.  Çırağan Palace Sanat Galerisi – İstanbul, Schneidertempel Sanat Merkezi – İstanbul, Gazi Ahmet Muhtar Paşa Konağı- Kars,  Bilkent Üniversitesi, Güzel Sanatlar, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi – Ankara’da kişisel sergiler açtı ve sanatsal çalışmalara katıldı.

***

Kaunos Kralı’nın yattığı tepelerden bir kuş ötüyor, kral belki de bize birşeyler söylemeli… belki Tanrılar Üçlüsü; Hattuşili, Pudehepa, IV.Tuthaliya’ya uzanırız, sonra İlluyanka ile yer, içer ve onu sarhoş ederiz.

Ben, Memet oğlu Sera Uzel,  Anadolu’nun gizem haresi ile çevrili her yanı sırlarla kaplı topraklarında,  5 Ağustos 1958 yılında doğdum. Çocukluk yıllarımda babam ressam – Memet sayesinde resim sanatı ile tanıştım. İlk resmim “tren istasyonu” çalışmasını yaptım.  Henüz 4 yaşındaydım; “Bu çocuk resmi, neden bilinmez, her şeye tepeden bakılarak yapılmıştır”. Karda oynadım, kızak kaydım, büyüdüm, büyüdüm, büyüdüm…

Gözlerimi kapayıp siyah beyaz suretlere baktım, Tanrı ile konuştum, sanatı sevdim resimler yaptım. İstanbul’dan Kars’a kadar bir çok sergiler açtım. Artık belki de bir ressamım ben…

Hakkında

Sera Uzel’in bakışı zorlayıcı, varoluşa ve kökene ilişkin çağrışımlar uyandıran, kutsala göndermelerle bezenmişe benzeyen ve yer yer ikonografik suretleri anımsatan yüzlerden oluşan resimleri, gündelik varoluşun perdelediği, uzağında kaldığımız metafizik bir varoluşun -dilin sınırları içine çekilemediği için resmedilen- hikâyesini gözler önüne seriyor. Çoğunlukla tek başına ya da çiftler halinde uykuya dalmışçasına duran gözleri kapanmış suretlerin yüzeyinde, görülen huzur dolu bir rüyanın ya da hayalin aydınlık ve dingin ifadesi dolanıyor.

Uykuda ve sanki sürgünde oldukları bu dünyadan uzaklaşmak istermişçesine duran ikonografik suretler yabancısı oldukları dünyanın ve koşulların dayatmalarına gözlerini kapayarak ait oldukları özün rüyasına dalıyorlar. Yersiz yurtsuz olmanın, kökenden kopmuş olmanın yarattığı yabancılık, dalınan rüyanın aracılığıyla biraz olsun dindirilmeye çalışılıyor. Bu bağlamda Uzel’in resimlerinin ana odağında bir tür ayrılışın, terk edilişin, bırakılışın, kopuşun olduğunu ve bu kopuş ekseninde kutsal ile dünyevi arasında gidip gelen bir gerilimin kendini hissettirdiğini söylemek olanaklı gibi görünüyor.

Donuklaşan, belirsizleşen, belirsizleştikçe kararan ama kendi koşulları uyarınca sahte ışıklara da sahip bungun bir dünyaya saplanıp kalmış varoluşun, ışığı –ya da çemberlerin simgelediği türden bir- mükemmelliği- arayan, aydınlığa uzanmanın özlemiyle yanan dingin yüzlü figürleri ve bu figürlerin bazen bir mum eşliğinde bazen de adı unutulmuş kadim bir enstrüman aracılığıyla yeryüzünün gündelik uğultusunda boğulup da artık duyul(a)maz olanı duymak için çabalamalarının serüveni söz konusu olan. Uzel, yeryüzünde sürgün olan yabancının dününe, bugününe, geleceğine yayılan hakiki özlemin arzusuyla örülü bu hüzünlü insanlık hikâyesini, imgelerin serbest çağrışımlara izin veren rengârenk diliyle kutsal bir yakarıya dönüştürerek ve bu yakarışı unutulan, uzaklarda kalan yitik kökenin silinmeye yüz tutmuş kutsal izleri olarak yorumlanabilecek olan ikonografik suretleri şeklinde tuvale resmederek bizi bir tür sahici anımsamaya ve böyle bir anımsamanın tanıklığına davet ediyor.

Emrah Akdeniz (Ankara Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü)

http://serauzel.com/

Bunu paylaş: