Azizm Sanat E-Dergi’nin 137. Sayısı “Aydın Kimdir/Nedir?” Dosyasıyla Yayında

Azizm Sanat Örgütü’nün aylık yayını Azizm Sanat E-Dergi’nin, “Aydın Kimdir/Nedir?” sorusuna yanıt arayan, Mayıs 2019 tarihli 137. sayısı yayında. Manifestosunun yazılışının ve kuruluşunun 12. yıl dönümünü kapsamlı bir dosya ile kutlayan Azizm Sanat’ın yeni yayınında, felsefeci Sadık Usta ve edebiyatçı Adnan Binyazar makaleleri, karikatürist Mustafa Bilgin ise çizgileriyle yer alırken, değerli aydın Mecit Ünal ile gerçekleştirilen söyleşi dikkat çekiyor. Film eleştiri ve özgün edebi metinlerle zenginleşen dosya hakkında eleştiri, görüş ve katkılarınızı bekliyoruz;

İçindekiler

Editörden s. 4

Aslında ‘Aydın’ Kime Denir? – Sadık Usta s. 10

Aydınımız Bilinçli Mi? – Adnan Binyazar s. 19

Söyleşi: Mecit Ünal s. 25

Aydın Bilerek Yanandır – Mustafa Bilgin s. 32

Platon’u ‘Aydın’ Olarak Görebilir Miyiz? – Sadık Usta s. 33

‘Gönül Yarası’nın Nazımı ve Aydın İdealizminin Çıkmazı – Onur Keşaplı s.44

Zeki Demirkubuz’un ‘Yeraltı’ Uyarlamasına Sosyolojik Bir Yaklaşım – Orçun Üzüm s. 56

Aydın İnsanın Aydınsızlığı: ‘At’ – Deniz Eren s. 69

Aydınısı Tını – Ziza Rumas s. 74

Aydın – Nilgün Zülfü Işık s. 79

Ötelenmiş Acılar – İsmet Şengül s. 81

***

Editörden

Gündelik hayatta, hemen herkesin vakıfmışçasına başvurduğu ve işitildiği anda söz konusu iletişim biçiminde ağırlığını hissettiren sözcüklerin, aslında nesnel bir kabule sahip olmadıklarını fark etmek kullandığınız dilden, ortaya koymaya çalıştığınız düşünceden başlayarak pek çok başlıkta ezberinizi bozabilmektedir. Kavramsal bir haleye sahip olup, ne şekilde kavramsallaştığı ve dahası ne anlama geldiğinden muaf halde bir dokunulmazlığa kavuşmuş “aydın” sözcüğü bu durumu fazlasıyla karşılamaktadır. Aydın kimdir/nedir? Bu temel sorulara yönelik pek çok farklı çıkarımı içeren dosyamızın, bu soruları gönül rahatlığıyla yanıtlayan bir cevap taşımadığını, bir sürpriz bozan edasıyla belirtmek durumundayız. Böylesine öznelleşmiş bir kavram/sözcüğe nesnel bir açıklama getirme iddiası bizi ve belki de giderek herkesi aşacak bir noktaya ulaşmış durumdadır. Zira yorum farkları, günden güne daha fazlasına dair ayrımlara işaret etmektedir. Bu dosya konusunu somutlaştıran okur talebimizin, Fazıl Say ile ilgili oluşu boşuna değildir. Say bir aydın mıdır? Say’ın aydınlığını sanatıyla temellendirenlere göre Say, iktidar ile temasına rağmen aydın vasfını korumaktadır. Diğer tarafta ise Say’ın aydın olmasını, Say’ın iktidara muhalifliğiyle beraber kabul edenler için Say artık aydın değildir. Peki, mesela bu kadar basit mi, gri tonları, başkalaşmış katmanları barındıramaz mı? Bir diğer sıcak örnek, yaşamı boyunca hiçbir zaman aydın sıfatıyla nitelendirilmemiş olan Kıraç’ın yabancı dilde eğitime karşı koyduğu tepkiyle yaşandı. Kıraç’ın bir aydın olmayışı, ona yönelik tepkilerin büyük bölümünün alaycı bir karşıtlıkla örülmesine neden oldu. Hâlbuki Kıraç, başta 68 Kuşağı olmak üzere pek çok devrimcinin yıllar yılı savunduğu bir düşünceyi, onlar kadar çarpıcı olmasa da dile getiriyordu. Görünen odur ki, aydın olmanın belirli bir dokunulmazlığı var, keza aydın olmamanın da her ne dile getirirseniz getirin, o düşünceyi savunanlar tarafından bile pekâlâ dokunulabilirliği. Bu bir veri olmasaydı, Say’ın zamanında ABD’nin Afganistan işgalini savunan yazısı nedeniyle birilerinin ona sonradan biçtiği aydın rolünü hiç alamaması beklenirdi, öyle olmadı. Aydın tartışmasındaki en büyük talihsizliğimiz, mutlak bir sermayecilik, gericilik ve şovenist popülizmin hükmünde yaşamaya çalışır halde oluşumuzdur. Muhalif olmanın fikren çok kolay ancak madden güç olduğu bu dönemde, iktidar karşıtı en ufak söylem geliştiren kişilere sarılmak, cumhuriyet tarihinde ilk defa bir seçim yenilgisini bile kabul etmeyecek kadar tiranlaşmış bir rejim hakikati göz önüne alındığında haksız bir davranış olarak yorumlanamayabilir. Fakat Say örneğinde olduğu gibi kendi içinde tutarsızlık ve yanılgı/yenilgi de taşıyabilmektedir. Yakın dönemde pek çok sözde muhalifin saf değiştirmesine tanık olmak, aydının muhaliflik ile ölçülemeyeceği gerçeğini bir kez daha vurgulamıştır. Mutlak despotluğun altında mücadele verme konusunda sıklıkla anılan 1930’lar Almanya’sında durum tespiti yapan, aydınlığını bugün tartışmadığımız devrimci sanatçı Beltolt Brecht’in, 1935 yılında kelem aldığı “Doğruları Yazmak” başlıklı yazısında, bir bakıma “aydın kimdir ve neyi, nasıl yapmalıdır” sorularına yanıt olarak okunabilecek açıklamaları önemlidir;

Bugün yalanla ve cehaletle savaşıp doğruları yazmak isteyen herkesin üstesinden gelmesi gereken en az beş güçlük var. Bir kere bu kişinin, her yerde engel olunan hakikati yazmaya cesareti olacak; ikincisi, her yerde üstü örtülen doğruları keşfetmeye merakı olacak; hakikati bir silaha çevirme becerisi olacak; o hakikatin kimin elinde etkili olacağına karar verme yetisi olacak; son olarak da hakikati o insanlar arasında yayacak zekâya sahip olacak.

Görüldüğü üzere, Türkiye’de son yıllarda muhalif olarak öne çıkartılan pek çok figürün, aslında birer tiplemeden ibaret olup Brecht’in beş basamak sınavını geçemeyecekleri ve hâlihazırda geçemedikleri aşikârdır. Aydının muhaliflikle eşleştirmeler neticesinde pek çok sanatçımızın sanatsal üretimler yerine kürsülerde konuşan, sosyal medyada sloganlar atan yeniyetmelere dönüştükleri görülmektedir. Ünlü, özellikle de muhalif gibi davranan ünlü seviciliğimizin, gündeme dair her konuda mutlaka süratle fikir bildirme merakının yıkıcılığıyla, aydınlarının büyük bölümünü en hafif tabirle, popülizme kaptırmış bir ülkede devinmekteyiz. Hal böyle olunca, meselenin özüne inmek ve aydının kim ve ne olduğuna yanıt aramak bir lüks olmaktan ziyade mecburiyete dönüşmektedir.

Aydın, pek çok tanımda karşılaşıldığı üzere halkı aydınlatma ve topluma yol gösterme ödevini taşıyan kişidir. Bu kişinin muhalif oluşu, dünyanın geldiği noktada mecburiyet gibi gözükebilir ancak öncelikli bir ayrıntı olup olmadığı tartışmalıdır. Bir an için, peşinde koşmamız gerektiği halde yitirdiğimiz ütopyaların gerçekleştiği ve sömürüsüz bir toplum inşasının karşımızda olduğunu öngörelim; böyle bir anda aydınlar tarihsel görevlerini ve ödevlerini tamamlayıp hiçliğe mi yürümelidirler? Aydının görevi güncel politik gelgitleri kapsamakla beraber bunun çok ötesinde olmalıdır. Aydın, muhalif olma kıstasını aşmış, kendisini şimdiki zamanla kısıtlamadan geçmişe, geleceğe yönelik tahlillerde bulunması gereken, sorulamayan soruları soran, varılamayan varsayımların var olma ihtimalleri üzerine düşünen, gelişkinliği iki kulak arasında yer etmiş organizmanın sınırlarını zorlayacak şekilde türümüzü geliştirebilmesi beklenen öncü, avangart ve muhtemelen yalnız karakterdir. Muhtemelin ötesinde mutlak olansa, aydının üretme zorunluluğudur. Üretmeyen aydın artık aydın değildir. Ürettikleri üzerinden kazandığı krediler ile çoğulculaşma peşinde düşen aydın, tutuculaşma tehlikesi de barındırmaktadır. Aydın, sanatı, emeği, fikri hangi disiplinde üretmesine imkân tanıyorsa o disiplinde üretmeli ve çağın kimi zaman olumlu vebası olan disiplinlerarasılılıkta gezginleşmelidir. Aydın, günümüz teknolojisini, irili ufaklı kümelerin gözdesi olmak yerine her yere sirayet edebilme gayesiyle araçsallaştırarak, kuşkuya sebep olabilecek ve kendisinin takılmış olması beklenen soru işaretinin çengeline, etkileşime girdiği herkesi takmayı yukarıdaki ödevleri gibi görev bellemiş kişi olmalıdır. Aydın eleştirelliği kadar özeleştirelliği hem kendisine hem mensup olduğu yapılara ve en önemlisi kendi inandığı doğrulara yöneltebilendir. Aydın, Camille Paglia gibi, feminizmin bile şovenleştirilebildiği bir gösteri/simülasyon toplumunda, aydın bir feminist olarak, kadının ellerine bırakılmış bir medeniyetin tarihsel ilerlemeyi muhtemelen gerçekleştiremeyeceğini söyleyerek hem tarihsel ilerleme öbeğini, hem medeniyet kavramını hem de anaerkilliği, geçmişe ve pekala geleceğe yönelik tartışılabilir kılarak tutuculuğu her ne pahasına olursa olsun reddedebilmeyi göze alabilendir. Aydın, inanma ihtiyacının doğal bir durum olduğunu kabul etmesine rağmen kültürel durumun olasılıkları ile inanma refleksinin karşına dikilerek, gerekirse tarihi ve özünü yeniden yorumlamaya ve yazmaya koyulabilecek Don Kişot’tur. Fazlasıyla idealize edilmiş ve romantikleştirilmiş süsü verebilecek aydın tariflerinin tarihte ve şimdide mevcut oluşu, yarına, her halükarda umutla bakmamızı sağlamaktadır.

Manifestomuzun yazılışının ve kuruluşumuzun 12. yılını kutladığımız bu sayıda, “Sanat Aydınlanma İçindir” söylemimizdeki aydınlanma vurgusunun neye tekabül ettiğini açmak, aydın sözcüğüne yönelik söylemlerimizi ifade etme noktasındaki girizgâhı destekleyici görev görecektir. Fransız ve Alman filozofların felsefi ve devrimci katmanlarla öncülediği Aydınlanma düşüncesini, insanlığın zirvelerinden biri olarak yorumlayıp benimser oluşumuzun yanında, bu düşüncenin tetiklediği Fransız, Rus ve Türk devrimlerinin aydınlatıcılıklarını da sahipleniyoruz. Fakat bizlerin aydınlanmacı tavrı, kitlesel dönüşümlerin yanına, bireyin – bireyci tehlikesini taşımak pahasına – aydınlanmasını da içermektedir. Bireyin, henüz toplumsallaşmamış ve belki de hiçbir zaman toplumsallaşmayacak ve dahası toplumsallaşmaması gerekebilecek aydınlanmasını gerçekleştirebilecek yegâne unsurun sanat müdahalesi olduğunu düşünüyoruz. Sanatın, yaratıcısından ve yapıtsal sınırlarından bağımsız olarak, alımlayıcısını veya izleyicisini, içinde bulunduğu zaman, mekân ve duygu durumu göz önüne alındığında, dördüncü boyuta uzanacak şekilde etkileyebilir olduğu gerçeği ile aydınlanmanın, geniş zamanlı biricik vasıtasıdır. Bu tarif, sanat yapının okumaya maruz kalmaksızın bir anlam ifade etmeyebileceği yanılsaması doğurabilir ancak tam da bu sebeple, sanat yapıtının her şeyden bağımsız ve bütünlüklü bir öze sahip oluşu, sanata özerk bir konum kazandırmaktadır. O konum ki, okumalardan bağımsız sahip olduğu öz ile okumaları herhangi bir aydınlanma için mecburi kılmaktadır. Önceki yüzyılda çoğaltıcı, içinde bulunduğumuz yüzyılda ise çürütücü dönüşümlere rağmen sanat yapıtının biricikliğini korumayı başarmasının altında yatan neden de budur.

Aydın kimdir/nedir sorusunda ne ve kim olduğu kadar – hatta belki daha çok – ne ve kim olmadığını üzerine odaklandığımız Azizm Sanat E-Dergi’nin 137. sayısı, ülkemizin nadide aydın ve felsefecilerinden Sadık Usta’nın, aynı soruları sorup yanıtlar aradığı ve tutuculuğun olası tüm sürümlerine karşı konumlandığı makalelere yer veriyor. Kapsayıcı bir aydın çözümlemesinin yanında, Platon özelinde aydını sorgulayan çalışmalar, aydının öncelikli özelliği olan üreticiliği bir an olsun bırakmayan çınarımız Adnan Binyazar’ın Moliere üzerinden getirdiği aydın yaklaşımıyla katmanlanıyor. Usta karikatürist Mustafa Bilgin’in, Nazım Hikmet’in dizelerini çağrıştıracak aydın çizimi, incelikli bir meydan okuma olarak aydın bilinci taşıma iddiasındakilere bir çağrı niteliğinde. Dosyamız kapsamında sorular yönelttiğimiz Mecit Ünal ise gericilikle müdahalesini defalarca somutlaştırmış olmasına rağmen, kuşağı ve benzerlerinin pek çoğunda görmeye alıştığımız yeterlilik payesinin albenisine kapılmadan, üretmeyi ve üretirken tiranların farklı sürümlerinin huzurunu kaçırmayı sürdürerek aydın bilincini içselleştirmiş bir aydınımız olarak güçlü bir söyleşi ortaya koyuyor. Aydını derleyen ve yer yer darmadağın eden öykü ve pasajlarının yanı sıra, sinema yazılarımızda benzer bir işlev görecek şekilde kavram/sözcüğü sorgulayan, Yavuz Turgul’un yönettiği Gönül Yarası, Zeki Demirkubuz’un yönettiği Yeraltı ile Ali Özgentürk’ün yönettiği At filmlerine dair eleştiriler sayfalarımızda.

Aydın nüfus ve nüfuzunu artırabilmek adına, aydınlanmacı tavrın tüm dokularını içselleştirerek, sanatla kalın dostlar…

Azizm’in Notu: Azizm Sanat E-Dergi’nin Haziran 2019 tarihli 138. sayısı için dilediğiniz konuda makale, öykü, şiir, deneme, eleştiri, karikatür, video, resim ve fotoğrafı 2 Haziran tarihine kadar azizm.sanat@gmail.com adresinden yayın kurulumuza iletebilirsiniz.

***

Görsel: Güneş Sistemi Modeli Üzerine Eğitim Veren Filozof (1766) – Joseph Wright of Derby

Bunu paylaş: