Allah, Allah… May ve Taylor “Bohemian Rhapsody”i Nasıl Beğenmiş Acaba? – Özgür Keşaplı Didrickson

Freddie Mercury‘in ölümünün üzerinden 25 yıldan fazla geçti ama halâ dünyanın her köşesinde, en tahmin edilmedik yerlerde bile Queen çalabiliyor (6 yıl yaşadığım Alaska’dan da biliyorum). Mercury’nin ne denli sevildiği, ondan bir Tanrı olarak söz edildiği, kesinlikle bir derlemede toplanması gereken çok hoş, özgün Youtube yorumlarından da anlaşılıyor.

Queen’in, özellikle Mercury’nin dünyanın her yerinden, her yaştan insan tarafından çok sevilmesi çok ilginç, olağanüstü bir durum aslında. Bohemian Rhapsody filmi en çok bu açıdan heyecanlandırmıştı beni. Star Wars filmlerine de benzetilebilir belki; kolektif bir heyecanın parçası olduğumu bilmek hoşuma gitmişti. Ne yazık ki heyecanım bununla sınırlı kaldı. Bir parça düş kırıklığına uğrayabileceğimi tahmin ediyordum ama böylesine kötü bir film ile karşılaşacağımı düşünmemiştim.

Bohemian Rhapsody (BR) bir belgesel değil, bir film ama Brian May ve Roger Taylor‘ın onayından geçmiş bir film. Bu nedenle fragmanında Mercury’nin öyküsünü anlattığını iddia eden ama bunu saygısızlığa varan bir şekilde başaramayan BR’yi “yalnızca bir film” diyerek ciddiye almamam mümkün değil.

BR, korkunç bir senaryoya, kötü oyunculuğa sahip omurgasız bir film. Fiziksel benzerlikler oyunculukla desteklenseydi filmi biraz seyirlik kılabilirdi ama kimse canlandırdığı karakterin içine girememiş. Özellikle John Deacon‘u canlandıran Joseph Mazzello ve büyük ölçüde Rami Malek canlandırdıkları karakterleri kendilerini kasa kasa taklit etmiş gibiler. Başını, omuzunu Freddie gibi hareket ettirmeye çalışırken “oldu mu acaba?” diyor sanki Malek.  Sahnede çok seri hareket eden Mercury’e ne kadar yetişmeye çalışsa da “oldu mu acaba? Oldu bence” duraksamaları nedeniyle yavaş kalmış. Bir de ses konusu var. Örneğin Gwilym Lee‘in sesi dublajmış kadar benzemiş May’e ama Malek, Mercury’nin karakterini yansıtan canlı, nükteli konuşmasını taklit etmeye bile çalışmamış sanki.  Ağır, sıkıcı sesiyle kaç kere “darling” demesi de fayda etmemiş. Burada not düşmeli; Malek film boyunca çalan hiç bir şarkıyı da tek başına seslendirmemiş. Queen coverlarından tanıdığım Marc Martel‘in, Mercury’in ve Marek’in üstüste bindirilmiş sesi kullanılmış.

Malek’in ya da herhangi birinin Mercury’i birebir ekrana taşımasını beklemiyordum. Sorun tam da buydu belki de. Mercury’e benzeme çabası buradan çok uzaklara savrulmayla sonuçlanmış. Filmi benimle izleyen eşim sonuç olarak Malek’in Mercury’nin çoşkunluğunu, enerjisini taşımadığını söyledi. Yaklaşık 10 yıllık bir süreç sonucunda doğan filmin başrol oyuncusu Sacha Baron Cohen bir süre sonra filmi bırakmış, yönetmeni Bryan Singer ise filmin büyük bölümü tamamlandıktan sonra kovulmuş. Mercury’nin gençlik yıllarını canlandırırken Malek bir ışık vermiş aslında. Sahnede yer alan herkes açısından nedense bana Harry Potter filmi izliyormuşum hissi veren “We will rock you” bölümü dışında (HP filmleri oyunculuk açısından başarısız değildi ama o tuhaf sahneyi en iyi böyle tarif edebiliyorum) Lee’nin oyunculuğu da diğerlerine göre daha iyiydi bence. Belki böyle sorunlar yaşanmasaydı, oyunculukların üzerine biraz daha gidilebilseydi gerçeklerden bağımsız bir film olarak daha iyi bir iş ortaya çıkabilirdi.

Ele almaya çalıştığı hiç bir konuya odaklanmayan filmin akışını ise hızlı ve telaşlı buldum. Queen üyelerine fiziksel olarak oldukça benzeyen oyuncularla, gerçeğe sadık kostümlerle yeniden canlandırılan bir konser anı her şeye rağmen sizi filmin içine sokmaya başlarken bir anda bakıyorsunuz “hani şu kırmızı pantolonlu video var ya, onu yapacağız az sonra” telaşı başlıyor.

Mercury’i bir sanatçı ve bir insan olarak ekrana taşımadaki başarısızlık ve saygısızlık ise en başta senaryoyla ilgili elbette. Filmde Queen’in, Mercury’nin yaşamından kesitlerin gerçekle birebir örtüşmesini bekleyemeyiz ancak değişikliklerin hemen hepsi, müzik tarihinin bu görkemli grubunun öyküsünü sıradanlaştırmış, sığlaştırmış; Mercury’nin eşcinselliğinin, göçmen oluşunun; genel anlamda karakterinin affedilmesi güç bir saygısızlıkla işlenmesine neden olmuş. Projenin sonlarına doğru kovulmuş da olsa Bryan Singer’in çektiği bir film bu. Samimi bir çabayla kötü bir film çekilebilir ancak başarısızlığın da bir ölçüsü olsa gerek. Bu nedenle BR’de Mercury’nin öyküsüne bilinçli müdahale edildiğini düşünmeden edemiyor insan.

Hiç tanışmadığımız kimselerin nasıl bir insan olduklarını uzaktan kestirmek mümkün değil bir bakıma ama duygular aracılığıyla üreten, iletişim kuran sanatçılar söz konusu olduğunda o etkileşim nedeniyle ister istemez bir izlenim ediniyoruz. Şarkı sözleri, sahnedeki ve söyleşilerdeki beden dili, Mercury hakkında çok şey anlatıyor bence. En başta sahici bir insan olduğuna dair ipuçları veriyor. Mercury’nin, genel olarak Queen’in şarkılarında en çok yer alan sözcüklerin başında “sevgi”nin gelmesi şaşırtmaz beni. Yoksulluk, açlık ve her açıdan yaşamda kalma savaşından söz edilmesi de.

Mercury’nin iyi bir insan olduğunu düşünüyorum. Şahit oldukları haksızlıklara isyan edenleri “olay çıkaran huysuzlar” olarak görüyoruz nerdeyse, ses çıkarmanın bedeli oluyor, oysa asıl haksızlık yapanlara, kötülüğe elinden geldiğince haddini bildirenlerdir iyi insan olanlar. Filmde işlenmemiş ama çok bilinen bir hikâyedir; Queen, BR’nin de yer aldığı “A Night at the Opera” albümünü maddi borç içindeyken yapmış. Mercury, “A Night at the Opera” albümündeki “Death on Two Legs” şarkısında onları dolandıran menajerlerini, hak ettiği küfürü de eksik etmeden “Kanımı sülük gibi emdin. Benden sonra yerime koyacak yeni bir oyuncak buldun mu?” gibi sözlerle anlatır.

Yakınları ise söyleşilerinde onun ne kadar kibar ve cömert olduğundan söz eder. Verdiği partilere arkadaşlarını başka şehirlerden helikopterle aldırırmış. Montserrat Caballe ile çalışırken kontrol odasını çiçeklerle donatmış, tuvaleti yeniden dekore ettirmiş.

Söyleşileri sırasında lafı dolandırmadan, sıcak ve esprili konuşması, alçakgönüllülüğü (şarkılarının kullanılıp, atılabilir olduğunu dahi söylemiş),  kendiyle dalga geçebilmesi yukarıda söz ettiğim gibi haksızlıklar, saygısızlıklar karşısında sahici bir iyi insan tutumu alması, çok sevilmesiyle birlikte düşünüldüğünde toplum ahlâkı açısından umut verici gelir bana.

Seyircilerine “merhaba güzellerim/ hello my beauties” diye seslenen bu güzel adamın ailesiyle ilişkisi de çok etkilemiştir beni. Eşcinsel olduğunu açıkca dile getirmeyişinin nedeninin ailesini korumak olduğu görüşüne inananlardanım. Bilindiği gibi ailesi aslen Azeri ve Fars kökenli olan Freddie Mercury (asıl adıyla Farrokh Bulsara), şimdi Tanzanya’ya bağlı olan Zanzibar adasında dünyaya gelmiş ancak ben bu tutumun yalnızca ailesinin İngiliz toplumuna göre daha muhafazakâr olmalarıyla ilgisi olmadığını düşünüyorum. Günümüzde, “uygar batı”da bile eşcinseller halâ büyük baskılar altında yaşıyor, hatta öldürülüyor. Böylesine ünlü biri o günün koşullarında ailesini bu ateşten korumak istemiş olması mantıklı geliyor bana.

Ailesine büyük sevgi ve saygıyla bağlı olduğuna şüphem olmadığı için babasıyla diyaloglarını içeren sahneler filmle ilgili beni en çok rahatsız eden, öfkelendiren yerler oldu. Mercury Hindistan’da yatılı okula gittiği sırada Freddie ismini almış. Sonra soyadını da değiştirmesi ailesini düş kırıklığına uğratmış olabilir. Hepimiz gibi asi gençlik yıllarında annesiyle, babasıyla gerilmiş olabilir ama ailesiyle olan sahnelerin azlığı da düşünüldüğünde Mercury’nin odanın diğer köşesindeki babasına, arkadaşları varken üstelik aynanın önünden, şımarık bir tavırla “Soyadımı yasal olarak değiştirdim. Geri dönüş yok” deyişi ailesiyle ilişkisini çok farklı yansıtmış.

Ne yazık ki aslında bu sahnede bizlerden, sömürge topraklarda büyüdükten sonra göçmen olarak İngiltere’ye gelmiş, büyük olasılıkla aşağılanma ve dışlanma yaşayan bir gencin İngiliz olarak kabul edilme çabasında olduğunu hissetmemiz istenmiş. Evlerinde kraliçenin kocaman bir resmi asılı mıydı gerçekten bilemiyorum ama resmin Mercury’nin telefonla konuştuğu sırada hemen arkasında yer alacak şekilde kareye sokulması da bu düşüncemi pekiştirdi.

Soyadı değişikliğinin Mercury’nin genç yaşlardan beri taşıdığı gizilgücü çarpıcı şekilde yansıttığını düşünüyorum. “Mercury” tipik bir İngiliz soyadı değil ki. Mercury “civa” anlamına geliyor ama aynı zamanda bir tanrının ve güneşe en yakın gezegenin ismi. Roma tanrısı Merkür’ün pek çok özelliği var ama Freddie Mercury’nin beden dili düşünüldüğünde, bu tanrının hızlı yürüyüşüyle (kanatlı sandalet ile de betimlenirmiş) de bilinmesine gülümsüyor insan. İngilizce’de “mercurial” diye bir bir sıfat da var. Tanrı Merkür ile ilişkisinin yanısıra “değişken ruh hale sahip olmak” anlamına da gelir. BR gibi pek çok şarkısının zıtlığı keskin bir şekilde hem romantik hem de öfkeli bölümler içermesi, sahnedeki görünümü yanında kırılgan biri olduğunu dile getirmesi, mesaj içeren değil duyguları anlatan şarkılar yaptığını söylemesi nedeniyle bu sıfatın da onu iyi anlattığını düşünüyorum.

Söz yazmayı sevmediğini söylemesine rağmen içinden tanrıların geçtiği, destansı, büyüleyici şiirsellikteki şarkı sözleri, uçurumun kıyısında durmuş gökyüzüyle konuşan, kanatları olduğuna inandığı için her an kanatlanabilecek bir insanı getirir gözümün önüne. Kimse zaten aksini söylemiyor, sesi de bu gücü, görkemi taşır. “Brighton Rock” şarkısında müziği “magic” kelimesinden nasıl alıp götürüşü sesinin gücünü, doğasını çok iyi gösteriyor bence. Yalnızca kendi bedenine değil, evrene ve hatta ölümsüzlüğe sığmayan ruhunu ancak Mercury gibi bir soyadının taşıyacağını düşünmüş gibi geliyor bana.

Freddie Mercury, Queen logosunu yaparken grup üyelerinin burçlarının simgelerini yerleştirmiş desene. Freddie Mercury başak burcundanmış. Astrolojide bu burç Merkür gezegeniyle ilişkilendiriliyor. Queen logosunun tepesinde kocaman bir Anka kuşu var. Mercury’nin Hindistan’da eğitim gördüğü St. Peter’s Okulu’nun armasında da (crest) barışı simgeleyen zeytin dalı tutan bir Anka kuşu varmış.

Tüm bunları Freddie Mercury’nin grubun ismini “Queen” koymasıyla da ilgili bulduğum için yazdım. Birden fazla şeyi çağrıştırdığını (elbette eşcinsellikle de ilişkilendiriliyor) da belirtir ama “Queen” ismini neden koyduğu sorulduğunda Mercury sıklıkla “outrageous” anlamına gelişini (aşırı, frapan) öne sürer.  Bence Mercury sömürge topraklarda doğduğu için de grubuna Queen ismini vermiş. Bu isim seçimini kraliyet ailesine, kraliçeye bir saygısızlık olarak görmüyorum ama sömürgeciliğe, emperyalist kibire  bir selam olduğunu düşünüyorum. Queen’in içinden “Queen” kelimesi geçen pek çok şarkılarının olması da bu nedenle anlamlı gelir bana. Brian May bir söyleşide Mercury’nin “My fairy king” şarkısında geçen “Anne Mercury”‘ sözünün kendi annesini simgelediğini, soyadını buradan da esinle koyduğunu söylemiş. İlginçtir, aynı şarkıda “damarlarımdaki mavi kan” sözleri de geçer. Mavi kana sahip olanlar bireysel başarılarına göre değil, soyun devamına göre tahta çıkıyor. İnsanlar soylu oldukları için hayranlık duyuyor o bireylere ama Queen grubunun üyelerini çok sevdikleri için milyonlarla koşuyorlar statlara. Freddie’nin son konserlerinde kral tacıyla sahneye çıkışı da bu nedenle keyiflendirir beni.

Mercury ve annesi Jer Bulsara

Ben ilk dinlediğimde 1975 yılına ait “Bohemian Rhapsody” şarkısı çoktan efsane seviyesine ulaşmıştı. Böylesine önemli bir şarkıda “Bismillah” kelimesinin geçmesini de çok önemsemiştim çünkü özellikle gençlik yıllarımda -belki Freddie’nin de o yaşlarda hissettiği gibi- batının “üstün”, bizim “geri” olduğumuz duygusunu hissederdim. Doğrudan ya da dolaylı olarak bizlere belletilen de buydu zaten. 1978’de yayımlanan “Jazz” albümlerinde ise “Mustapha İbrahim, Allah Allah Allah senin için dua edeceğiz”  sözlerinin yer aldığı “Mustapha” isimli bir şarkı yer alır.  Bunları da aynı şekilde kraliyete bir selam, “geri” ülkelerde yaşayan bizlere de bir güç kaynağı olarak görüyorum.

Hem müzisyenliği, hem de sahne hâkimiyetiyle gelmiş geçmiş en büyük rock yıldızlarından biri kabul edilen Mercury kanımca sömürge topraklarından doğmasını ve ardından göçmenlik kategorisinden bir İngiliz vatandaşı oluşunu böylece bir bumerang gücüne dönüştürmüş.

İsmi BR olmasına rağmen Live Aid (1985) konseriyle başlayan ve onunla biten filmin ilk sahnelerinde bu konsere katılan Lady Diana ve Prens Charles‘ın orijinal görüntülerine yer verilmesi bu nedenle komik geldi bana.

Filmin başları, Mercury’nin nasıl bir insan olduğuna dair haksız bir izlenim edinilmesine neden olacak babayla diyalog sahnesi dışında onun müthiş bir sanatçı olduğunu aktarmada da çok başarısız olacağının güçlü işaretlerini taşıyordu. Mercury’nin çok küçük yaşlardan beri müzikle, genel olarak sanatla ilgili olduğu biliniyor.  Şarkı söylemeye 4-5 yaşlarında, piyano derslerinde 7 yaşında başlamış. Resme olan yeteneği de halası tarafından yine erken yaşlarda keşfedilmiş. Hindistan’daki okulunda onlu yaşlarını sürerken “Hectics” isimli bir müzik grubu varmış. İngiltere’de üniversitede sanat ve grafik tasarım, ayrıca moda üzerine eğitim almış. Üniversitede de “Wreckage” isimli bir müzik grubu varmış. May ve Taylor’la Queen grubunu kurmalarından önce tanışıyormuş. Onların yer aldığı “Smile” isimli grubun konserlerini yakından takip eder “şöyle yapmalısınız” gibi önerilerde bulunurmuş. Smile grubunun klavyecisi Chris Smith, onun özgün sesi ve piyano çalışından övgüyle söz eder. Smile solisti Tim Staffell grubu terk ettiğinde bir anlamda bu anı bekleyen Mercury gruba dâhil olmuş. Sonra John Deacon’ı bulmuşlar ve öyküleri böyle devam etmiş.

Elbette filmin tüm bu ayrıntıları göstermesini bekleyemeyiz ama tüm grup üyelerinin ve özellikle Mercury’nin küçük yaştan beri müzikle ilgilendiğine yer verilmemesine şaşırmamak elde değil. Mercury’nin hayranı olduğu Hendrix çizimlerinden birisini göstermek güzel olabilirdi mesela. Queen’in daha en baştan oldukça yetkin müzisyenlerden oluştuğunu, dolayısıyla 4. albümleri olan, BR’nin yer aldığı, “A Night at the Opera” albümünün devrim kadar evrim sonucunda da ortaya çıktığını aktarmak çok yerinde olurdu.

Queen, önceki albümlerinden beri çok katmanlı kayıtlarda, koro etkisi yaratmada öncülük yapmış bir grupmuş. BR 6 farklı stüdyoda kaydedilmiş. Kimi bölümler yüzün üzerinde farklı üst üste kayıttan oluşmuş. Filmde bunlardan çok Taylor’un Mercury’in ısrarıyla, biraz isyan ederek, en tiz Galileo sesini çıkarmaya çalışması canlandırılmış. Bir sahnede de Brian May şarkının gitar içeren bölümünü çaldıktan sonra Mercury keyifle “buradan sonra opera kısmı gelecek” deyince May şaşırarak, vurguyla “opera kısmı mı?” der. Şarkının nasıl bir çalışma sonucunda doğduğunun tüm teknik ayrıntılarla verilmesi şart değil elbette ama süreci karikatürleştiren bu sahneler grubun diğer üyelerinin şarkıya tepkisini nerdeyse sıradan insanınkine indirgemiş.

Filmde plak şirketi temsilcileriyle yapılan görüşme sahneleri, “benim param” gibi sözlerin sarf edilmesi de birkaç açıdan tuhaf. Bu albüm öncesi kendilerini dolandıran menajerlerinden ayrılıp “gidin en iyi albümünüzü yapın, gerisini bana bırakın” diyen John Reid ile çalışmaya başlamışlar. BR’nin müzikal doğum sürecini grup üyeleri dışında da destekleyen, müzikal açıdan heyecanla dâhil olanlar varmış; yapımcıları Roy Thomas Baker gibi… Parasızlık nedeniyle Taylor’ın davul bagetlerini kırmamaya çalışması yönünde uyarıldığı bir dönemde bu destekleyici grup çalışması sonucunda BR o ana dek yapılan en pahalı single olmuş. Plak şirketiyle anlaşmazlık aslında daha çok BR’nin radyoda çalınmak açısından fazla uzun olduğuyla ilgili olarak yaşanmış. Yakından tanıdıkları Elton John da şarkının radyoda çalınmasının mümkün olmadığını düşünüyormuş mesela ancak sonuçta özellikle radyo programcısı Kenny Everett‘in çabalarıyla şarkı orijinal hali bozulmadan bir single olarak çıkmış.

“Bohemian Rhapsody” şarkısında Mercury’nin eşcinsel oluşunu anlattığını söyleyenler var. “Anne, bir adamı kafasına silah dayayarak öldürdüm… Seni ağlatmayı istemezdim” sözleri elbette böyle yorumlanabilir. Bu müzikal şaheser, bu açıdan da çok önemli. Filmde ise Mercury’nin eşcinselliği (doğrusu biseksüel belki de ama bu konuda kabul görülenin ne olduğundan emin değilim)  çok bayağı ve çok yüzeysel bir şekilde işlenmiş. Film Mercury’nin eşcinselliğini -genel olarak kabul edildiği gibi- üniversitede Mary Austin isimli kız arkadaşıyla olduğu dönem keşfettiğini söylüyor. Bunu ilk öğrendiğimiz sahnelerden birinde o sırada ABD’de olan Mercury, bir telefon kulübesinde onu özlemiş olan sevgilisi Mary ile konuşurken yanından geçen bir adamla bakışıyor. Bir başka sahnede menajeri Paul Prenter o piyanoda çalışırken onu süzüyor, sonra zorla öpüyor.

Düşüncemi doğru aktaramamaktan korkuyorum ama bence bu sahneler eşcinsellerin ilişkilerinin cinsellikten ibaret olduğu izlenimini yaratmış. Mercury seksten hoşlandığını falan söylemiş söyleşilerinde ama bu bir açıdan ayrı bir konu değil mi? Sonuçta eşcinsel olmayan insanlar da sekse düşkün olabiliyor. Filmde bir tek Mercury çılgın parti verir gibi gösterilmiş oysa belgesellerde Queen üyeleri kendilerinin de o dönemlerde seksle aralarının pek fena olmadığını, bu açıdan zengin içerikli partiler verdiklerini fotoğraflar eşliğinde anlatmışlar. Söyleşiler, kimi şarkılar, klipler dünyasına dalınca başka izler de bulunabilir. Bu içki konusunda da geçerli sanırım ancak filmde tüm bu kötü alışkanlıklara sahip olan Queen üyesi olarak yalnızca Freddie gösteriliyor.

Mercury’nin 7 yıllık (ölümüne dek) sevgilisi Jim Hutton ile olan ilişkisinin ekrana yansıma şekli ise çok ama çok büyük bir saygısızlık örneğiydi benim için. Berber olan Hutton ile Mercury gerçekte bir kulüpte tanışmışlar. Filmde Hutton,  Mercury’nin evinde verdiği partide garsonluk yapan biri olarak beliriyor. Sarhoş olan Mercury yanından geçerken Jim Hutton’a elle tacizde bulunuyor! Hutton bunun üzerine onu ağır sözlerle azarlıyor ama sonra onunla bir süre koltukta sohbet ediyor. Kalabalık seyirciyle müthiş bir etkileşime giren Freddie’nin aslında yalnız olduğunun ve eşcinselliği nedeniyle kafasının karışık oluşunun aktarılmaya çalışıldığı bu sahnede Hutton ona “kendini sevdikten sonra bul beni” diyor!

Bu arada Paul Prenter, Freddie’yi çılgın eşcinsel partilere götüren, sarhoş olup stüdyoya geç gitmesine ve sonuçta HIV virüsü kapmasına neden olan eşcinsel arkadaş olarak gösteriliyor. Belgesellere göre bunların bir kısmı doğru, sonunda Prenter’ın kovulduğu da, ancak Mercury gibi güçlü bir kişiliğin kendi iradesi dışında bu denli savrulmuş olduğuna inanmak güç. Bu nedenle bu ilişkinin eşcinsellik nedeniyle “kötü” olduğu izlenimi edinmek mümkün.

Belgesellerde Prenter’ın Mercury’nin telefonlarını yanıtlayarak grubun çalışmalarını kötü etkilediğinden söz ediliyor ancak bir söyleşilerine göre grup üyeleri Live Aid teklifini doğrudan Bob Geldof‘tan öğrenmişler. Mary’nin, kısa süre önce HIV virüsünü taşıdığını öğrenmiş olan Mercury’e bir türlü ulaşamamasının ardından onun evine gidip ” bir rüya gördüm” demesiyle başlayan ve yağmur altında fazlaca acıklı şekilde sürerek biten sahne, her şey bir yana BR’nin çok kötü bir film olduğunu açıkça gösteriyor. Mercury, hamile olduğunu sarsılarak öğrendiği Mary’nin arabasının arkasından bakmaya devam ederken, yüzünü ona dönmeden kapının önüne çıkmış olan Prenter’a Live Aid konseri için aradıklarını neden söylemediğini soruyor ve onu menajerlikten kovuyor.

Filmin yaptığı en büyük saygısızlıklardan biri de Freddie’yi sorumsuz, hatta tembel biri gibi göstermeye çalışması (stüdyoya geç gelmeler, stüdyoda bira içmeler). Diğer 3 Queen üyesi için “Onların suyuna gidiyorum ve sonra 50 milyon üst üste kayıt daha yapıyoruz” diyen, bir söyleşide May’in ağzından, Deacon’ın bir şarkısını canı çıkana kadar çalıştığını öğrendiğimiz Mercury’den söz ediyoruz. Genel olarak Queen üyelerinin ne kadar çalışkan ve mükemmeliyetçi olduğunu Disc dergisinden müzik yazarı Rosemary Horide ile yapılan söyleşiden öğrendiğimde onlara olan hayranlığım artmıştı. Horide onları stüdyoda da ziyaret ettiğini ama her saniye için ne denli çok çalıştıklarını gördükten sonra onları canlı izlemeyi tercih ettiğini söylemişti.”Somebody to love” şarkısında geçen “Her gün çok çalışırım, kemiklerim acıyıncaya kadar” cümlesi bu nedenle çok hoşuma gider.

Mercury filmde ayrıca, solo kariyer için nerdeyse grubun dağılmasına neden oluyor. Gerçekte hepsi o tarihten önce solo çalışmalar yapmış. Bu konuyla ilgili Mercury’e en sert davrananlardan biri olarak gösterilen Taylor Mercury’nin “Mr.Bad Guy” isimli solo albümüne yardım bile etmiş. Filme göre Mercury, Live Aid konseri (1985) öncesinde pişmanlık duyarak grup üyelerinin kendisini yeniden aralarına kabul etmesini istiyor oysa gerçekte o tarihten 2 ay öncesine kadar konser vermişler.  “The Works” isimli albümleri de 1984’de yayımlanmış.

Mercury bir söyleşisinde herkesin ilk solo albümünü onun yapacağı ve sonrasında Queen’in dağılacağını düşündüğünü ama dağılmadıklarını (hepsinin şarkı yazan güçlü karakterler olduğunu açıklayarak) söyler. Ünlü Wembley konserinde bu konudan seyircilerine çok samimi şekilde söz etmesi -gazeteciler için “k*çlarından konuşuyorlar” diyerek- bu söylentilerden olumsuz şekilde etkilendiğinin kanıtıdır bence ve bu nedenle böylesi bir çarpıtmanın affedilir bir yanı olamaz.

Film Queen’in çok beğenilen, tüm programa damgasını vuran Live Aid mini konserinin aslında sayısız gerilimin sonucu olarak muhteşem olduğunu göstermek gibi anlaşılmaz bir hedef belirlemiş. Hepsini sıralamak gerekirse; Mercury kendisinin HIV virüsü taşıdığını, Mary’nin de hamile olduğunu Live Aid’den hemen önce öğreniyor.  Prenter’i hayatından Live Aid konusunu tartışırken kovuyor, grup üyelerine HIV virüsü taşıdığını konserden kısa süre önce açıklıyor. Kendisini sevmeyi öğrendiğini de (!) tam Live Aid günü anlıyor ve Jim Hutton’ı telefon rehberinde yaptığı uzun arama sonucu bulduğu adresinden bulup alarak ailesini ziyaret ediyor ve böylelikle ailesine eşcinsel olduğunu açıklamış oluyor. Tüm bu gerilimlerin ve gruba yeniden kabul edilmenin verdiği duygu yüküyle mikrofona sarılarak kendini yeniden buluyor!

Mercury’nin HIV virüsü taşıdığını gerçekte Live Aid’den 2 yıl sonra öğrendiği biliniyor.  Filmin Live Aid ile ilgili yaptığı en kritik gerçeklikten sapma elbette bu. Tarihe geçmiş bilgileri böyle saygısızca büken bir filmin, diğer yandan grubun Live Aid öncesi prova giysilerine bile sadık kalmayı başarmış!

Film ekibinin birkaç söyleşisine, gala gecesinin videosuna biraz göz attım ama konuşmalar öyle sığ geldi ki (2 saate her şeyi sığdıramazdık zaten, şu kadar giysi denedik, dişler şöyleydi, Rami Oskar almalı…) filmi neden Live Aid ile başlatıp bitirme kararı aldıkları konusunda ne dedikleriyle ilgili titiz bir araştırma yapamadım. Öyküsünü anlattıklarını iddia ettikleri kişinin AIDS hastalığı nedeniyle ölüme doğru gittiği süreci fazla dramatik bulmuşlar sanırım oysa Mercury’nin ne kadar güçlü olduğunu ve müziğe ne kadar tutkuyla bağlı olduğunu en iyi anlatan yıllar belki de bunlar. Hepimizin tüylerini diken diken eden “Innuendo” dâhil olmak üzere 2 (filmin tarih akışına göre 3) albümü bu süreçte yaptılar. “These are the days of our lives” şarkısının videosunda hastalığının yüzüne nasıl yansıdığını görünce sarsılmış, ona daha çok saygı duymuştum.  Uzun süre ayakta duramadığı günlerde çekilen bu videonun bir sahnesinde elini, imzası sayılacak bir şekilde hızla görüntüye sokup çıkarması, gücünün sık yaptığı esprilerden biri olarak yansıması gibi gelir bana. Mercury’nin ölümünden birkaç gün öncesine kadar “Mother Love” isimli bir şarkının çarpıcı vokallerini yaptığı da biliniyor.

Yetkin eller, bu inanılmaz öyküyü Mercury’nin karakterinin inşasına da doğallıkla katkı verecek şekilde oturtabilirdi filmin omurgasına. Film Live Aid yerine Wembley konserinden görüntülerle de bitebilirdi örneğin. O ünlü sarı ceketin iştah kabartmamış olduğuna inanmıyorum.

İngiltere’nin Afrika’ya yardımı konusuna girecek değilim ama şarkılarının mesaj içermesini istemediğini, duygularıyla ilgili yazdığını söyleyen birisini anlatan bir filmin mesaj içeren bir konserle başlayıp sonlanması da beni çok rahatsız etti.

Bu kapanış tarihiyle film, Mercury’nün Hutton’la ilişkisini anlatmak zorunda kalmamış. Bu her şeyi açıklıyor mu bilmiyorum ama bence çok önemli. Mercury’nin ölene dek Mary ile çok yakın oluşu bence onun sevgi dolu bir insan olduğunun ve ilişkilerinin cinsellikten ibaret olmadığını gösteriyor. Mary bir söyleşide, Mercury’nin kendisine eşcinsel olduğunu açıkladıktan sonra rahatladığını, ilk tanıştıklarındaki gibi yeniden kendi olduğunu, mutlu olduğunu söyler. Mary’nin de Freddie’yi çok sevdiği, onun yeniden kendisi olduğunu görmenin harika bir duygu olduğunu belirtmesinden belli oluyor. Film Mercury’nin Hutton’la yaşadığı aşkı, Mary’nin de sevinerek gözlemlediği mutluluğu anlatmamayı seçmiş ne yazık ki.

Mercury ve Jim Hutton

Filmin fragmanlarından birinde Mercury, BR’nin uzun oluşuyla ilgili olarak plak şirketi yetkilisine ” Eğer 6 dakikanın uzun olduğunu düşünüyorsa karına üzülürüm” der.  Cinsel içerikli bu uydurma sözlerin ardından kamera, keyifle gülümseyen Taylor’ı ve hemen sonra sahnede ünlü yumruğunu savuran Mercury’i gösterir! Mercury’nin aşklarına keyfi sansür uygulayanların, dikkat çekmek adına filmin fragmanını böyle özenle (!) hazırlamaları basbayağı ucuzluk olmuş (Bu sahneyi yeniden izlemek için az önce fragmana dikkatle bakarken duygulardan söz ettikleri bölümde, “sevgi” kısmında Mercury’i babasıyla sarılırken gösterdiklerini fark ettim).

Filmin kredileri akarken Queen’in en sevilen, dinleyeni güçle, umutla dolduran şarkılarının başında gelen Mercury imzalı “Don’t stop me now” çaldı önce. 1978 tarihli Jazz albümünde yer alan, sözleriyle Freddie’nin cinsel kimliği üzerindeki baskıyı attığının işareti sayılan şarkının tarih olarak Live Aid (1985) sonrasına taşınmasına acaba olumlu olarak mı bakmalı? Bu şarkıyla Live Aid’den sonra Mercury’nin Hutton ile aşkın zirvelerine çıktığını söylemiş sayılırlar mı? Hem Taylor ve May’le solist olarak Queen turnesine çıkan Adam Lambert de eşcinselliğini gizlemeyen, sesi yanında kostümleriyle de Mercury’e selam eden birisi.

Adam Lambert ve Brian May

AIDS hastalığı nedeniyle ölümü sonrasında özellikle basının onu acımasızca yargılaması üzerine Taylor ile May’in televizyon programlarına katılarak Mercury’nin söylendiği gibi her önüne gelenle birlikte olmadığını anlatmalarının çok güzel, samimi bir davranış olduğunu düşünmüştüm. Queen üyelerinin Mercury’i çok sevdiklerine, müzisyen olarak değerini bildiklerine inanıyorum. Taylor’ın Mercury’nin daha çok sahne performansıyla anılmasının, müzisyenliğinin gölgede kalmasının kendisini sinirlendirdiğini söylemesi bu inancımı pekiştiren bir söz olarak yer alır aklımda.

Yine de müzikleri nesilden nesile çok doğal bir akışla geçerken Taylor ve May’in (Deacon’ın da onayını almış olabilirler) böyle bir filme neden ihtiyaç duyduklarını anlayamıyorum. Böylesine yetkin müzisyenlerin senaryoyu bir kenara bırakalım,  olmamış bir filmi nasıl beğendiklerini de anlayamıyorum. Kariyerin, maddi konuların hiç de önemsiz olmadığını çok açık şekilde belirttikleri pek çok söyleşiye denk geldim bugüne kadar. Filmin bu tür kaygılarla da yapıldığına kesin gözüyle mi bakalım?

Brian May, Queen hayranlarının çok açık görüşlü olduklarından söz etmişti bir söyleşide. Deacon müzik dünyasından çekildi ama May ve Taylor halâ müzikle içiçe. Bu büyük müzisyenlerin şarkılarını canlı çalmaya devam etmek istemelerinden doğal bir şey göremiyorum. Başka solistlerle Queen şarkılarını çaldıklarını duyduğumda rahatsız olmamak bir yana, onları bir gün canlı dinleyebilecek oluşuma sevindim. Tersini düşünen çok kişiyle karşılaştım ama ben Freddie’nin de böyle hissedeceğini düşünüyorum. Freddie menajerine kendisini sıkıcı göstermediği sürece şarkılarını, imajını istediği gibi kullanabileceğini söylemiş. 2013 yılında Freddie’nin o ünlü sarı ceket ve beyaz pantolonun giydirilmiş olduğu aslan heykelleriyle ilgili bir habere rastlamıştım. Meğer Freddie isimli bu heykeller aslanların korunmasıyla ilgili bir projede kullanılmış. “Aslan olmak sıkıcı bir şey değildir herhalde” gibi düşüncelerle içinden Freddie geçen pek çok şeyi anlayışla karşıladım. Kısa süre önce “Don’t stop me now” şarkısının L’oreal markasının ruj reklamında kullanıldığını öğrenince pek mutlu olmadım ama üzerinde çok da durmadım. Açık görüşlülüğümüzün de bir sınırı olsa gerek değil mi?

Özellikle Brian May’i çok seviyorum. Onun da benim gibi bir bilimci oluşu, yaban hayatla ilgilenmesi çok hoşuma gidiyor ama ben aslında bir tek sözleri ve müziğiyle belki de dünyanın en iyi şarkısı olduğunu düşündüğüm “Prophet’s Song/Peygamberin şarkısı” için ona sonsuza dek şükran borçlu hissediyorum kendimi. May ile Taylor’ın, özellikle eşcinsellik konusunda Mercury’yi olduğundan farklı gösterme isteğiyle hareket ettiklerini ve/veya maddi kaygılar güttüklerini kabullenebilirim. Bu durum, müzikleri hakkındaki fikirlerimi, hislerimi değiştirmez ama çok üzülürüm. Bu filmi May ile Taylor’ın onayı nedeniyle önemsedim ve izlerken bu yüzden üzüldüm çünkü zaten bu filmin ne bir insan ne de sanatçı olarak Mercury’nin yanlış tanıtılmasında etkili olabileceğini düşünmüyorum. Bu yazı da zaten onu savunmak gibi saçma bir nedenle yazılmadı.

Henüz üniversitedeyken Mercury’nin “Bir pop yıldızı olmayacağım, bir efsane olacağım” dediği söylenir. Dillere dolanmış bu ilginç anı canlandırmaları hoş olurdu ancak bunun yerine, Queen üyelerinin “Sen bir efsanesin Freddie” dedikleri, Freddie’nin de “Hepimiz efsaneyiz” diye yanıt verdiği bir diyalog koymuşlar! Filmin her sahnesi May ve Taylor’ın onayından geçmiş mi bilemiyorum ama bu sahneyi onaylamışlarsa özsaygılarını zedelemişler demektir. Böyle olmadığını öğrenme umuduyla filmle ilgili söyleşilerinin hepsini takip etmeye çalışacağım bu durumda.

Mercury gibi büyük ve üstelik çok sıra dışı bir yaşam öyküsüne sahip bir sanatçının yalnızlık, tatminsizlik gibi sorunlarının olabileceğini; güçle kırılganlığın pekâlâ birlikte soluyabileceğini herkesin en geç 10 kitap ve 10 film sonrasında öğrenmiş olması gerekir. Mercury’nin bu açıdan beni en çok etkileyen sözlerinin başında BR’deki “bazen hiç doğmamış olmayı istiyorum” cümlesi gelir. Onu seven ölümlüler olarak çoğumuzun gözünde o her zaman- sahnedeki beden dilinin de vurguladığı gibi-  “Ne yaparsan yap, beni alt edemezsin!” der ama bu gücünü biraz da o kırılganlığından aldığını da hiç gizlememiştir zaten.

Freddie evet, ama genel olarak Queen, hayatta kalmayı çağrıştırır bana. “Keep yourself alive” şarkısında geçen “her geçen gün daha iyi olduğunu düşünüyor musun?” sorusuna yanıt “Hayır, mezarıma iki adım daha yakın olduğumu düşünüyorum” olur. Hayatta kalma savaşı mizahsız olur mu ki zaten?

Giderayak kendimi “Keep Yourself Alive” şarkısından söz ederken bulmamın nedeni, çok sevdiğim pek çok Queen şarkısı gibi bu şarkının da May’in imzasını taşıması olsa gerek. Acaba bu filmi çok mu ciddiye aldım? Sahi ben bu filmi neden ciddiye almıştım?

Not: Hiç bir yerinden tutulamayan şeyler hakkında yazmak, çizmek kolay değil. Ancak oturdum bir kere, denedim. Filmle ilgili eleştirim bu yazı için de geçerli. Büyük olasılıkla omurgası, dilbilgisi tam yerinde olmayan bu uzun yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim.

KAYNAKLAR

“The Days of our lives” isimli belgesel;

https://www.youtube.com/watch?v=ZJBRe7dQK4o

Youtube üzerinden “The great pretender” isimli belgeselin yalnızca fragmanına ulaşabildim;

https://www.youtube.com/watch?v=OxRhJadvICE

Freddie Mercury: The untold story isimli belgesel;

https://www.youtube.com/watch?v=eN9XRzEYC0c

Live Aid’i Bob Geldof’dan öğrendiklerini söyledikleri bu söyleşi, Taylor’ın konseri televizyondan izleyecek ülkelerden söz ederken “Türkiye” demesi nedeniyle de ilginç;

https://www.youtube.com/watch?v=2wESZ4SytiM

Brian May’in Bohemian Rhapsody’in müzikal altyapısını anlattığı video;

https://www.youtube.com/watch?v=v15oIktGJOo

Mary Austin’in Mercury’nin eşcinselliği hakkında konuştuğu belgesel parçası;

https://www.youtube.com/watch?v=L36N4BKKir4

Mercury’nin pek çok insanın solo albüm yaparak grubu dağıtacağına değindiği söyleşisi;

https://www.youtube.com/watch?v=8wk9hPubD1Q

“Hello again, my beauties diyerek söylediği “Tanrıların kucağında” şarkısının bu konser kaydını hiç izlememiş olan şanslı birileri varsa diye;

https://www.youtube.com/watch?v=_arUvwdmK5c

Filme LBGT camiasından çok sayıda eleştiri gelmiş. Bir kuirin açık mektubunu okumak isterseniz;

https://www.cbc.ca/arts/an-open-letter-to-the-many-fans-of-bohemian-rhapsody-from-a-concerned-queer-1.4892284

Freddie’nin aslanları da şurada;

http://www.mercuryphoenixtrust.com/site/post_Press%20Release:%20Freddie%20Mercury’s%20Tribute%20Lion%20Set%20to%20Join%20Pride%20of%20Cape%20Town_1732

Bunu paylaş: