Dirimbilim Günlüğü: Tankut Öktem, Püren, Mavizebra, Glaros

17 ekim 2018

İstanbul

Biraz önce üstümden geçen karabaşlı isketelerin sesini duyunca “tamam, artık onlardan bahsetmenin zamanı” dedim.

İstanbul’un kış konukları çoktandır buradalar aslında. Kızılgerdan, dağ kuyruksallayanı, kara kızılkuyruk, çıvgın bahçe ve sahillerimizde görülüyor birkaç haftadır. Su kuşlarından küçük batağan, sakarmeke ve küçük karabatak çoktandır marina ve kıyılarımızdalar. Karabaş martılar da kış yoğunluğuna erişmese de kalabalık durumdalar.

Bu arada üstümüzden geçen göç de henüz bitmiş değil. Şahinlerin ağırlıkta olduğu sonbahar göçü yılan kartalı, küçük orman kartalı, gökçe delice gibi yırtıcılar ve ökse ardıcı, ispinoz, kuyruksallayanlar, karabaşlı isketeler gibi ötücüler ile devam etmekte. Leylek sürüleri çok azalsa da hala görülebilmekte.

Yılan kartalı. Fotoğraf: Cemil Gezgin

Gündüz dinlenip gece göç edenlerden kızılkuyruk, söğütbülbülü, benekli sinekkapan ve küçük sinekkapan şu günlerde bulabildikleri çalı ve ağaçlarda dinlenmekte, beslenmekteler.

Söğütbülbülü. Fotoğraf: Cemil Gezgin
Küçük sinekkapan. Fotoğraf: Cemil Gezgin

Sonbahar, yaprakların yeşilini sarı yaparken kulağımıza gelen kuş seslerini de değiştirmekte.

Sevgiler,

Cemil Gezgin

Kozak yaylası, Bergama

Masalsı fıstık çamı ormanı, üzüm bağları, ağaçların altındaki, aralarında dolaştığımda kendimi Güliver’in ülkesinde hissettiğim granit kayalarıyla Kozak Yaylası çok özel bir yer. Memleketim Burhaniye’ye yakın ve üstelik babam yıllarca orada çalıştı ama bilmediğimiz çok yer var Bergama’da ve çevresinde.

İklim değişikliği nedeniyle yolculukları olabildiğince azaltmayı düşündüğüm, Alaska’da yaşarken yaptığım Türkiye yolculukları dışında (gerçi o yolculuklarla ilgili karbon ayak izim hanemde büyük eksi elbette)  gerçekten çok az gezdiğim şu dönemi “mikro ölçekli geziler” dönemi olarak görüyorum. Bu yüzen yakınlarda gezmediğim ya da pek bilgilenmeden gezdiğim yerlerin olması çok iyi oldu. En son gittiğimde Ayvalık’ta da yaşadım bu duyguyu. Daha önce adım atmadığım bir sokağı bile tanımak çok keyifli.

Kozak Yaylası’nın 16 köyünden de pek azını ziyaret ettim oysa antik kentler, binlerce yıllık taşlardan dinlediğim öyküler çok etkiler beni, besler. Muhteşem tiyatrosuyla da bilinen Bergama Antik Kenti’ni çok gezdim, pek çok arkadaşımı da gezdirdim. Meğer Aşağıbey Köyü’nün çevresinde de  Perperene antik kentinin kalıntıları varmış. Orman içinde gizlenmiş gibiymiş. Kuşadası Dilek Yarımadası Milli Parkı’nın yakınındaki Panonion kenti aklıma geldi.İyonya’nın siyasal ve bilim merkezi olan bu yerleşim de ağaçların içine gömülüydü. Panonion, mikro gezileri sürprizlere açarak keyfini arttırmak için yaptığımız kimi değişikliklerle ilgili olarak teğet geçmediğimiz ilk kahverengi tabelalı yerlerden birisi. Yolculuklarımız sırasında karşılaştığımız kahverengi tabelayla duyurulmuş yerleri mümkün olduğunca atlamamak istiyoruz artık.  Karşımıza “pek bir şeye benzemeyen kalıntılar” çıkabileceğini biliyoruz ama iklim değişikliğini önemsemenin yanında herkesin neresi popüler olduysa oraya akın ettiği dönemde çokca teğet geçilen yerlerde dikkatimizi çeken, hoşuma gidenler mutlaka özgün şeyler olacak.

Kozak Yaylası’ndan son geçişimiz günün geç saatlerine geldiği için gezmeyi planladığımız yerlere ve Perperene’ye gidemedik ama Atatürk heykelini görebildik sonunda. Ne kadar güzel ve özelmiş, çok beğendik. Ortalıkta bir sürü korkunç Atatürk heykeli var. O muhteşem ormanın, sessizliğin içinde, doğal, görkemli granit taşının üzerinde oturan haliyle Atatürk, ulaşılmaz, aşılmaz, eleştirilmez bir liderden çok bir dosta benziyordu. Ara sıra sessizlikte düşünmek, yola yeniden koyulmadan önce nefeslenmek, güçlenmek isteyen bir insana…

Tankut Öktem’in yaptığı Atatürk heykeli. Fotoğraflar: Perihan Keşaplı

Tankut Öktem‘in yaptığı heykelin öyküsü ve Öktem’in sayfasının bağlantısı aşağıda;

http://www.tankutoktem.com/

http://www.erolsasmaz.com/?kategori=İZMİRİN++ANITLARI&alt_kategori=BERGAMA+ANITLARI

Özgür Keşaplı Didrickson

18 Ekim

Selçuk

Selçuk’taki güzel bir sonbahar günümüzden…

Büyük Beyaz Melek (dişi). Fotoğraf: Perihan Keşaplı
Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Perihan Keşaplı

Selçuk’a teyzem ve torunu Çınar da geldi. Annemle sabah Selçuk Kalesi’ni ve İsabey Camii’ni gezmişler. Binlerce yıllık su kemerleriyle dünyanın en güzellerinden olduğuna emin olduğum meydanda da oturmuşlar.

Akşamüzeri de Şirince’ye gittik. Adını hatırlayamadığımız bir bitkiyi uzun süre sonra,  bir bahçenin bir köşesini itinayla güzelleştirmiş gördüğümüze çok sevindik. Bu bitkiyi tanıyan ses eder mi?

Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Tarım bölgesi olduğu için buralarda çok şeftali ağacı var. Bu senenin doğru dürüst ilk sonbahar yaprakları toplama keyfimi şeftali ağacıyla tatmış oldum. Aslında çok ilginç oldu çünkü 16 Nisan’da günlükte şöyle yazmıştım;

“Şeftaliler yapraklandı. Yaprakları çok sevdiğim halde şeftali yaprağına ikinci kere bakmışlığım azdır. Yılgın, yorgun gelir bana. Hayatımda doğru dürüst ilk kez geçen yıl gördüm şeftali tarlalarının uçsuz bucaksız pembeliğini. O zaman farkına vardım şeftali yaprağının öyküsünün. O kadar bahar doğurursa insan, elbette yorulur”.

Şeftali ağacı yazdıklarımı okumuş bence.

Akşam facebookta içinden nefes alıp veren bir grup kambur balinanın geçtiği büyüleyici bir video gördüm. Ne şanslıyım ki balina nefesinin oldukça uzaktan da duyulan o çok özgün sesiyle ve sıklıkla balinadan önce görülen, onun nerede olduğunu müjdeleyen nefes bulutuyla sayısız kere karşılaştım. Yine de ilk kez gördüğüm o muhteşem video çok etkiledi beni ve elimi yazarken buldum;

Nefesini görüyorsam bir balinasın biliyorum
ve ben artık en çok kışı seviyorum

Kambur balinalar (Alaska). Fotoğraf: Jno Didrickson

O videonun bağlantısını bulamayınca paylaşmak için Alaska’dayken çektiğimiz videolara baktım. Teyzemin 4 yaşındaki torunu Çınar’la baktık daha doğrusu. Yalnızca sırtlarının görüldüğü videoyu izlerken nefeslerinin gökyüzüne bıraktığı izle ilgili olarak Çınar “nereye çıkıyor, bulutlara kadar mı?” dedi. Şu çocuklar ne kadar tatlı!

Özgür Keşaplı Didrickson

19 Ekim

Kahvaltı yapmak için Kirazlı – Kuşadası yolundaki Sultan Sofrası Vadi Lokantası’na gittik. Muhteşem manzarası dışında bu tepedeki kelebekler, çiçekler de dikkatimizi çekiyor aslında. Her seferinde gördüğümüz, “çayır esmerleri” türlerinden biri olduğunu düşündüğüm bir kelebek uğradı yanımıza. Türkiye’deki kelebeklerle ilgili trakel.org sitesinden siz de bakabilirsiniz.

Bir tür “çayır esmeri”. Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Selçuk’a dönerken, Kirazlı köyü civarındaki ormanlık alanda pembemsi çiçekli çalımsı bitkileri görünce durduk.  O minik, zarif çiçekleri öylesine güzeldi ki hayran kaldık. Kendi güzelliği yetmiyormuş gibi bir de üzerinde küçücük mavi bir kelebek dolaşıyordu ve o mucizevi şey onu uzun süre, hemen yanıbaşında izlememize izin verdi.

Püren. Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Çok minik bir kelebeğin kanatlarındaki deseni görebilmek, hareketlerini izlemek çok müthiş bir şey. Mavi Zebra olduğunu öğrendiğim bu kelebeği gri-mavi deseni çarptı hepimizi. Uzun süre çiçekten çiçeğe konmasını, nektar yemesini izledik.  En az bir erkek ve bir dişiydiler. Arılar da dolanıyordu zaten çiçeklerin arasında. Bir tür bombus da vardı aralarında. Pek keyiflilerdi ve biz masal diyarına uçtuk.

Mavizebra. Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Özgür Keşaplı Didrickson

Fotoğrafını çektiğimizi hissedip adeta poz veren doğa harikası kelebek, renkleriyle bizi büyüledi. Dakikalarca izlemekten kendimizi alamadık. Muhteşemdi.

Fotoğraf: Figen Kurtoğlu

Figen Kurtoğlu

Gri-mavi renkli bir erkek birey onu uzun süre yakından izlememize izin verince adım adım ona daha da yaklaşıp izledik. Annem çekim yaparken ben de fark etmeden videonun içine girmişim. Güliver’in gezilerinden söz etmiştim değil mi?

Facebook’taki Flora grubundaki arkadaşlardan bu bitkinin bir tür funda olduğunu öğrendim. Türün Türkçe ismini de çok beğendim; püren. Bu bitki ve kelebek türüyle ilgili ayrıntılı bilgi için şu kaynaklara bakabilirsiniz;

https://www.turkiyebitkileri.com/tr/foto%C4%9Fraf-galerisi/view-album/2880.html

http://www.trakel.org/kelebekler/?fsx=2fsdl17@d&tur=Mavizebra

Şirince’ye yeniden gitmeye karar verdik. Yolda durduk, dalından mandalina topladık. Bahçenin sahibi topladığımız mandalinaları yere atmamamız konusunda uyardı bizi, şaşırdık. Kim, neden atsın ki topladığı mandalinaları yere? Ancak tarlaya girince kadının ne demek istediğini anladık. İnsanlar ne kadar saygısız ve tuhaf. Mandalina sevdiklerine mi inanacağız bu insanların? Herhalde topladıktan sonra iyi olmadığına karar verdiklerini atıyorlar. Belki meyveleri dalından koparmanın da modası vardır, dallar arasında fotoğraf çektirmenin, ne bileyim. Tatmin olduktan sonra kopardıklarının hepsine para vermemek için yere atıyorlardır belki. Ben olsam insanların yanında dolaşırdım ama belki bu kadın ısrarla bu davranışı insanlara yakıştıramıyordur.

Şirince yine pusluydu, fotoğraflara izini sürdü.

Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Özgür Keşaplı Didrickson

21 Ekim

Erzurum

Erzurum’da gökyüzü her gün bir başka güzeldir. Lojmandan sınıfa doğru yürürken hangi yöne bakacağını şaşırıyorum bazen.

Fotoğraf: Özge Keşaplı Can

Özge Keşaplı Can

22 Ekim

Burhaniye

Maske yapmak için eşime belirli boy ve ende kütük gerekiyor. Maske yapacağı ağaç parçasını bir kütüğe yaslayarak çalışıyor. İlk önce zeytinliği olan akrabamıza gittik. Üstüste yığılmış dallarının arasında bakınırken fark ettiğim o bitki, biraz da üzerine yaslandığı ağaç dokusu yüzünden mi çok güzel göründü bana?

Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Akrabamızın evinin çevresinde dolanırken yollara dökülmüş bir sürü mandalina gördük. Ağaçların önemli kısmı şu an kimsenin yaşamadığı evlerin bahçesinde. Belki de her gün yürümeli ve mandalina toplamalı. Para vermeden meyve yemek gibisi var mı? Üstelik kimse toplamadığında ne kadar da yazık oluyor.

Uzun süredir bir film izlememiştim. Jack Lemmon’ı çok severim. Baktık “Save the tiger/Kaplanı kurtarmak”  filmini başından yakalamışız, izlemeye karar verdik. İlk izlediğim sahneydi nerdeyse, Lemmon yatakta gazete okumaya başladı ve okuduğu haber tutsak bir balinayla ilgili çıktı! Hem şaştım hem de elbette güldüm. Lemmon da ciddi bir filminde beni güldürmeyi başardı ya, çok yaşasın!

Özgür Keşaplı Didrickson

24 Ekim

Burhaniye

Azizm Sanat Örgütümüzün paylaşımlarından öğrendim, Picasso’nun elinde karga tutan bir kadını resmettiği bir tablosu varmış. Bilmiyordum, hem resim hem de bilmemiş olmanın verdiği güzel heyecan hoşuma gitti. Picasso bu resmi “Mavi dönem” olarak anılan zaman diliminin sonlarına doğru yapmış.

https://www.pablopicasso.org/woman-with-a-crow.jsp

Picasso’nun mavi dönemiyle ilgili kısa bir yazı da ekleyeyim;

Picasso’nun tuvalindeki hüzün: ‘Mavi Dönem’

Özgür Keşaplı Didrickson

25 Ekim

İstanbul

1969!
Lise 1’de bugünün moda deyimi ile profesyonel balıkçılık bağlamında ilk tayfalık yaparak deniz ve balıkla buluşmam…

Yıllar önce o teknelerdeki gırgır ile avlanmaya bağlı ağ boyu ve derinliğini, tekne boy ve donanımlarını1980 sonrası bugünkü tekne ve koşullar ile karşılaştırdım.

Mustafa Reis/leventler;

13 mt ahşap, 160 beygir gücünde makine, 400 kulaç civarında uzunluğu ve 15 kulaç civarında derinliği olan avlanacak balığın boy ve türüne göre kör, açık göz ağ ve reis dahil ortalama 8 tayfanın çalıştığı ana tekne…

İki çifte kürek/hamlacı, dümenci ve palacı toplam 6 kişinin olduğu, bugünün bot görevini gören Alamana kayığı…

İki kişinin(biri tayfa) görev aldığı 90 beygir gücünde makinesi olan Volender (balık taşıyıcı) tekne…

Çok uzaklara gidilemezdi. Bölgesel avcılık esastı. Anadolu yakasında en fazla Körfez ve Yalova, Rumeli yakasında Ambarlı’ya kadar, Boğazdan Karadeniz çıkışı  Kefken ve İğneada arası avcılık yapılırdı.

Bugün; en az 500 beygir gücünde makine, 500 kulaç* boyu ve 60 kulaç derinliği olan ağ,
çok amaçlı teknolojik araç, gereç ve ortalama tekne sahipleri de dahil 20 kişinin çalıştığı saç tekneler…

Volender demeyeceğim. Soğuk hava deposu olan ve en az 500 beygir makine ile çalışan taşıyıcı saç tekneler…

*bir kulaç: 1.5 mt.

Resim: Halit Konanç

..
O yıllar bölgesel balıkçılık yapmak zorunda kalan gırgır tekne sahipleri ve çalışanları mutlu insanlardı. Her av sezonu denizden yeterince pay alınırdı.

..
Denizlerimizde tutulamayan, ölüp giden balık var mıydı da,  onları ziyan olmasın diye avlayan tekneler 80 sonrası handiyse ışık hızında gemilere dönüştü?

Bir çiçek açma ile bahar gelmez derler.

Kıyıda köşede parası olan da, olmayan da; “Bas paraları Leyla’ya bir daha mı geleceğiz dünyaya” diyenlere nazire yapar gibi; Demirel’in meydanlarda millete “bunlar beni de geçti”
sözü ile tarif ettiği Turgut Özal’ın kayığına bodoslama, karga tulumba bindiler.

Baharı görmesine gördüler de, 24 Ocak kararları bağlamında ayağındaki Derby lastikten yapılmış çizmeyi çıkararak 100 mt mesafedeki evine jeep’e binerek giden… Küresel sermayenin dayattığı neo-liberalizmi -o zamanlar bu değişimin adını bilmeyen iktisatçılarımızın olduğunu hatırlayınca!; horon çekerek , göbek atarak karşılayan.. Bugün bile; “Biz bu b…u niye yedik?” sorusunu dahi soramayan…Soranı balıkçı düşmanı ilan edenlerin, ortalıkta ülke de neo- liberalizmin koşulsuz şartsız temsilcilerinden medet ummaya devam edenler olduğunu düşününce, baharı bir daha göremeyeceklerini söylemenin ne önemi var ki?

1980 sonrası balıkçının deniz ve balık ile olan dostluğu maalesef son buldu.

Halit Konanç

Burhaniye

Bugün Çınar’la parktaydık biraz. Kıvrılarak inen kaydıraktan birlikte kaymaya gitmiştik. Bir de baktım bir peygamberdevesi. Oraya nasıl tırmanmış, nereden gelmiş anlayamadım. Uzun süre bakıştık, sonra nerede karşılaştığımızı yansıtan fotoğraflar çektim. Birkaç video çekimi de yaptım. Sonuçlar gülümsetti beni. Acaba siz de beğenir misiniz?

Fotoğraf: Özgür Keşaplı Didrickson

Çınar’ın bisikletinin zilini çalışının duyulduğu bir kelebek videosunu geçen hafta paylaşamamıştık. Bu hafta günlüğümüze bir youtube kanalı açtık. O video da burada;

Özgür Keşaplı Didrickson

26 Ekim

İzmir

Sarmaşıkları budadık. Bir yığın dal çıktı. Annemle koyulduk kapı süsü yapmaya. Daha önce hiç aklımıza gelmemiş. Bazıları yapraklı oldu, bazılarının yapraklarını yolduk daha güzel oldu. Ben sepet yapmaya koyuldum. İlk sepetim karşınızda. Biraz narin ama kullanışlı. Dalları temizlerken bazen bize çekirgeler, tırtıllar eşlik etti. Kabukları saklarken aldığım haz gibi bu sarmaşıklar da bana mutluluk veriyor.

Fotoğraflar: Yeşim Öndül

Yeşim Öndül

Burhaniye

Akşamüzeri Ören kumsalına gittik. Bir sürü bira şişesi, plastik çöp ve izmarit öbekleriyle karşılaştık. Yüzme mevsimi sonrası tüm kumsal, deniz manzarasını bir içme mekanı olarak seven ama nasıl oluyorsa bu sevdikleri yeri pisletebilenlerin olmuş sanki.  Hoş, her gün yüzmeye gelecek kadar denizle bağı olan ama ardında çöp bırakan akrabaları da var onların. Anlaşılmaz bir ilişki.

Alaska’da – sanırım ABD’de pek çok eyalette daha- kumsalda cam şişede herhangi bir içki içmek yasak. Hem çöp konusu hem de cam kırıkları tehlikesi yüzünden…Üzeri kapalı olmayan, bir tür çatısı olmayan hiç bir yerde de alkol içilemiyor. Amerika’yı özgürlüklerle anıyor, çok beğendiğimiz şeylerin kendiliğinden geliştiğini, hatta nerdeyse o ülkelerin vatandaşlarının doğuştan uygar olduğunu düşünüyoruz ama aslında uygarlık bu tür cezalar sayesinde ayakta duruyor. Bu açıdan esas özgürlük biz de, eh işte buna sevinebilirsek eğer.

Serin kumda, denizin türlü halini, bulutları izleyerek içmek elbette çok güzel. Daha uygar olmak adına bizde de benzer kurallar, cezalar uygulanırsa o saygısız, düşüncesiz, hatta basbayağı pis insanlar yüzünden denizden, kumsaldan ardında iz bırakmadan ayrılabilen bizlerin özgürlüğü eksilecek. Napalım yine de bu kuralların peşine düşsek düşsek biz düşeriz.

Bugün facebookta çok güzel bir balina fotoğrafı gördüm. Tepeden çekilmişti. Çeken kişiden izin almadığım için fotoğrafı ekleyemiyorum ama gördüğümü şu kelimelerle anlattım;

Denizkızlarına ilk inananlar bulutlardı

suya daldıklarında yağmuru da peşlerinden getirdiler

Özgür Keşaplı Didrickson

27 Ekim

İzmir

Bugün beni işe yolcu eden martı dönüşte de karşıladı. Keyfi yerinde balıkçı balık temizlerken o payına düşeni bekliyordu. Yunanca martı anlamına gelen “Glaros” isimli şarkıyı hatırlattı bana. Nakaratta, bazı kuşlar özgürlük için şarkı söylerken diğerleri gider yükseklerde uçar diyor.

Fotoğraf: Yeşim Öndül

Yeşim Öndül

Burhaniye

Geçen sene bugünlerde totem yapıyordu eşim. O çam ağacını yonttukça açığa çıkan desenler çok etkilemişti beni. Bir ağaç parçasının totem, maske vs olana dek yaptığı yolculuğun her anına şahit olmak çok özel bir deneyim.

Fotoğraf: Özgür Keşaplı Didrickson

Türkiye’nin ilk totemi Alaskalı Jno Didrickson tarafından oyuluyor

Not: Kuş türleri için trakus.org; kelebek türleri için trakel.org adreslerine bakabilirsiniz. Bitkiler konusunda facebooktaki Flora grubu dışında, turkiyebitkileri.com adresinden yararlanıyoruz.

Azizm Sanat Örgütü olarak doğadan zannedildiği kadar uzak olmadığımızı düşünerek, bu düşüncenin yarattığı umutla “Dirimbilim Günlüğü” köşesini açmaya karar verdik.

Dirimbilim Günlüğü’nün her yaştan herkesin katkısıyla oluşmasını arzuluyoruz. Günlüğümüzde yer almak için yer ve tarih bilgisiyle bize gözlem ve düşüncelerinizi aktarabilirsiniz. Notlarınıza fotoğraf, çizim, video da ekleyebilirsiniz.

Bizi birleştireceğini, yaban hayata olan sevgimizle güç birliği yapmamızı sağlayacağını umduğumuz günlüğümüze katkılarınızı bekliyoruz. Notlarınızı dirimbilimgunlugu@gmail.com adresinden yayın kurulumuza gönderebilirsiniz.

Bunu paylaş: