Modern Westernde Varoluşçuluk ya da Korkak Robert Ford’un Jesse James Suikastı – Orçun Üzüm

Andrew Dominik’in 2007 yılında yönettiğin Korkak Robert Ford’un Jesse James Suikasti filmi ilk bakışta sarı sıcak bir western gibi görünse de filmde aksiyondan uzak, ağır bir anlatımla varoluşsal ve psikolojik unsurlara yer veriliyor.

Film, bir tren soygunu öncesinde başlıyor. James kardeşlerin çetesi artık eski gücünden uzaktır fakat Jesse James çoktan yaşayan bir efsaneye dönüşmüştür. Çeteye katılmak isteyen Robert Ford bu sırada kendisini gösterir. Ford henüz 20 yaşında toy ve şaşkındır. Jesse James hikayeleriyle büyümüş ve onu idol almış bir gençtir.  Filmin asıl konusu bu ikilinin ilişkisi üzerine kuruludur.

Jesse eski bir asker olarak saygın bir geçmişe sahiptir. Amerikan iç savaşında Güney yani Konfederasyon adına savaşmış ve “yanki” kovalamıştır. Daha sonra halkı sömüren demiryollarını soymuştur ve bu sayede soyguncu olmasına rağmen güneyliler için bir kahramandır. Fakat biz onun karakterinin yıkılış dönemini izliyoruz, öyle ki bu yıkılış dönemi psikolojisi ile James kendisini ölüme teslim etmiştir. Filme yönelik getirilebilecek nadir olumsuz eleştirilerden biri ise Brad Pitt’in hayat verdiği Jesse James’in bir karakter olarak hakkınca işlenememiş oluşu ve bu sebeple iç dünyasının izleyiciye tam olarak aktarılamamasıdır. Tam olarak olaylar hakkında ne düşündüğü konusunda ne yazık ki belirgin bir karar şekillenemiyor. Öldürene veya canlı yakalayana yüksek miktarda para verildiği bir dönemde yakalanamayan güçlü haydut, efsane olmuş bir karakter, nasıl oldu da 20 yaşındaki bir yeniyetme tarafından öldürüldü veya James’i ölüme iten asıl sebep nedir?

Andrew Dominik, gerçeğinden farklı bambaşka bir Jesse James portresi çiziyor filmde. James son dönemlerinde eskisi kadar sağlam bir duruşu olmadığını fark ettiği an hatalar yapmaya başlar ve son dönemlerinde herkesten şüphe duyan paranoyak biri haline gelir. Onu bu hale getiren nedenler başlıca, güvenecek kimsesinin kalmaması, fazla yaşanmışlığın verdiği yorgunluk (belki de yaptıklarından duyduğu pişmanlık) ve kuzeninin ortadan kaybolmasından bihaber olmasıdır. James sıradan bir insan olduğunu fark etmeye başlar, fakat süreçte bu farkındalığa varan yalnızca kendisi değildi.

Robert Ford onun hikâyeleriyle büyür onun gibi olmak istiyordur, her hareketini takip edip onun gibi düşünmeye çalışır. James’in bunu fark etmemesi kaçınılmaz. Robert küçüklüğünden beri ezik muamelesi görmüştür, kötü adam olma ve hükmetme isteği buradan gelir. Olmak istediği kişinin en yakınındadır artık. Fakat James’in de onu aşağılamalarıyla karşı karşıya gelince, hayranlık durumu yerini düşmanlığa bırakmıştır. James’in paranoyakça davranışları Robert’in gözündeki imajını iyice yıkmış ve James’e hayranlık durumu tamamen ortadan kalkmıştır. Artık hayalleri değişmiştir. James’i öldürüp, valinin sunduğu ganimeti alıp toplumda itibar kazanıp efsane olmayı ister. Bir zamanlar en fazla abisi tarafından ezilen Robert artık abisini yönlendiren ve hayranlık duyduğu kişiyi öldürebilecek biri haline dönüşmüştür.

Malum cinayete doğru, Robert Ford korkak bir takipçiden, cesur bir kahramana dönüşmek için kendini hazırlamaya çalışmaktadır. İzleyicinin film adını okuduktan itibaren beklediği suikast sahnesinde yönetmen, James’e onu vuranın kim olduğunu tablodaki yansımadan gösterir. James kaderine boyun eğer. Burada önemli bir ayrıntı var ki, film boyunca silahını yanından ayırmayan James ilk kez silahını bir yere bırakıyor ve bıraktığı anda ölüyor. Bu da demek oluyor ki silahını bıraktığı anda ölmeye zaten hazırdır. Bir anlamda kendi ölüm emrini kendisi vermiş olur. James son dönemlerinde fazla yorgun ve yıpranmıştır, uzak bir ihtimal olmasına karşın Robert’e duyduğu veya duymak istediği güven nedeniyle de silahını onun yanında bırakmış olma ihtimali var. Fakat iç dünyasını ne yazık ki kötü oyunculuk sebebiyle (bu nokta özelinde) anlayamadığımızdan bu ihtimali uzak tutuyoruz.

Filmin görüntü yönetmeni Roger Deakins’ın filmin var olma sürecinde ki estetik dokunuşları ve tercihleri sinematografik anlamda muazzam etkilere sahip. Her bir karesi resim sergisinde yer alabilecek olan görselliğin yanında, filmin müziklerini yapan Nick Cave de filmin ses kanalında aynı etkiyi yaratmayı ve görüntüyü beslemeyi başarıyor. Karakterler arası duygusal tartışmaları izleyiciye aktaran, var olan hikâyenin anlatımını son derece güçlendiren bir etkide ilerliyor müzikler.

Albert Camus’a ait bir söz, ‘Alçalmak, yükselmekten daha kolaydır’. Filmin ölüm sahnesinden sonra Robert tam anlamıyla sözün varoluşsal anlamını karşılamakta. Filmin başından sonuna yaşadığı karakter değişimleri bir yere kadar hoş ve anlamlı geliyordu aslında, ölene kadar. Olmak istediği kişi, büyütmüştü onu. İnandığımız birinden vazgeçme eylemi hiç kolay değildir, James’i arkasından savunmasız halde vurmak hiç kolay değildir. Filmde anlatılan aslında Robert Ford’un hikâyesidir. Ezikliğinin tek kurtuluşu James olmaktı, olamadı. James’i yok etmek oldu sonrasında, yok edemedi. Kendisini yaratmıştı sonunda, artık tanınan ve kişilik sahibi biriydi Robert Ford. Hatta mahlas takıp şarkısını bile yapmışlardı; Nick Cave’in bar sahnesinde söylediği şarkının sözlerinde geçiriyordu, ‘Korkak Robert Ford’…

Filmde Dominik’in yönetimi, Deakins ve Nick Cave’in tanrısal dokunuşları ve diğer bir yandan filmin temel aldığı romanın yazarı Ron Hansen’in de belirttiği gibi ‘Casey Affleck, Robert Ford rolü için dünyaya gelmiş’ dedirtebilecek güçlü oyunculuklar göz önüne alındığında Korkak Robert Ford’un Jesse James Suikastı seyirlik anlamda inanılmaz bir boyuta taşınıyor.

***

Korkak Robert Ford’un Mektubu:

3 Nisan sabahı Jesse ve ben her zamanki gibi kahvaltıdan önce gazete almaya merkeze gittik. Eve 8 gibi vardık ve odanın karşısında oturmaya başladık. Jesse bana arkasını dönük oturup St. Louis Republican’ı okuyordu. Times’ı aldım elime, gördüğüm ilk şey manşette Dick Liddil’ın teslim olmasıydı. O arada Bayan James geldi ve kahvaltının hazır olduğunu söyledi. Hemen yanımda duran sandalyenin üstünde bir şal vardı, hemen onunla gazeteyi örttüm. Jesse fark etti ama göremedi, sandalyeye doğru geldi, şalı yatağa doğru fırlatıp gazeteyi aldı. Sonra mutfağa gitti. Ardından ben de gittim mutfağa ve Jesse’in karşısına oturdum.

Bayan James kahve koydu ve masanın sonuna oturdu. Jesse gazeteyi masaya yaymış başlıkları bakıyordu. “baksana, Dick Liddil’in yakalanışını yazmışlar” dedi ve bana doğru baktı sertçe.

“Genç adam! Dick Liddil’in yakalandığını bilmediğini düşünüyordum” dedi.
Bilmediğimi söyledim.

“Peki” dedi, “çok ilginç, üç hafta önce yakalanmış ve sen onun komşusuydun o zaman, hiç inandırıcı değil.”

Kızgın bakışlar atmaya devam ederken, ben kalktım ve karşı odaya geçtim. Bir dakika sonra, Jesse’nin sandalyesini ve kapıya doğru yürüyüşünü duydum. “Önemli değil Bob, her neyse.” dedi gülerek ve mutlu bir edayla.
Onu kandıramadığımı biliyordum. Çok sinirliydi. Orada onu satmak için olduğumu benim kadar iyi biliyordu o an. Çocukları ve karısının yanında öldürmeyecekti beni elbette. Yatağa doğru yürüdü ve kasıtlı olarak kemerini çıkardı tabancasıyla birlikte ve yatağa attı. Bu onu silahsız ve kemersiz ilk görüşümdü.

Bir şeylerle uğraşmak istiyordu kahvaltı masasında olanları unutturabilmek için. Ve “şu resim baya tozlanmış” dedi. Görebildiğim kadarıyla hiç toz yoktu. Bir sandalye çekti ve resmi eline alıp tozunu almaya başladı.
Oradaydı, silahsız, arkası bana dönük… Birden düşündüm. “Ya şimdi ya hiç. eğer onur vurmazsan, o seni vuracak akşam.” ertelemeden altı patlarımı çektim ve otururken hazırladım. Silahın sesini duymuş olmalı ki bana doğru dönerken silahı ateşledim. Kulağının arkasından vurmuştum. Birden kütük gibi yere düştü ve öldü.

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi117

Bunu paylaş: