Balaam’ın Eşeği – Tuba Nur Beyret

“Görünüşe göre batıyorsunuz beyim, batıyorsunuz yavaştan.

Ama o içine battığınız şey nedir düşünür dururum meraktan.

Ey bulutlardan gelen gür ses, konuşmak acı veriyor bıçak gibi,

Düpedüz ölümün içine batıyorum, hayatsa artık terk ediyor beni.”

 

Epik Nick Cave şarkılarında bizi himayesine alan o garip ve efsunlu hava, sanatçının büyük bir bölümünü Berlin’de yazdığı ve 1989’da yayınlanan ilk roman çalışması Ve Eşek Meleği Gördü adlı eserinde de kaçınılmaz bir şekilde gelip bizi buluyor. Eserde Nick Cave’in bazen karanlık, çoğu zaman tekinsiz, gürültülü ve kekre dünyasına, Euchrid Eucrow ve doğduktan ancak bir kaç saat sonrasına kadar yaşayabilmiş ikizinin doğumuyla kapı aralanmakta.

Hikâye bazen yazarın ağzından bizlere sunulurken çoğunlukla sağır Euchrid’in anlatıcı olarak karşımıza çıktığını görmekteyiz. Sorumsuz ve ayyaş bir anne ile geçmişte sapkın aile bağlarına şahitlik etmiş etkisiz ve ağırlıksız bir babanın çocuğu olarak dünyaya gelen Euchrid doğduğu andan itibaren bir öteki olarak yaşamaya başlar. Euchrid’in hikâyesini, şüphesiz bundan kaynaklanan bir öfke, hüzün, ses ve sözlerle dinlemeye başlarız.

Kasabada, eski zamanlarda Daniel’in kitabında geleceği haber verilen yedinci melek olduğunu ve kaderin onu kudretli bir adam yani İsrail’e bir peygamber olarak gönderdiğini söyleyen Jonas Ukulore’nin katı inananları olarak yaşayan ve bölgenin nüfuzlu kitlesi olan Ukulistlerle beraber yaşamaya çalışmak Euchrid için hiç de kolay olmaz. Zaten bu iki taraf arasındaki ilişkilerde beraber bir yaşam ya da müşterek bir ortam zemini yoktur. Euchrid ve ailesinin yaşadığı kulübe kasabadan yalıtılmış gibidir. Cinayetlerin işlendiği, kavgaların çıktığı bir eve karşı halkın bu kadar sessiz kalması eserde kapatılması ihmal edilmiş bir gedik midir yoksa “herkesin, ötekinin acısına sağır” olmasına bir dokundurma mıdır bilemiyoruz.

İncil’den ve Tevrat’tan çokça alıntılar yaparak ve hikâyesinin omurgasını ayetlerle ilintili bir şekilde oluşturan Cave, kitabın adını da İncil’de anlatılan bir hikâyeye dayandırır. Buna göre, İsrail halkını lanetlemek üzere yola çıkan yaşlı bilge Balaam’ın binek olarak kullandığı eşek yolda bir melek görür. Bu melek Tanrı tarafından gönderilmiştir ve bu İsrailoğullarını lanetlememesi gerektiği anlamına gelmektedir fakat bu meleği yalnızca eşek görür. Bunun üzerine eşek ısrarla yolunu değiştirip Balaam’ı bunu yapmaması gerektiğine ikna eder böylelikle Balaam bu tel’inden vazgeçer.

Euchrid’in sıra dışı ebeveynlere sahip olması, Ukulistlerin onu asla kabul etmeyen ve yeri geldiğinde zulümden çekinmeyen davranışları, maruz kaldığı cinsel, fiziksel ve duygusal şiddetin Euchrid’i kızgın ve sert bir çocuk yapması muhakkak fakat bu yaşantı anlatılırken acının, şiddetin ve cinselliğin pornografi boyutuna varması ve edebi bir estetik üslup noktasından uzak kalması sağlam bir zemine oturtulmuş bir hikâye için üzücü.

Gün yüzüne çıkmamış olanı vurgulayan, konuşmadıklarımızdan, düşünmediklerimizden, aykırı gördüklerimizden esinlenen; cinselliğin, şiddetin, insan psikolojisinin derinliklerinin, inanç ve ahlak sistemiyle çatışan her türlü tutumun iyi ve erdemli olanın tarafı tutulmaksızın konu edildiği, sert, aykırı, eleştirel, çoğunlukla gerçekle hayalin arasındaki ince çizginin üstünde bir anlatı oluşturmaya çalışan yer altı edebiyatının en büyük açmazlarından biri sanırım bu.

Görsel:  Bileam Engel (1836) – Gustav Jaeger

Bunu paylaş: