Aziz Sancar’ın söylemedikleri üzerinden ABD gerçekleri (1)

Ali Nesin, Celal Şengör, Aziz Sancar bir süredir yine gündemde. Doğallıkla bir bilim adamının çalışmalarının ideolojik görüşlerinden ayrı tutulup tutulamayacağı gibi yararlı bir tartışma da. Bu üç bilim adamının ünlü ve/veya ödüllü olması nedeniyle de gündemde yer aldıklarını, aslında bilimle ilgili küresel sorunlar ele alındığında bu isimler üzerinden tartışılan konu başlıklarının okyanusta bir damla olduğunu düşünüyorum. Örneğin bir bilim adamının “nasıl” ürettiği pek konuşulmuyor. Oysa ülkemizde ve dünyada pek çok bilimsel çalışma kötü türden rekabet, emek sömürüsü içeren hoca-öğrenci ilişkisi, güçlü olduğunca (ün, unvan, cemaat mantığıyla işleyen kitle gücü vs) meslektaşının önünü kesme, tekel olmaya çalışma (özellikle az sayıda araştırma yapılan alanlarda), hatta yalan, çok can alıcı şekilde yaşanmaktadır. Bu durumların sıklıkla görünmez bir şekilde işlenmesi zaten sorunun çözümünü zorlaştırıyor. Kanıt sunulabilen durumlarda ise ünlü olanın dokunulmazlığı (ülkemizin gururu, sevip saydığımız bir insan nasıl böyle olabilir? Asılsızdır bunlar kesin vb gibi tutumlarla) haksızlığa uğrayanın sesinin kısılmasına neden olurken, bu konunun gündeme gelmeyişi bilimle ilgili sorunlara dar bakışımızın örneklerinden biri. Halkın yanlış bilgilendirilmesi, tehlikeli ideolojilerin yayılması böylesi bir süreçten de beslenmiyor mu? Bu nedenle dünya, yurt geneli ya da görece küçük alanlarda “ünlü” olan isimleri, şahit olduğu bilimdışı tutumlarına rağmen alkışlayan bilim adamlarının varlığı, bir tehlike olarak  “ün” konusunun da göz ardı edilmemesi gerektiğini göstermektedir.

Bu girişi, bilimle ilgili pek çok başlığın, nerdeyse magazin kültürüne dâhil edilmiş evrim tartışmalarının gölgesinde kalmasına dikkat çekmek için karaladım. Bu yazıda Amerika’da yaşayan bir bilim adamı oluşu nedeniyle Aziz Sancar’dan, yalnızca son günlerde dönen videoda (1) söyledikleri üzerine düşündüklerimden söz edeceğim.

Sigara konusu:

Amerika’nın çok korkunç, çok pahalı, şirketlerce yürütülen bir sağlık sistemi olduğu -hele hele bu durumu daha da kötüleştiren Trump sonrasında- dünya sorunlarıyla ilgilenen çoğumuzun bildiği bir konu. Bir sürü insanın sağlık sigortası olmadan ve hastaneye yüklü borcu olarak yaşadığı bir ülkede sigaranın sağlığa zararından söz edilmesine terbiyesizlik bile denebilir. Binaların hemen önünde bile sigara içilemeyen ABD’de hükümet demek ki insanları ancak sigara kaynaklı kanserden koruma sorumluluğu hissediyor!

Amerika’da televizyonda sağlık reklamlarına çok sık yer veriliyor. Alaska’ya ilk gittiğimde bunu çok yadırgamıştım. ABD nüfusunun büyük çoğunluğunun sağlık açısından korkunç bir durumda yaşamaya mahkûm edildiğini öğrendiğimde ise şok olmuştum. Zar zor geçinenlerin gülen yüzlerin sucuk, seyahat, araba gibi ürünleri almamızı diledikleri reklamlara sürekli maruz kalmasından da beter bir iğrençlik. ABD’nin Ortadoğu işgali, kültürel emperyalizm vs dışında kendi halkına bu denli zor bir yaşamı reva gördüğünü bilmiyordum. Yoksul bir Alaska yerlisi olduğu halde yatıp kalkıp ABD eleştirisi yapmayan – yoksa orada nasıl yaşarmış zaten!- eşimin kimi değinilerinin tüm kapitalist ülkelerde yoksulların çok zor koşullarda yaşamasıyla ilgili örnekler olduğunu düşünmüşüm.

Sancar’ın sigaradan bu denli sık, tüm sağlık sorunlarının kaynağı gibi söz etmesi tüm bunlar nedeniyle en hafifinden saflıktır. ABD’nin genel sağlık tablosundan –ki çalışma konusuyla ilgili- haberdar olmaması gibi bir durum varsa bu, Nobel alsa da kimi bilimcilerin tehlikeli şekilde hayaller dünyasında yaşadığını gösterir. Bu gibi insanların genel cehaletleri, açıklamalarının bilgi kirliliği yaratması demektir elbette.  Sancar’ın ABD’deki sağlık sistemini bildiği halde eleştirmemesi olasılığı ise, üzerinde durulması gereken çok önemli bir konudur. Aydın bir bilim adamının, bu ödül nedeniyle kendisine gösterilen ilgiyi, ABD’yi genel olarak “uygar” bir ülke olarak gören halkımızı, hele hele gençlerimizi doğru şekilde bilgilendirilme fırsatı olarak göreceği için. Aksi takdirde ABD illüzyonuna hizmet etmiş olur ve bu kaygı vericidir.

Müslüman olduğunu söylemesi:

Kanımca en soğukkanlı ele alınması gereken açıklaması bu. Aslında şaşırtan bir durum değil çünkü Türkiye’ye geldiğinde kendisiyle yapılan pek çok söyleşi inançlı biri olduğunu gösteriyordu.

Bu açıklama özellikle ülkemiz açısından olumlu olarak görülebilir. Bilim tarihinde pek çok dindar bilim adamı olmasına rağmen dinci gericiliğe karşı haklı öfke, bu gerçeğin bilgiye, bilime çok önem verdiğini belirten sol kesimde bile unutulmasına neden olmuş görünmektedir. Öyle ki bilim çalışmaları yaptıkları takdirde yaşayacakları çelişkiler nedeniyle dindarlardan bilim adamı olamayacağı, hatta ateistlerin dindarlardan daha zeki olduğu yönünde genel bir görüş vardır. Her şeyden bağımsız ele alındığında Nobel ödüllü bir bilimcinin dindar oluşu, “ileri” olduğunu düşünenlerde de görülen bu bilimdışılıktan arınmak için önemli bir veridir.

Sancar’ın Müslüman olduğunu fazla duygusal bir vurguyla, aşırıya kaçarak belirtmesinin nedeni ya da nedenlerinden biri, böyle bir sorunun olduğunu bildiğini gösteriyor olabilir. Zihniyetinden, yarattıkları karanlıktan rahatsızlık duymaz gözüktüğü AKP’nin tabanına yönelik bir selam da olabilir ki bu daha olası gibi görünmektedir.

Bilim adamının dindar olamayacağı düşüncesi ülkemizle sınırlı olmadığı için Sancar dünya geneli için de bir örnek sayılabilir. Kimilerinin “İslamofobi”den dert yandığı günümüzde belki bunun aşılmasına da katkısı olabilir belki, bilemiyorum.

Evrimi ne zaman öğretelim kavgası beni çok üzdü: 

Kavgayı evrimin ne zaman öğretileceği olarak değil de genel durumla ilgili olarak ele alırsak… Sancar’ın da bilmesi gerektiği gibi ülkemiz bu “kavgaya” da benzer gericilikler gibi planlı bir şekilde itilmiştir. ABD’den ithal edilen yaratılışçı görüşler, 70’lerden itibaren ülkemizde cemaat liderlerinden Mili Eğitim Bakanlarına kadar pek çok kişi ve kurum tarafından yaygınlaştırılmış (2). Tüm bunlardan söz etmiyor Sancar. Neden-sonuç ilişkisini bilmez gibi Türkiye’nin kendi kendine bu denli karanlığa büründüğü düşüncesini yayıyor böylelikle.

Türkiye’nin çok sorunu olduğunu vurgulayarak böylesi bir kavgaya girilmesini “yazık, günah” olarak nitelendiriyor. Acaba Sancar AKP Türkiyesi karanlığında yıllardır bilime, özellikle evrim kuramına yönelik sayısız saldırıdan, böyle korkunç bir sorunumuz olduğundan habersiz mi? TÜBİTAK dergisinin Darwinli kapağının zamanında büyük tepkiye neden olacak şekilde kaldırılmasından, yakın zamanda evrimin müfredattan kaldırılmasına kadar yaşananlardan haberi yok mu? “Kavgadan”, kavganın evrimi öğretme zamanıyla ilgili olduğundan söz ettiğine göre bu konuya değindiğini mi düşünmeliyiz? Son dönemde akademisyenlere yapılanlardan da mı haberi yok? Bunları biliyorsa buna rağmen susmamızı mı öneriyor? Bence burası çok açık. Ya Sancar yeryüzünün en dar bilimci at gözlüğüne sahip cahil biri ya da bilinçli olarak AKP’nin (ve ABD’nin) işine gelecek şekilde açıklamalar yapıyor.

Zannetmiyorum ama birinci durum gerçek ise o zaman Nobel de alsalar kimi bilim adamlarının toplumu aydınlatmaktan çok gerileştirecek düşünceleri olduğuna mükemmel bir örnektir bu. Zekânın karmaşıklığına, tarifinin güçlüğüne dair herkesin farkına varması gerektiğini gösteren bir durumdur (Sancar yalnızca bir örnek). Kabaca söylersek DNA hakkında engin bilgiye sahip birinin kimi konularda “sıradan” bir insandan daha “zeki” olmayabileceğini de gösterir. Hem hepimizin yakınında kafamızın basmadığı kimi konularda (fizik, kimya vs) inanılmaz derinlikli bilgiye sahip olan ama sosyal zekâsı, genel kültürü sığ pek çok “eğitimli” insan yok mu? Kaldı ki akademisyenler arasında doktorası olanın olmayanı aşağılanması, başarının makale sayısına göre ölçülmesi gibi sağlam bir temele dayanmayan görüşlere sık rastlanması (ABD dâhil) bilim adamlarının eğitimli olmanın ötesinde “aydın” olmayabildiklerini göstermiyor mu? Sancar örneği, halk genelinde eğitim görmüş insanlarla ilgili, sorgusuz kabul edilmiş görünen “çok bilgili ve her görüşü doğru olan insanlar” algısını yıkmaya yardımcı bir örnek de olabilir.

Türkiye’nin çok sorunu var:

Sancar’ın Türkiye’nin çok sorunu olduğunu böylesine vurgulaması, yaşadığı topraklarda pek az sorun olduğu izlenimini doğuruyor. En azından toplum genelinde böyle olacaktır çünkü bizler tüm yaşamı boyunca ülkesinin her açıdan “geri” olduğuna inanmış/inandırılmış bir halkız. Handiyse genlerimize işlemiş olan bu durum nedeniyle Batı ülkelerini mükemmel zannediyoruz. Bu nedenle elbette her örnekte sakıncalı olmayacak böyle bir söylem ABD’de yaşayan Sancar’ın ağzından çıktığında kaygı vericidir. Bu durum yine Sancar’ın bilim dışındaki bilgi birikimi ve/veya ideolojik durumu açısından önemlidir.

Korkunç bir sağlık sistemi olan ABD’de ırkçılık, eşcinsellere baskı, yerlilerin aşağılanması gibi birçok ciddi sorun var.  Hapishanelerde beyazlara göre çok daha fazla sayıda siyahi var. Göklere çıkarılan Van Gogh gibi örneklere, bilimsel yayınlara rağmen halk geneli, örn. Abraham Lincoln’ün akıl hastası olduğunu kabul etmeyecek kadar bilimdışı tutumlar sergiliyor. Böylesi bir toplum cehaleti ve baskısının da sonucu olarak birçok akıl hastası hastane yerine hapishanelerde.

Ancak Sancar için en önemli sorun eğitim eşitsizliği olmalı. Amerika’da yoksulların üniversiteye gitmesi neredeyse imkânsız çünkü üniversiteler çok pahalı. Türkiye’de oldukça klasikleşmiş “Kızlar için okul” kampanyası gibi eğitim odaklı çalışmalar yapan Sancar için üniversiteye gidemediği için, kendisi gibi Nobel ödülü alması pek mümkün olmayan yoksul Amerikalılarının değeri yok mu?

ABD’deyken Obama’nın radyo ve televizyonda lise mezuniyetinin önemini vurgulayarak “Lise mezunu olmasaydım burada olamazdım” demesini hayretle karşılamıştım. Vatandaşlarının lise mezunu olmasını yeterli gören ABD’nin bizimki gibi ülkelerin oldukça iyi eğitim gören öğrencilerine doktora vs için büyük imkânlar yaratmasını Sancar nasıl değerlendiriyor acaba? Neredeyse bütçe hesabıyla bizlerin beynini satın alan ABD, eğitimde tercih edilen, bilimde ileri bir ülke olarak görülüyor. Ülkemizdeki kaç insan ABD’nin kendi vatandaşlarına böylesi eşitsizlik yaptığını biliyor?

Aslında Sancar, bu açıdan çok önemli bir görüşü sıklıkla dile getirmişti. Örn. İsveç’in ABD büyükelçiliğinde yaptığı basın toplantısında “Bir ülkenin eğitim bütçesi, savunma bütçesinden fazla olduğunda o ülke görevini yapmış olur” demiş (3). Ancak pek çok insanın ABD’deki inanılmaz eğitim eşitsizliğinden habersiz olduğu düşünüldüğünde tek başına bu sözler NASA çalışmaları falan için daha fazla bütçe gereği gibi anlaşılacaktır (özellikle Türkiye’deki söyleşilerinde). Ortadoğu işgaline milyonlarca dolar harcandığı için bu görüş kapsamlı ve çarpıcı bir şekilde dile getirilse dünya genelinde yankı uyandırmaz mı? (tüm söyleşileri izleyemedim ancak böylesi bir haberi herhalde görürdük)

Obama’nın lise mezunu olarak ABD başkanı olunabileceğini belirtmesi, kendisinin de bilmesi gerektiği gibi çok gerçekçi değil. Bunu eşimle ilgili örnekten yola çıkarak anlatabilirim:

Lise mezunu eşim Türkiye’de dokuz yıl kuş göçü, kuş gribi gibi çok önemli çalışmalarda çalıştı, ileri eğitimler için seçildi. Alaska’ya ilk gittiğimizde yaban hayatla ilgili bir kurumda (Fish and Game) kısa dönemli iki işte çalıştı. Ülkemiz sonrasında ABD’de de karşılaştığımız bu mantıklı tutuma çok sevindik çünkü biz bir işi yapabildiği sürece herkesin üniversiteye gitmesi gerektiğini düşünmüyoruz. Bu aslında hükümetlerin de teşvik etmesi gereken, bütçe, emek gibi konular açısından da önemli bir durum. Ayrıca bu durum, örn. doktorası olan biri ile olmayan birinin yapılacak iş bakımından eşit olduğu/ olabileceği durumlar olduğu gerçeğini de göstererek akademi içindeki akıldışı görüşlerin de önünü kesebilir.

Ancak maaş gibi konulardaki eşitsizlik de var. Doktoranız varsa uzun dönemli iş bulma şansınız ve maaşınız eğitimsiz birine göre çok daha yüksek. Bu nedenle eşim bursa başvurdu. Bursun ortasında eşime biyoloji mezunlarının iş bulamadığı ve bu nedenle bursunun ancak bölüm değiştirmesiyle devam edeceği söylendi! Maddi nedenlerle bunu kabul eden eşim mezun olduktan sonra da 1,5 yıl boyunca iş bulamadı! Önceden birlikte biyoloji işlerinde çalıştığı kişiler eşimi işe almak istediler ancak işe almayla ilgili birim mezun olduğu bölüm nedeniyle, kurallar gereği başvurusunu geri çevirmek durumunda kaldılar.

Bursun bir kısmı geri ödenmek üzere verilmişti. İş bulamadığı kayıtlarda olması gereken eşime her ay hem eposta hem de posta yoluyla borcu hatırlatıldı. Alaska’dan dönmemizin en büyük nedenlerin biri bu durumdu.  Gönderilen postalar psikolojik olarak da çok yıpratıcıydı. Fish and Game’de Türkiye’deki çalışmaları gözetilerek iş verilen eşim, biyoloji okuyabilseydi veya lise mezunu olarak eşit şartlarda çalışabilseydi yaban hayatını çok iyi tanıdığı Alaska’daki çalışmalara çok anlamlı katkıları olabilirdi.

Alaska’da yaşamayı çok isteyen pek çok “eğitimli beyaz” ABD sistemin de desteğiyle,  annesi ve babası Alaska yerlisi olan, bu nedenle o topraklara ait yüzyıllara dayanan bilgilere de sahip bir kültürden gelen eşimin önüne, en başta yoksul olduğu (belki yerli oluşu nedeniyle de; ırkçılık çok ciddi bir durum) için geçebiliyor, eşiminki gibi sorunlarla karşılaşan yoksullar memleketlerini terk etmek zorunda kalabiliyorlar.  Öyleyse bir insanın uzun yıllara sahip deneyimini bile hiçe sayan bir sistem içinde ABD başkanı olmak nasıl mümkün olabilir? ABD’de parası olan özgürdür, eğitim alabilir, istediği yerde çalışır, daha da çok para kazanabilir. Öyle görünüyor ki tek istisna üniversite eğitimini başka bir ülkede yapan, çok da zengin olmayan ailelerden de çıkabilen “başarılı” TC vatandaşlarının gibi durumlar. Eşimin eğitim ve iş macerasının olumlu sonuçlanması ABD’nin dünya çapındaki imajını pek de güçlendirmezdi ancak bizimki gibi ülkelerin öğrencileri yıllardır bu imajın oluşmasında ve güçlenmesinde büyük rol oynamışlar (elbette çoğu bilmeden).

Sancar’ın pek çok söyleşisi var ve bu video bir söyleşinin kesiti. Hepimiz sonuçta insanız. Konuşma metni hazırlamadan mikrofon gerisine oturduğumuzda unutkanlıkla, heyecanla görüşlerimizi doğru iletemeyebiliyoruz. Sancar, Amerikalıların da çok büyük sorunlarla yaşadığını sıklıkla dile getiriyor, Nobel ödülünün getirdiği ilgiyi yaşadığı toprakların vatandaşlarının daha adil yaşaması adına türlü çabaları için de kullanıyorsa elbette tüm sözlerimi geri alır, saygı duyarım. Ancak Sancar’ın bir konuşmasında ülkemizdeki bilim çalışmaları için ona yardım edeceğini söyleyen (bilim alanında!!!) Erdoğan için “Allah ondan razı olsun” demesi, hemen sonra manevi mirası bilim olan Atatürk’ün rol modeli olduğunu söylemesi (4) en hafifinden liberal bir çorba ile karşı karşıya olduğumuzu, kendisinden tutarlılık beklememizin aptalca olacağını gösteriyor.

Yazımıza devam edeceğiz…

Kaynaklar

 

Özgür Keşaplı Didrickson

Bunu paylaş: