Hasan Anıl Sepetçi Yazdı: Ellerimin Arasındaki Hayat

 

Peter Ustinov, iki akademi ödülü kazanmış (Biri, ‘Topkapi’ filmi) bir aktör olmasının yanı sıra, yazar, tiyatro ve opera rejisörü, sahne tasarımcısı, köşe yazarı gibi pek çok karpuzu koltuğunun altına sığdırmış, UNICEF’in İyi Niyet Elçiliği de yapmış önemli bir sanat adamıydı. Kişisel olarak ‘Dört Albayın Aşkı’ ve ‘Romanoff ve Juliet’ oyunlarını çok sevdiğim Ustinov’un, 1966 yılında Batı Almanya’da televizyon filmi olarak da uyarlanan oyunu ‘Ellerimin Arasındaki Hayat’, Cevdet Arıcılar’ın yönetiminde İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda sahneleniyor.

Devlet Tiyatrosu’nun oyun tanıtımını “Suç nedir? Ceza nedir? Öldürmek nedir? Tüm bunların nesneni ya da öznesi ‘insan’ nedir?” diyerek yaptığı oyun, Martovski adında bir gencin tecavüz suçundan ölüm cezasına çarptırılmasıyla başlıyor. Hikâye de zaten bu cezanın gerekliliği, toplumun vicdanı, kurban olma gibi temaları, gazetecilerin, politikacıların, yazı işleri müdürlerinin, hekimlerin bakış açısından irdeleyerek ilerliyor. Bunu yaparken de özellikle bakanın, ‘insan’ olarak trajedisine merceğini uzatıyor.

Oyun, suçun işlenme koreografisiyle açıldıktan sonra, konuyu araştıran gazeteci Arthur Long’un (Nişan Şirinyan) anlatıcı olarak takip ışığının altında öyküyü anlatmasıyla devam ediyor. Anlatıcı konumundaki gazeteci anlatırken, arkadaki karanlıkta diğer sahnenin dekoru hazırlanıyor ve böylelikle hem sahne geçişleri sağlanıyor hem de seyirci gazetecinin nereden nereye sürüklendiğini takip ederken, oyun bir dinamizm yakalıyor. Çünkü oyun boyunca 8-9 farklı mekân kullanılıyor. İdamlık mahkûmu affedebilecek tek kişi konumunda olan Bakan’ın evine girildiğinde ise mevzu biraz değişiyor. Diyaloglar uzuyor, hikâye tempo kaybediyor ve bir anda sanki başka bir oyuna geçilmiş gibi hissediliyor. Gözler anlatıcıyı arıyor, Bakan’ın evinde geçirilen zamanda gazetede ne olduğu daha çok merak ediliyor. Belki de yönetmenin, Bakan’ın yaşayacaklarından dolayı ailesinin derinleşmesine verdiği önemden ötürü oyunun diğer sahneleriyle olan uyum kayboluyor.

Cevdet Arıcılar, Bakan’ı kendisinin canlandırdığı oyunu olabilecek en sade, dönemiyle paralellik gösterecek bir anlayışla sahnelemiş. Bir Devlet Tiyatrosu yapımı olarak seyirciye yenilikçi bir estetik anlayışı sunmayan oyunun böyle bir derdi olduğunu da sanmıyorum. Anlaşılan yönetmen, metnin temas ettiği kavramların düşünülmesini, kendi getireceği reji buluşlarına tercih etmiş. Şahsen son derece ‘eski moda’ ve ‘zamanın gerisinde’ bulduğum bu sahneleme tarzından artık uzaklaşılması gerekiyor. Evet, metin elli yıldan eski ve merkezine aldığı konular güncelliğini koruyor olabilir; ama unutulmaması gerekenin ‘bu zamanın’ seyircisine tiyatro yapıldığı kanısındayım. Bu toplumun kodlarına ve bu toplumun ‘bu zamanına’ tiyatro yapmak, oyun seçiminde belirli kriterleri göz etmeyi gerektirdiği gibi sahnelemede de çağdaş bir estetik anlayışını zorunlu kılıyor. En azından, sahne geçişlerinin döner sahneyle sağlanması, Bakan’ın evindeki tempo kaybını önlerdi diye düşünüyorum.

Metnin çevirisi ise başka bir çapak olarak göze çarpıyor. Nevin Kayabal ile Ahmet Güngör Ençer’in imzasını taşıyan çeviri, en klişe tabiriyle ‘çeviri kokuyor’. Diyalogların birebir çevrilmesi, düz yazı çevirilerinde bile işe yaramazken, tiyatro dilinde ise ne yazık ki daha büyük sıkıntıları su yüzüne çıkarıyor. Bazen karakterler, bilhassa tansiyonun yükseldiği sahnelerde ikna edicilikten uzak şekilde konuşuyorlar.

Oyunculuklar, oyunu izlenir kılan bir etken. Nişan Şirinyan, Arthur Long’da yer yer tüm o ‘bitse de gitsek’ süratine rağmen sınıfı geçiyor; Cevdet Arıcılar, Bakan’da bu oyunu neden sahnelediğinin yanıtını verircesine ayrıntılı bir politikacı kompozisyonu çiziyor; Bakan’ın eşinde Ahenk Demir, ailenin ait olduğu toplumsal sınıfı annelik anaçlığıyla birleştiriyor; Mac’de Seda Yıldız, bildiğimiz gücüyle tam kaypak ve tiraj düşünen bir yazı işleri müdürü çiziyor. Diğer tüm oyuncular da işlerini başarıyla yerine getirirken, ilgimi en çok çeken ise, Bakan’ın oğlu gibi oldukça hacimli bir rolün, etrafındaki deneyimli aktörlerin altında ezilmeden kalkan Tolga Pancaroğlu oldu. Bir insanı idamdan kurtarmak pahasına aile sırlarını ortaya dökmekten çekinmeyen asi genç John’u, yaşının ve deneyiminin üstünde bir olgunlukla canlandırıyor. Böylesine ağırlıklı bir rolü, bölgeden ‘nispeten’ genç bir aktör getirmeden sözleşmeli birisine teslim etmek, oldukça cesur ve gençleri yüreklendirici bir tercih.

Sertel Çetiner’in dekoru, renkleriyle yer yer sıkıntı verse de arka planın morg kapaklarından oluşması güzel bir fikir. Kostümler, dönem, oyun ve dekor tasarımıyla uyum içerisinde, ışık tasarımı belirli düzeyde bir illüzyon yaratmaya olanak sağlıyor; fakat oyunu arkalardan izlemiş biri olarak, dışarıda bulunan takip spotunun fanının sesinden çok rahatsız olduğumu belirtmeliyim. Keşke, oyunu arkalardan izleyen seyircilerin de konforunu gözeten bir çözüm bulunsaydı.

Ellerimin Arasındaki Hayat, idam cezasının yeniden konuşulmaya başlandığı ülkemizde sahnelenmesi açısından oldukça iyi bir seçim. Yasaların ülkeden ülkeye değişse de insanın özünde aynı olduğunu göstermesi, oyunu izleyen seyircinin ülkemizle paralellikler kurmasını sağlıyor. Bu da metnin ne denli zamansız olduğunu gösteriyor.

Ellerimin Arasındaki Hayat, seyirciye sanatsal haz olarak pek bir şey vaat etmese de etrafında dolandığı mevzular itibariyle seyredilebilen, tiyatral açıdan ‘etliye sütlüye’ karışmayan bir yapım. Eğer metni alıp okuma imkânınız yoksa ama gidip dinlenebilir, izlenebilir. Özellikle ilk perdedeki sahne değişimlerinin temposu itibariyle, sinemayı seven ama tiyatroya pek ısınamayan seyircileri de memnun edebilir.

Son ama gerekli bir not: Cevdet Arıcılar’ın, yönetmen olarak son selamı kendisine bırakması ve rolü ‘daha hacimli’ görünen Nişan Şirinyan’dan sonra selama çıkması rahatsız edici gelebilir ama unutulmaması gereken, oyunun eksenindeki rolün Bakan olmasıdır. Oyunun adı bile ‘Ellerimin Arasındaki Hayat’. O hayat, Arthur Long’un değil, Bakan’ın ellerinde. Gene de selama beraber gelebilirlerdi, bu da Cevdet Arıcılar’ın ‘yönetmen payı’ olsun diyelim.

Hasan Anıl Sepetçi

Bunu paylaş: