Söyleşi: Kaan Arslanoğlu

Söyleşi: Kaan Arslanoğlu*

Ütopya dosyamız için çalışma talep ettiğimiz, Azizm dostu, aydınlar arasında psikiyatrist ve yazar Kaan Arslanoğlu da vardı. Arslanoğlu ile ilk kez Sol Kültür zamanlarında temas kurmuş, sinema yazılarımızı yayınlanmaları için iletmiştik. Hali hazırda pek çok kurmaca ve eleştiri kitabı bulunan Arslanoğlu ile fikir alışverişi amacıyla zaman zaman diyalog kurmak zihin açıcıydı. Ütopya ile ilgili veya ilintili bir çalışması olup olmadığını sorduğumuzda ise, Türk edebiyatında ütopya/distopya üzerine roman yazmış sayılı kalemlerden biri olarak, 2007 çıkışlı Sessizlik Kuleleri adlı yapıta imza attığından bihaberdik. Neyse ki Arslanoğlu bizi ufalamak yerine bu durumu sakince karşıladı. Biz de bu iyi niyeti ve olgun tavrı söyleşi talebiyle yanıtladık. Yoğunluğundan ötürü kısa yanıtlar vereceğini söylerken bu sözün tam anlamıyla hakkını vereceğini düşünmemiştik belki ama daha sonra kendisiyle uzun uzadıya söyleşi gerçekleştirmek adına bu kısa açılışı kabul ettik. Ütopya dosyamızın söyleşisinin, edebiyatımızın sayılı distopya örneklerinden birini ortaya koyan Arslanoğlu’yla gerçekleştirmek zenginleştiriciydi.

 

Thomas More’un Ütopya’sı, bir yazar olarak sizin için ne ifade ediyor?

İnsanlığın eşitliğe dayanan güzel bir gelecek düşlemeye başlaması anlamına geliyor. Umudun yükselişe geçmeye başladığını gösteriyor. Şimdi düşüşe geçtiği zamanlarda ona buruk kalplerle bakıyoruz.

Edebiyat tarihimizde ütopya hanesine yazılabilecek yapıt sayısı sınırlı olmakla birlikte, özellikle Meşrutiyet döneminden 1940’lara uzanan dönemde hayalî kurmacalara daha çok rastlanıyor. Bu kurmacaların ise insanlığa dair bir ütopya olmaktan öte Türkiye’ye dair gelecek tasvirleri olduğu görülüyor. Sizce bu sınırlılığın sebepleri nelerdir?

Ancak kısa cevaplar verebileceğimi söylemiştim. Bu soruya en az iki sayfa gider J Türkiye düşünce üretiminde her yönüyle bir kenar mahalle bayisi düzeyinde hala. Olaylara evrensel bakamıyoruz. Türkiye’den böyle düşünce insanları çıkmıyor. İlla ki acentalık yapacaklar. Kendilerini ülkeyle sınırlıyorlar. Öyle olunca ülkeyi ve bu halkı da iyi tahlil edemiyorlar.

Ütopya yazınının yükselen eğilim olmadığı bir dönemde, Türkiye ile sınırlı kalmadan insanlığa dair bir gelecek anlatımına girişerek Sessizlik Kuleleri’ni yazmadaki güdülenmeleriniz nelerdi?

Türkiye’deki siyasi insanların ve çoğu siyasetle ilgilenen aydınların güncele boğulmaları ve o güncele kapılmayanları da apolitik ilan etmeleri. Çok ciddi sorun. Dünyada da aşağı yukarı böyle. Büyük siyasi olaylar gerçekleşmekte, hiçbiri önemsiz değil. Ama kapitalizm dünyayı bitiriyor. Yakında üstünde kavga verecek bir doğa kalmayacak. İnsanları sosyalist fikirlere çağırıyoruz, “sosyalistler” bile ilgilenmiyor bununla. Varsa yoksa o günün acil problemleri. Emek diyoruz duyarlılık yok, adalet diyoruz, hayır. Dünya bitiyor diye belki insanları korkutabilirim sandım. Peygamberler bazen denemiş, kimi kez işe yaramış. Çoğunun uyarısı işe yaramamış. Ama denemekte fayda var diye düşünmüştüm. Hiçbir işe yaramadı.

Kitap 2084 yılında geçiyor ve okur olarak tanıklık ettiğimiz devinimdeki betimlemelerinizin ütopya olmadığı aşikâr ancak günümüzle kıyaslandığında tam anlamıyla karanlık bir distopya olduğu da söylenemez. Bu griliği hayalgücünde bile idealizmi reddeden bir maddecilik olarak yorumlayabilir ve Kaan Arslanoğlu’na göre ütopyanın mümkün olmadığını söyleyebilir miyiz?

Ben bu insanlığın az bir olasılık aklı başına gelecekse büyük bir felaketten sonra geleceğini düşünüyorum. İnsanların akıllanmasının maddi şartları ancak o zaman oluşabilir. Felaket ve daha sonrası bir çıkış yolu ihtimali. Kitabı bu doğrultuda yazmış olmalıyım.

Orwell’in baskıcı distopik klasiği 1984’te betimlediği “Büyük Biraderin Gözetimi” ürpertisinin düzmece-gerçek ekran gösterileriyle gerçekleştiği ve Andy Warhol’un uygun gördüğü on beş dakikalık şöhretle bile yetinemeyecek yığınların sahnesine dönüşen bir zaman/mekânın tek başına distopya olduğunu iddia etmek mümkün mü?

Orwell’ı ve bu eserini beğenirim. Ama öngörüsü açısından fiyaskodur. Düşündürücü bir eser ama yanlış yolu gösterir. Bizi tehlike soldan geliyor diye uyarır, sağa doğru kaçmaya başlarız, asıl tehlike kaçtığımız taraftadır. Ve şu anda ezilmiş vaziyetteyiz.

Bir söyleşide Marksizm’i kimi başlıklarda kusurlu bulup komünizm düşüncesini ütopya şeklinde adlandırırken sosyalizmi ise halen elimizdeki en iyi sonuç olarak gördüğünüzü söylüyorsunuz. Peki, bu sosyalizm önceki ve şimdiki örnekleriyle kıyaslandığında ne gibi farklılıklar içermekte?

Şimdiki ve geçmişteki örnekler bu işin olabileceğine dair laboratuar deneyleri. Ve aynı deneyler nasıl yıkıldığını da gösterdi. Yeni denemeler kaçınılmaz. Ancak tüm dünyada yeni bir dalga halinde ülkelerin çoğunluğunu kapsayacak şekilde ortaya çıkması gerek ki, başarı şansı yüksek olsun. Tek tek ülkelerde olmuyor diye tek tek ülkedekiler Troçkistler gibi vazgeçmesinler bu işten. Yapılabileceği yapsınlar. Ama bilimsel düşünürsek zayıf çıkışların kalıcılığı da zayıf oluyor.

Sizle daha önce bir fikir alışverişimizde Baudrillard’ın düşüncelerinin postmodernizme mesafesi üzerine tartışmıştık. Tüketim Toplumu tanımı ile kapitalizmin uğradığı mutasyonu ortaya koyduktan sonra simülasyon kuramını inşa ederek bir şu anki distopyayı vurgulan Baudrillard’ın mevcut sisteme getirdiği eleştiriler ile Kaan Arslanoğlu’nun eleştirel ayrımını öğrenebilir miyiz?

Kötü olan bir sistemi eleştirirken insanlarla pek ayrışmıyoruz. Kapitalizmi kapitalistler bile eleştiriyor, patronlar bile eleştiriyor, AKP bile eleştiriyor. Hollywood filmlerinin bazılarında bile ağır kapitalizm eleştirisi var. İnsanlarla buna karşı sosyalizmi acilen kurmak gerektiği noktasında anlaşamıyoruz. O zaman çıkarlar işe giriyor. Gerçek olan da bu, laflar değil, gerçek davranışlar. Belki bu büyük çoğunluk gerçekçi, benim gibiler ise gerçekçi görünüm altında hayalciler. Belki pratikte onlar haklı. Ben tüm bunlara, siyasete ve felsefeye insan doğası açısından bir açılım getirmeye çalışıyorum. Evrim açısından, evrimci psikoloji ve genel psikoloji açısından, kişilik farklılıkları açısından bir şeyler söylemeye çalışıyorum.

Zaman ayırdığınız için teşekkürler.

 

Onur Keşaplı

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi106

Bunu paylaş: