Kamuya Odaklanan Bienalin Kamuya Mesafesi

Slogan olarak “anne ben barbar mıyım”ı seçen, kuramsal odak olarak ise “kamusal simya”yı merkeze alan 13. İstanbul Bienali beş farklı mekanda sürüyor. Kamu yararına karşı dev bir güç oluşturan sermaye gruplarının katkılarıyla gerçekleşen Bienal’in kamuyu özneleştirme çabası başlı başına bir ironi iken bir de üstüne “şehri kamulaştırma” sloganını benimseyip Sulukule başta olmak üzere kentsel dönüşüme eleştiri getirirmiş gibi yapmaları, bu dönüşüm mimarlarının finansmanı altında parodiye varmıştı. Ama Bienalin yediği en büyük darbe hiç şüphesiz Haziran Direnişi’nden geldi. “Şehri kamulaştırma”yı yerleştirmeler ve performanslarla hipergerçek bir noktaya taşıma planları yapılırken şehrin en büyük ve önemli meydanının tam bir ay boyunca halk tarafından kamulaştırılmasının gerçekliği karşısında suya düştü.

Sonrasında bu gerçekliğe eklemlenmeye çalışan hatta Gezi’yi öncüleme söylemlerine başvuran ve bu doğrultuda “ücretsiz” hale gelen Bienal’i geçtiğimiz gün Salt Beyoğlu, Antrepo ve Galata Rum Okulu’nda seyrettik. Özümseme veya etkileşim noktasına nadiren varabildiğimiz için “seyrettiğimiz” Bienal’de, konum açısından kitlelerle buluşma açısından en şanslı durumdaki Salt’ın, post modernizmi varabileceği en uç noktaya taşıdığını düşündüğümüz “çadır, tezgah vb.” obje ve alanların simülasyonlarıyla bu şansı -tıpkı giriş salonundaki eserlerin kendilerinde görüldüğü gibi- çöpe attığını gördük. İstiklal Caddesi’nin en yoğun noktalarından birinde insanların merakla içeri girip “bu sanat mı şimdi” sorusunu haklı olarak sorduklarını ve kimi entelektüel(!) izleyici ve görevlilerin bu soruyu “cahilce” bularak küçümsediklerini gördük. Bunun nasıl bir sanat biçimi olduğunu geçmişte tecrübe etme şansına erişmiş olarak buradaki asıl çatışmanın sanat eseri-hedef kitle arasında olduğunu düşünüyoruz. Hedef kitlesine iletisini ulaştıramayan, daha da kötüsü ulaştırmak gibi bir amacı olmayan yapıtların kitleler üzerinde sanat, sergi, galeri, bienal algısına olumsuz yönde hizmet edeceği açık. Antrepo ise mekanın sağlamış olduğu olanakları görece verimli kullanan bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Sloganlarının altını dolduramayan ve buram buram amaçsızlık kokan yapıtların yanında Gezi’nin rüzgarını arkasına almaya çalışarak ilgi çeken çalışmalar da var. Bizim dikkatimizi en çok çeken çalışmalardan biri insanlığın ilerici birikimine dair kimi adların ölüm masklarına iliştirilmiş borazanlar oldu. Ölüm ve sessizliğin fikir ve haykırış arasındaki tezatını çağrıştıran bu çalışma dışında “ucube” tabiri eşliğinde yok edilen Mehmet Aksoy’un İnsanlık Anıtı’na dair geniş bölüm ve sanatçının heykelin yıkıldığı tepeden verdiği yanıtlar görülmeye değer. Galata Rum Okulu ise sadece modernist mimarisi için bile görülmeye değer bir yapı. Sanki bu özelliğiyle eşleşmişcesine üç mekan arasında içerik olarak da en doyurucu olanıydı. Kentsel dönüşümlerin başat sonuçlarından olan AVMlere karşı 3. dünya ülkelerinde beliren başkaldırının video çalışmaları hem yaratıcı hem de çarpıcıydı. Bir başka video çalışmasındaysa modern bir komün evinde ilkel kömünal yaşantının gereksinimlerinin çağdaş bir grup tarafından giderilmesi fikri hem özgün hem de merak uyandırıcıydı. Ve elbette Sulukule üzerine çalışmalar her ne kadar Bienal’in destekçilerinin desteklediği bir yıkımın sonucu olsa da izleyiciyle buluşması açısından önemli. Çarpıcı fotoğraf karelerinin desteklediği bu bölümün, halkın daha çok uğrayacağı bir mekanda sergilenmesi kuşkusuz daha faydalı olurdu. 3 mekan arasında en az kalakabalık olan Rum Okulu’nun çatı katında sergileniyor oluşu ister istemez gözden uzaklaştırıldığını düşündürüyor.

Sonuç olarak olumlu olumsuz tüm beklentilerimizi karşılayan ve dolayısıyla heyecan uyandırmayan 13. İstanbul Bienali’ne kültür-sanat ajandamızda öncelik vermesek de özellikle Galata Rum Okulu görülmeye değer. Bienal ile ilgili mutlaka okunması gerektiğini düşündüğümüz iki eleştiriyi de atmayalım;

Anne ben hıyar mıyım? – Ali Artun
http://www.e-skop.com/skopbulten/anne-ben-hiyar-miyim/1510

Samimiyetsiz, Sıradan ve Sıkıcı: İşte İçeriksiz Bienal! – Necmi Sönmez
http://www.lebriz.com/pages/lsd.aspx?lang=TR§ionID=17&articleID=1140&bhcp=1

Bunu paylaş: