Söyleşi: Kemal Okuyan

Söyleşi: Kemal Okuyan*

Sovyet ve Sanat dosyamız çerçevesinde Kemal Okuyan ile Sovyet müziği üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Sovyet müziği ile ilgili bir çok sorunun kovalandığı, hoş sohbet havasında geçen söyleşimizle sizleri baş başa bırakıp iyi okumalar diliyoruz…

Geçtiğimiz 6-7 Kasım, Rusya’da komünistlerin önderliğinde yaşanan Ekim Devrimi’nin 98. yılıydı. Biliyoruz ki, nihai hedefe ulaşmak için, sömürücü sınıfların tasfiyesi ile birlikte ortaya çıkan tarihsel koşullara uygun, özgün insanın yaratılması gerekli. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği yeni insanın yaratılması konusunda müziği nasıl kullandı?

1917 Ekim Devrimi’den sonra birbirinden güç alan ama birbirinden oldukça farklı iki ihtiyaç belirledi sanat politikalarını. Bir yandan dişe diş bir sınıf mücadelesi sürüyordu hem Sovyetler içinde hem de uluslararası ölçekte. Sanatın bu mücadelede konum almaması, konumlandırılmaması düşünülemezdi. Öte yandan, daha ilk günden itibaren yeni bir toplum, yeni bir insanın yaratılmasında sanat doğal bir görev üstlendi. Dayanışmacı, kolektif, soyutlama yeteneği hızla gelişen, bilimsel düşünce ve yöntemle barışık, güzeli arayan, geleceğe umutla bakan, mücadeleci bir insan sanatla ilişkisi yeniden kurulmuş bir insandır. Sovyet iktidarının ilk yıllarında onca yokluk ve kaos içinde bu konular çok tartışıldı. Müzik üzerinde de duruldu. Ancak devrimin hemen ardından, en azından birkaç yıl boyunca müzik Sovyetler’de öncelikli bir sanatsal disiplin değildi. Edebiyat ve sinema bolşevikleri daha çok ilgilendiriyordu. Müziğin öneminin tam olarak anlaşılması için 1920’lerin ortasına gelinmesi gerekti. Bu elbette 1917’den hemen sonra bir şey yapılmadığı anlamına gelmiyor. En önemlisi şu: Toplumla müzik arasındaki ilişki ters yüz edildi. Sosyalist toplum örgütlü toplumdur. Fabrikada, okulda, çiftlikte, kışlada… 1920’lerde her yerde korolar kuruldu, Sovyet toplumu kitleler halinde şarkı söylemeye başladı. Milyonlarca akordeon üretildi, en ücra yörelere yollandı. Ve yeni biçimler peşinde koşulurken, klasik müziğin en gelişkin örnekleri emekçi halka son derece akılcı bir biçimde tanıştırıldı. İnsanın üretim sürecinde ilişki kurabileceği, hem alıcı hem yaratıcı olabileceği bir sanat dalı müzik. Bu anlamda müzik eğitimi Sovyet insanına ilk başta öngörülünden daha fazla etkiledi. Olumlu anlamda elbette.

Para insan hayatından daha değerli görülüyor ülkemizde. Aslında bu, sadece ülkemize değil, kapitalizme özgü bir durum. Bunun getirisi, koleje gidebilen çocukların, özel derslere tomarla para yatırabilecek durumda olanların, müzik eğitiminde daha şanslı olduğu. Eğitimin tamamının eşit, parasız, bilimsel olarak verildiği SSCB’nin müzik eğitimi hakkında bilgi verebilir misiniz?

Sovyetler Birliği’nde eğitimin eşit-parasız-bilimsel özelliklere kavuşması bir anda gerçekleşmedi. Bu bir süreç. Müzik alanında da sağlıklı ve sistematik bir eğitim politikası için belli bir zaman geçmesi gerekiyordu. Ayrıca bazı konularda deneme-yanılma yöntemi izlendi. Devrimden sonra Rus aydınının kitleler halinde komünist olduğunu düşünmüyoruz herhalde. Eğitimin uzmanlık gerektiren başlıklarında ciddi bir bilim-eğitim insanı açığı vardı devrimden sonraki yıllarda. Sanatsal eğitim için de geçerli bu. Özellikle müzik alanında belli başlı müzik okullarında ipler büyük ölçüde burjuva hocaların elindeydi. Dahası bu tür okullarda öğrencilerin de çoğunluğu bolşevik iktidara mesafe koyuyordu. Zaten “proleter müzik” hedefiyle önemli bölümü tutmayan ama büyük tarihsel değer taşıyan denemelerin sahipleri bir avuç genç hoca ve öğrenciydi. Sovyet iktidarı doğal olarak önceliği milyonlarca kişinin en temel ihtiyacı olan okuma-yazma seferberliğine vermişti. Eğitim sürecinin daha “nitel” başlıklarına daha sonra el atıldı ve müzik söz konusu olduğunda inanılmaz bir başarıya ulaşıldı. Çok değil, birkaç yıl önce okula kavuşan Rus köylerinden “birinci sınıf” hocalarla çalışma fırsatı bulan öğrenciler çıkardı sistem.

Ekim 1928’de ilk resmi gösterilerini yapan Kızıl Ordu Korusu, diğer adıyla Aleksandrov Şarkı ve Dans Topluluğu, şüphesiz SSCB’nin dünya müziğine katmış olduğu önemli değerlerden. Koronun, Büyük Yurtsever Savaş’ın başladığı ilk günlerden, Zafer Günü’ne kadar 1500’ün üzerinde etkinlik yaptığı biliniyor. Bu koro hakkında ne söyleyebilirsiniz?

Kurucusu Aleksandr Aleksandrov’un adını taşıyan Kızıl Ordu korosu, Sovyet kitle müziğinin amiral gemisiydi. Kurulduğunda küçük  bir  gruptu  aslında.  Ancak  kısa  süre  içinde  devasa bir aygıtın en tepesine oturdu. Koral müzik, Sovyetler Birliği’nde insanların birlikte şarkı söylemesinin önemini kavrayan bir toplumsal sistem sayesinde başka hiçbir yerde elde edemeyeceği bir önem kazanmıştı. Nerede birlikte şarkı söylersiniz? Çalışırken şarkı söylersiniz örneğin. Eğlenirken şarkı söylersiniz. Mücadele ederken, savaşırken şarkı söylersiniz. Kızıl Ordu Korosu toplumsal hayatta (ve üretim sürecinde) büyük rolü olan Sovyet askerinin hemen bütün ilgi alanlarına ve duygusal salınımlarına hitap ediyor ve onu şekillendiriyordu. Sanılanın tersine koronun repertuarı ağırlıklı olarak marşlardan oluşmadı. Halk şarkıları, opera parçaları, Sovyet bestecilerin lirik şarkılarını da seslendiriyordu koro. Ve hep derinlik katarak, zenginleştirerek. Koronun bütün bu yıllar boyunca gerçekleştirdiği kayıtların neredeyse tamamını dinleyebilmiş birisi olarak, rahatlıkla söyleyebilirim ki, 1991’den sonrasını bir kenara koyarsak, bu koro seslendirdiği hiçbir parçayı yüzüne gözüne bulaştırmadı. Bir sürü yapısal sorunu olan İstiklal Marşı’nı bile! Akademisi, müzesi ve irili-ufaklı yüzlerce askeri koro ve gruptan beslenen bir aygıttam söz ediyoruz.

İlk olarak sizin bir panelinizde öğrenmiştim, bizim(!) Mehter Takımı’yla Kızıl Ordu Korosu’nun Kremlin Sarayı’nda verdiği konseri. Sonrasında açıklamıştınız bu durumu. ‘‘Polis Korosu’’ yazınızda* da değinmişsiniz. Bir kez de Azizm Sanat okurları için açıklar mısınız?

Sovyetler Birliği’ndeki koroların sayısını kimse bilemez! Bunların içinde birinci sınıf olanları vardı. Aleksandrov Şarkı ve Dans Topluluğu, yani Kızıl Ordu Korosu’nu bir kenara koyacak olursak, Piyatnitskiy Şarkı ve Dans Topluluğu, Bolşoy Korosu, Omsk Şarkı ve Dans Topluluğu, Sovyet Radyosu Korosu hemen akla gelenler. Çocuk korolarını da unutmayalım, mükkemeldiler. Üniformalı topluluklar ise saymakla bitmez. Bir dönem Sovyetlerin istihbarat örgütlerinden NKVD’nin bile şarkı ve dans topluluğu vardı. Ordu bünyesinde ise bütün donanma ve kara ordularının kendi toplulukları vardı. Bunlar içinde Leningrad Ordu Şarkı ve Dans Topluluğu ile Baltık Filosu Şarkı ve Dans Topluluğu, Kızıl Ordu Korosu ile kıyaslanabilecek bir müzikal derinlik yakalamıştı. İç İşleri Bakanlığına bağlı güvenlik birimi olan MVD Korosu ise benim “polis korosu” dediğim bir başka ünlü koroydu. Sovyetler yıkıldıktan sonra Kızıl Ordu Korosu markasını kullanan çok sayıda topluluk türedi. MVD Korosu da bunlardan biriydi. Ve zevzeklik ile bayağılık üretiminde Aleksandrov Korosu’nu sollamıştı!

Tam da bu noktada SSCB’nin dağılmasıyla birlikte, Rusya Federasyonu’nun Sovyetler Birliği’nden devraldığı müzikal mirasın nasıl kullanıldığına değinebiliriz sanırım.

Fena batırdılar. Her şeyden önce Sovyet müziğinin zirvesinde yer tutan önemli bestecilere gölge düşürülmesine izin verdiler. Şostakoviç’i güya sahiplenmek adına onu ikiyüzlü, hatta çift kişilikli biri olarak resmettiler. Onun ve Prokofiyev’in eserlerinin anlamını çarpıttılar. Sovyet düzenine fazlasıyla sadık kalburüstü besteciler, örneğin Kabalyevskiy, örneğin Tihon Hrennikov unutturuldu. Kitle müziği gitti, popüler müziğin en pespaye örneklerinin önü açıldı. Açın Rus televizyonlarını eğlence programlarına dayanamazsınız. 25-30 yıl önce o kanallarda bütün müzik türlerinin en iyi örnekleri dinleniyordu. Kapitalizm her şeyi yok ediyor. Kızıl Ordu Korosu’nu sormuştunuz, bu ve diğer korolar hâlâ varlıklarını koruyor. 20 yılda bir tane çarpıcı yeni eser çıkarmadılar. Sovyet döneminin ezgilerini söylüyorlar. bazen sözlerini değiştirerek ve çoklukla anlamlarını bozarak. Yok edemiyorsan, çürüt! Teknik olarak da bayağı küme düştüler. Kızıl Ordu Korosu’nun solistleri dünyanın en iyileri arasında gösterilirdi. Georgiy Vinogradov, Sergey Nikitin, Yevgeniy Belayev, Leonid Haritanov sadece birkaç isim. Bunların klasik eserler seslendirdikleri kayıtlar da var, ne söylerlerse ona büyük değer kattılar. Şimdi ünlü Rus korolarında detone solistlere mahkumlar. Son derece doğal. İş diye yapıyorlar.

Dmitriy Şostakoviç. Ünlü Sovyet Besteci için antikomünizmin en çok uğraştığı sanatçılardan biri, desek haksız sayılmayız herhalde… Her ne kadar batılı sovyetologlarca ‘sanatsal yaratıcılığının köreltildiği’ iddia edilse de, 7. Senfonisini (Leningrad Senfonisi) sizin değiminizle ‘‘tepesine bombalar yağarken’’ yaratmıştı. Şostakoviç Sovyet müziğinde nereye denk düşüyordu?

Şostakoviç, Sovyet müziğinin tartışmasız zirvesidir. İşin gerçeği, 19.yüzyıl müziğinin de en tepesinde duran birkaç isimden Standart değildir, ortalamacı değildir, yenilikçidir. Bu anlamda Sovyet düzenininden güç almış ama onunla sürekli gerilim yaşamıştır. Gerilim yoksa büyük yaratıcılık da yok! Bazen bu gerilim onu yıpratmıştır ama eserlerinin en önemlileri gerilimin doruğa çıktığı anlarda besteledikleridir. Stalin dönemi, tek başına Stalin’in şahsıyla açıklanamayacak nedenlerle, gerilimin en yüksek olduğu dönemdir. Bu dönem sanatçılar çok zorlanmış, zaman zaman kişisel yıkıma varan sıkıntılar yaşamıştır. Çok zorlu mücadeleler dönemidir bu ve “özerklik” arayışındaki aydın için kısıtlayıcı bir yan taşır. Şostakoviç bütün önemli bestelerini işte bu dönem yazmıştır. İki senfonisi, 5. ve 7. senfonisi bu döneme sığmıştır, 1. piano konçertosu, hâlâ çok söylenen şarkıları… Bu büyük yaratıcı muhtemelen bütün bu dönem boyunca karamsarlığa da kapıldı. Ama bir yandan da Sovyet düzeninin başarıları onu da sürüklüyor, heyecanlandırıyor, ileriye doğru çekiyordu. Bu çelişkiler doğal. Doğal olmayan Şostakoviç’ten bir anti-komünist yaratmaya kalkan tarih çarpıtıcılarının yaptığı.

Şostakoviç’in 5. Senfonisinin Tarkan filminin müziği olarak kullanılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tarkan filmi seyretmedim ama bunu duymuştum. Başka filmlerde de kullanılmış Sovyet bestecilerinin eserleri. Bir de banka reklamlarında kullanıldı hem Şostakoviç hem de Haçaturyan. Sanırım İş Bankası ve Ziraat Bankası… Çocukluğumda kafama kazındı radyodaki bu ezgiler. Sonra başka bir bağlamda karşıma çıktı!

1930’ların başında sanat disiplinlerinin tamamını etkileyen bir kararla SSCB’de ‘‘sosyalist gerçekçilik’’ akımı öne çıkarıldı. Bu tercihin özellikle plastik sanatlar ve sinemayı etkilediği söylenir. Peki, müzik bu tercih neticesinde nasıl şekillendi? Devrimden sonra ilk 15 yılki süreç ile 1930’ların sonrasını kıyaslarsak ne gibi bir dönüşüm söz konusu?

Çok kapsamlı bir soru bu. Her şeyden önce “sosyalist gerçekçilik”le ilgili genel yargının geçersiz olduğunu söylemek gerekiyor. “Sosyalist gerçekçilik” hep, kültür sanat alanında sekter ve kaba bir müdahale olarak görülür. Bu burjuva ideologlarının iddiasıdır ama ilerici aydınlar da bunu kabullenmiştir. Oysa sosyalist gerçekçilik başta edebiyat olmak üzere sanat cephesinde Sovyet iktidarının “ateşkes” ilanıdır. Burjuva sanatına ve sanatçısına “en genel anlamda sosyalizmle barış, en azından uyum göster, ben de seni kabulleneyim” demesidir. Bu çok tartışmalı bir meseledir. Devrimden sonra devrimci sanat yeni biçimler peşinde koşmuş, bunların bir bölümü yaşamış, bir bölümü başarısızlığa uğramıştı. Sosyalist gerçekçilik bu arayışları kontrol altına alan ve burjuva sanatıyla mücadelede hedefi daraltan bir akımdır. Siyasal nedenleri vardır. Ben sanatın devrimci olması gerektiğini düşünürüm ama bunun sosyalist gerçekçilik diye adlandırılmasını kabullenemiyorum. Zaten herkesin anlaştığı bir tanımı da yok.

Yazılama Yayınevi ile gerçekleştirdiğiniz söyleşide ‘‘…belki, Sovyetler Birliği’nde müzik ile ilgili’’ bir kitap çıkartabileceğinizi ifade etmiştiniz. Bu yönde çalışmalarınız var mı?

Siyaset-müzik ilişkisi üzerine çalışıyorum. Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin kuruluş süreci bu açıdan son derece ilginç. Ne zaman biter bilmiyorum çünkü biraz da yoğun siyasi gündem içinde beni dinlendiren bir alan bu. Ama mutlaka kısa yazıların ötesine taşıyacağım çalışmalarımı.

Son olarak okurlarımızı, soL Haber Portalı’nda yayınlanan ‘‘Faşizme karşı zaferin şarkılı tarihi’’ isimli yazınızı** okumaya davet ediyorum. Vakit ayırdınız teşekkürler…

*http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/polis-korosu- kemal-okuyan-1242

**http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/fasizme- karsi-zaferin-sarkili-tarihi-115998

 

Gökay Korkmaz

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi95

Bunu paylaş: