Arayış – Onur Soylu

Arayış*

Trenin son vagonunda dalıp gitmişti. Tren durdu adam indi. Birden polislere çarpmamak için durdu. Üniforması düzgün, silahlı, coplu polislerdi. Fiyakalı polislerdi yani onlar. Yürümeye başladı adam. Yürürken çarpıyordu önüne gelene özür dilemeden hem de. Herkes ona bakıyordu. Gözleri olan herkes… Adamın karnı acıktı, bir kafenin kapısını açtı ve sınıfa geç kalmıştı. Kapıdan girdiğinde fark etti bunu. Hoca adama bakıp “suçlusun çık dışarı!” diye bağırdı. Tüm sınıf suçlu gözlerle onu izledi. Hak etmiş miydi? Suçu neydi? Cama koşar adımlarla yöneldi. Kimse tutmuyordu, o koşuyordu. Bu koşuda ayakları değil suçluluğu iş görüyordu. Atladı…!

En derinde, kafası betona değecek kadar derinde. Hiç bu kadar derine dalmamıştı adam. Denizden çıktığında herkes gitmişti. Koca deniz, boş şezlonglar. İçinden birine uzanmak geldi. Ama daha büyük bir sorun vardı. “Nerede lan bu insanlar?”

 Kanatları olsa bakardı uçarak. Kuşların vardı ama onun yoktu. Neden yoktu? O yaratsa kanatlı yaratırdı insanları. Neden yoktu ki kanatları? Sorulması gereken çok soru vardı. Soracak kimse yoktu. Onun neden kanatları yoktu? İnsanlar olsa cevap verir miydi? Ne zaman verdiler ki… Ama şimdi ona bile razıydı. Sessizlik can sıkıcı… Havuza tekrar dalsa belki düzelirdi her şey… Güzel fikir. Tekrar atladı bu kez koşmayarak…

Bu tokat çok ağır geldi işte. O an fark etti adam. Kendisini sevmeyen insan öpülemezdi. Neden öpülemezdi? Neden sevilmedi veya? Onunda gözleri, yanakları vardı. Hatta beni bile vardı. Sevilmeyen insan öpülemezdi evet ama sevilmeyen insan tokat yiyebilirdi. Yanağındaki kızarıklık bu deneyin kanıtıydı. İlk baştaki kalp atışı şimdi yerini mide bulantısına bıraktı. Vücudundaki ani değişikler her zaman canını sıkmıştı. Şimdi yine yalnızdı sanırım adam. Yürüyen tokadın ayak sesleri yankılandı kulakta.

Çok fazla ayak sesi! İsmini bilmediği sayısız caddeden birinde ortada bunu düşünmeden yürüyor adam. Yanında sayısız insanlar geçerken yine düşünmüyordu. Sayısız insanların üstünde sayısız giysiler vardı. Yine düşünmedi. Kendi üstünde de bir giysi vardı ama onlardan tek farkı bir kaç saniye önce o tokat yediği yanağıydı. Bu fark o kadar değerli değildi ama farktı işte. Neydi bu caddenin ismi? Neden suçluydu? Neden kanatları yoktu? Neden sevilmedi? Soruları birikti adamın. Cevapsız sorulardı bunları. Düşündü. Kim cevap verebilirdi? Tanrı belki ama onu hiç görmedi ki. Ne yapacaktı? Tanrı olabilir miydi? Denedi. Önce birini yarattı. Evet topraktan. Önce “suçlusun” dedi “inanmadın bana”. Sonra “ceza olarak kanat vermedim sana” dedi. Birde üstüne çirkin yaptım seni sevmedi kimse. Son cevap ise bu cadde benim evim dedi. Oldukça uzun bir evdi. Şimdi soruların cevabını aldı adam. Yani olay Tanrıyı aramakta değil Tanrı olmaktaydı. Fiyakalı, coplu, silahlı polisler geçiyordu yanından. Onlara da çarptı. Şimdilerde o Tanrıydı çünkü…

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi91

Bunu paylaş: