Sanat ve Edebiyatta Keçi – T. Ayhan Çıkın

Sanat ve Edebiyatta Keçi* 

Nihayet yaz bitti. O parfüm kokulu denizlerden uzaklaşmak zor da olsa, herkes evine işine döndü. Biz de “keçilerimizi kaçırmamak” için onun insanlara kattığı ekonomik   ve   mitolojik   katkıları   yanında “sanatsal   katkılarını” da   irdeleyelim istedik. Ancak son istatistiklere baktığımızda gerçekten Türkiye’den keçileri kaçırmışız. Nitekim 1960’da 24,6 milyon olan keçi sayısı 2009’da 5,1 milyona düşmüş. 1996’da Kardak nedeniyle neredeyse savaşa giriyorduk. ABD Başkanı Clinton bu kriz hakkında şöyle konuşuyor: “Büromda, Rus Başbakanı Viktor Çernomırdin ile görüşüyordum. Türk Başbakanı Tansu Çiller aradı ve üzerinde 12 keçi yaşayan bir kayacık için Türkiye ile Yunanistan’ın savaşın eşiğinde olduğunu söyledi. Az kalsın kahkahalarla gülecektim.”

Bugünlerde benzer bir keçi krizi Suriye ile yaşanmak üzere. Suriyeli mültecilerle birlikte Suriyeli keçilerde sınırlarımızı aşmış  durumda. (http://www.haberhakki.com/genel/turkiye-suriye-sinirinda-keci-krizi.html).

“Keçilerimizin büyük çoğunluğunu kaçırdığımıza” göre ya keçi ithal edeceğiz  (çünkü ben keçi sütüne, keçi peynirine ve oğlak etine bayılırım; yani keçisiz yaşayamam) ya da ona özlemimizi kaybedilen pek çok değerler gibi şiirlerde, türkülerde,  resimlerde,  kısacası  sanatta  yaratacağımız  eserlerle  gidereceğiz.    –

* * *

Keçiye edebiyatın ve güzel sanatların her dalında rastlamak olasıdır Örneğin gösteri sanatlarının yaratılmasında ve toplum hayatına girmesinde keçinin önemli rolü vardır. Üzümün (dolayısıyla şarabın) ve kahvenin insana kazandırılmasında keçinin rehberliğine daha önceki yazılarımızda değinilmişti. O nedenle tarihte “ilk sarhoş”un keçi olduğunu ileri sürenler vardır. Yine ilkel topluluklarda yapılan ayinlerde keçi ya da keçi suretine girmiş aktörlerin önemi unutulmamalıdır. Örneğin Tuvin Türklerinde aile ocağı ayininde ateş ve keçi heykeli simgesi esastır. Diğer yandan ilk çağlarda ilahlara sunulacak genç kızların seçiminde, şaman gözlerini bağlar, tesadüfen topluluğun içinden yakaladığı kız ilaha kurban verilirdi. Bunun bir yansımasını Yahudi inanışlarında tanrıya ve şeytana sunulan keçi seçiminde görmek olasıdır. Ayrıca, Şamanların ilahlara kurban seçim törenlerinin, çocukların hâlâ severek oynadığı“Körebe” oyunun kaynağını oluşturduğunu ileri sürenler de vardır . Hollanda, İsveç gibi birçok ülkelerde bu oyunun adı “Kör Keçi” oyunu, Almanya’da ise “Kör İnek” oyunu olarak adlandırılmaktadır.Gösteri sanatlarının en önemli dallarından olan tiyatroda tragedya(ağlatı)’nın büyük bir yeri vardır.

Tragedya, Yunanca “tragoidia”sözcüğünden gelir. “Tragos” keçi, “oiddia” ise ezgi, şarkı demektir. Böylece tragedya “keçi ezgisi (şarkısı)” anlamına  gelir.  Tragedyanın kökenleri, Yunan Bereket ve Şarap Tanrısı Dionysos için yapılan şenliklere kadar gider. Buradan da tragedya, “tiyatronun kaynağı” olarak karşımıza çıkmaktadır. Atina’da her yıl yapılan bu Dionysos Şenlikleri’nde tiyatro yarışmaları da açılırdı. “Keçi türküsü” anlamındaki tragedya sözcüğünün, yarışmada birinci olan yazara ödül olarak verilen keçiden ya da oyuncuların giydiği keçi postlarından türemiş olabileceği ya da törenlerin sonunda kurban edilen keçiden de kaynaklanmış olabileceği tezi savunulur. Söz konusu ezgiler ise, koronun tanrıya bağlılıklarını simgelemek için söyledikleri şarkılardır.

Anadolu’nun birçok yöresinde, Örneğin Niğde’de oynanan tulum oyunları, Nevruz şenliklerinde Azerbaycan’da sergilenen “sayacı” gösterilerinde keçi hâlâ önemli bir simge durumundadır. Müzikte de keçi deseninin yeri yadsınamaz. Bilindiği gibi yarı keçi yarı insan olan “Pan”, aynı zamanda dansın ve eğlencenin de tanrısıdır. Pan’ın bir versiyonu olan Satir Marsiyas, Frigya’nın Selene kentinde doğmuştur. Dağlarda flüt çalarak dolaşırdı. Flütünün sesi dinleyenlere mest ederdi. Bir gün Apollon’la karşılaştı. Apollon müzikten iyi anlayan, ayni zamanda şiirin de tanrısıydı. Marsiyas, ona meydan okudu. Tarihin ilk müzik yarışması, bugünkü Spil Dağı’nda rengârenk Manisa lalelerinin arasında geçti. Su perileri (Nympha’lar) seçici kurulda idi. Ancak hangisinin birinci olacağına karar vermediler. Seçici kurula nasıl girdiği bilinmeyen Frigya Kralı Midas, birinciliği Marsiyas’a verince, Apollon’un gazabına uğradılar.   Marsiyas’ın    derisi    yüzülüp    rüzgârlı    mağaraya    asıldı.    Midas    da “eşekkulaklı” olmakla cezalandırıldı. Marsiyas’ın derisi rüzgârda güzel tınılar üretti. Yöre halkı onu ebediyen yaşatmak için bir heykelini yaptı. Anadolu’yu vuran depremler onu toprak altında bıraktı. Binlerce yıl toprak altında kalan heykeli bir köylü tarlasında buldu. Heykel 1989 yılında yurt dışına kaçırıldı. Türkiye’nin girişimleriyle  1995’te  getirilerek  memleketi  Manisa  Müzesi’ndeki  yerini  aldı.

Edebiyatta da keçi figürü oldukça yaygındır. Grim masallarındaki ve Lafontaine fabllerindeki iki inatçı keçi imgesi dünya çocuk edebiyatının klasikleri arasındadır. Ayrıca yaşlı bir adamla keçisi arasındaki duygusal ilişkiyi konu edinen Fransız yazarı 1.Daudet‘nin “M. Seguin’in Keçisi” öyküsü de dünyaya mal olmuş bir keçi öykü klasiğidir. (5) Keçi ile ilgili birçok yazılı metin vardır.

Şiirde, keçiyi konu edinen pek çok şiir vardır. Örneğin kırların şairi olarak nitelendirilen Cahit Külebi bir şiirinde “İstanbul’da bir sevdiğim vardı / Keçi yavrusuna benzer” benzetmesi ile çok sevdiği bir kadını keçi yavrusu olarak betimlemektedir. Bir başka ozan T. Ayhan Çıkın da “Çoban” adlı şiirinde “dokudum çadırımı yazdan / bilmem ne der keçilerim / kaçmadı daha / kaçmadı ayazlanmamış dağlara / asmalı bu oğlağı / kınalı kekliğini uçurdu avcıların / kim gönderdi bu yabancıyı / kim gönderdi dağlarıma / asmalı bu oğlağı / asmalı” dizeleriyle keçiyi ve oğlağı bir başka simgesel boyuta  taşımaktadır.

Keçi ile ilgili atasözleri, deyimler, mizah, fıkra, bilmece, maniler, halk türküleri ve oyunları, gibi oldukça geniş bir alan bulunmaktadır. Bu konuları, bu bildirinin sınırları içinde ele almak mümkün olmamıştır.

Resim ve heykel olarak keçinin oldukça eski bir geçmişi vardır. Eski mağara dönemleri ressamlarının gözde konularından birisi keçiydi. Eski çağlara ait, taş ya da kap-kacak üzerine yapılmış pek çok keçi resimleri/suretleri bulunmuştur. Arkeolojik kazılarla bunların sayısı her geçen gün çoğalmaktadır. Örneğin Sümer tabletlerinin yanında tunçtan yapılmış iki keçi başı bulunmuştur. Örneğin MÖ. 12. yy’da Asurlulara, MÖ. 9. yy’da Hititlere, MÖ. 8. yy’da Friglere ait kaplama levhalarında ortada bir ağaç, bu ağacın iki yanında ağaca bakan bir ya da iki keçi görünen tabletler bulunmuştur. Şanlıurfa’da Asur dönemine ait oturan bir keçi heykeli bulunmuştur; Antalya’da da MS.3. yy’a ait keçiboynuzlu keçi ayaklı satir heykelleri çıkarılmıştır.

Keçi heykeli denilince “çerden çöpten” yapılmış Picasso‘nun “Keçi Heykeli(1952)”ni anımsamamak mümkün değildir. Keçi gebedir ve çok sağlıklı görünmektedir. Görende yaşam sevinci uyandırmakta, inatçılığın, dirençliliğin ve aynı zamanda hoş ve sevimli olmanın simgesini iletmektedir seyredene.

Türkiye’de keçi resmi deyince akla gelen ilk adlar Bedri Rahmi Eyuboğlu ve Fikret Otyam‘dır. Fikret Otyam, adının “Keçi Ressamı”na çıktığını, nafakasını keçi resimlerinden çıkardığını belirtiyor. Türküdeki bir dizeyi uyarlayarak “Ben keçiyim, keçi benim!” diyor. Otyam, Süt Keçiciliği Ulusal Kongresi 2005 vesilesi ile Ege Üniversitesi’nde “Keçi Yarenliği” konulu bir söyleşi yaparak ve keçi resimlerinden oluşan bir resim sergisi açtı. Ancak keçiyi konu olarak ele alan oldukça fazla sanatçının bulunduğu da bir gerçektir.

Çağdaş edebiyat ve sanatta da keçi deseninden yararlanmanın özendirilmesi ve geliştirilmesi sağlanmalıdır. Bu etkinlikler, edebiyat ve sanatta hayvan boyutlu estetiği geliştirecek, kentlerde keçiye karşı olumsuz imajı önleyecektir. Diğer yandan insanların doğayla bütünleşmesinde önemli katkıları da getireceği gibi geçmiş kültürün de daha iyi anlaşılmasını sağlayacak ve kırsal kesimle de kopmasını önleyecektir.

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergiekim2014

Bunu paylaş: