Ekoloji Üzerine – Selen Kaynar

Ekoloji Üzerine* 

Ekoloji 20.yy.’dan önce ayrı bir bilim olarak ele alınmazken biyoloji, antropoloji gibi alanlarda oluşan gelişmeler ve ilerlemeler ile birlikte, bitki ve hayvan fizyologlarının çalışmaları sayesinde modern anlamda gelişme göstermiştir diyebiliriz. Ekoloji kavramı ilk kez, Alman zoolog Ernst Haecel tarafından 1868 yılında kullanılmıştır. Haecel ekolojiyi, hayvanların organik ve inorganik çevreleri ile ilişkilerini inceleyen bilim dalı olarak tanımlamıştır. 1926 yılında Arthur George Tansley, ekoloji kavramının kapsamını değiştirerek organizmaların (canlıların), doğal yaşama yerlerindeki fonksiyonlarını inceleyen bilim dalı olarak ifade etmiştir.

Bugün ise ekoloji, canlıların birbirleri ve çevreleri ile olan karşılıklı ilişkilerini  inceleyen canlı ve cansız tüm organizmaları kapsayan bir bilim dalıdır. Canlı-cansız tüm organizmaları içinde barındırmasından dolayı, Yunanca ev anlamına oikos ve bilim anlamına gelen logos kelimelerinden türetilmiştir. Belli bir canlı türüne veya belli bir soruna dayalı sistem olmaktan ziyade bütün canlılar üzerinde ortak etkiye neden olabilen konuları kapsamaktadır.

Thomas Malthus’un nüfus artışı ile yeryüzündeki besin kaynakları arasında oluşacak olan dengesizliğe dikkat çekmesi, 19.yy.’da ekolojinin kendi içinde incelenebilecek yeni çalışma alanlarına kapı açmıştır. Bunlardan birkaçını açıklayalım:

Biyocoğrafya; ekolojinin bitki ve hayvanların yeryüzündeki dağılımını inceleyen alanıdır. Limnoloji; iç suların canlı ve cansız öğelerini inceleyen alandır, Oseonografi; okyanus ve deniz ekosistemlerinin biyotik ve fiziki koşullarını inceleyen alandır. Görüldüğü gibi ekoloji, belli bir canlı türüyle veya sistem içindeki belli bir durumla ilgilenmek  yerine,  organizmaların   ekolojik   konumlarını   bütünsel   olarak   ele alır.

Canlılar biyolojik olarak sınıflandırıldığında her bölüm arasında keskin sınırlar yerine sürekli etkileşim halinde olan bir zincir oluşmaktadır. Ekolojinin organizmaları bütünsel ele almasının nedeninin bu geçişkenlik olduğunu söyleyebiliriz.

Ekosistemde canlı ve cansız gruplar arasında bir denge vardır. Bir canlı grubunun zarar görmesi veya yok olması demek, bütün ekosistemin dengesinin bozulması ve diğer canlıların bu durumdan olumsuz etkilenmesi demektir. Bu sistemin zarar görmesi çok sayıda canlı türünün ciddi sorunlarla karşılaşması anlamına gelmektedir. Ekosistemin ana işlevi, canlı varlıkların yaşamsal aktivitelerini sürdürmeleri için gerekli olan ortam sunmaktır. Su kaynaklarının tüketilmesi, bitki örtüsünün zarar görmesi sistemin sağlıklı işleyişini bozan durumlardır. Fakat bu ortam, bilinçli bir neden-sonuca dayalı bir sistem değildir, işleyişin doğal bir sonucudur.

Bu dengenin bozulmasındaki en önemli etken, şüphesiz kapitalist sistemlerin  üretmek yerine salt tüketmeye ve kar etmeye odaklanmasıdır. Doğayı tüketim  nesnesi olarak gören kapitalizm, tüketilen şeylerin yenilenebilir olup olmadığını önemsemez; ona bir metaymış gibi yönelir. Nükleer santraller, sit alanlarını HES inşaatlarına dâhil etmeleri, 3. köprülerin yapılmasıyla doğanın yok edilmesi, bizi geri dönülemez problemler ile karşı karşıya bırakmaktadır. Doğanın zehirlenmesi ile ortaya çıkan iklim dengesizlikleri birçok canlı türünü etkilemiş olmakla beraber, tarımda üretimi arttırmak için kullanılan ilaçlar masalarımıza kadar gelmiştir ve endüstriyel atıklar yüzünden kuş gribi, domuz gribi gibi çeşitli hastalıklar ortaya çıkmıştır.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergisubat2014

Bunu paylaş: