Direniş’in Törpülediği Kibir ve Biçimlendirdiği Söylemler – Onur Keşaplı

Direniş’in Törpülediği Kibir ve Biçimlendirdiği Söylemler* 

Gerici, piyasacı, emek-bilim-sol düşmanı ve hakiki faşist AKP iktidarına karşı Gezi Parkı savunusuyla başlayan Direniş’le birlikte beliren kazanımlarının yanı sıra aşmamız gereken kimi gündelik engeller de su yüzüne çıktı. Sözünü ettiğimiz olgu, Türkiye’de neredeyse herkesi ele geçirmiş olan kibir ve bu kibrin biçimlendirdiği söylemler. Başlığın olumlu tonu aslında var olan gerçeklikten çok arzu edilen gerçeklik noktasında çünkü Direniş’le beraber bu konuda olumlu bir ivme yakalanmış olsa da hala kat etmemiz gereken epey bir yol var. İki örnek verdikten sonra konumuza dönelim; sol basınımızın önemli gazeteci yazarlarından biri, Pakistan’daki gerici politikalarla ilgili bir haberin altına “cehenneme git, beter ol Pakistan” yazabiliyor. Direniş’e destek veren ancak Direniş’i baltalayan kanallardan birinde çalışan bir aydının twitter’da destek mesajları sonrası yazdığı “sizleri destekliyorum, bundan başka elimden ne gelir” iletisine cevaben verdiğimiz “kanaldan istifa edebilirsiniz” çağrısına kelimenin tam anlamıyla küsmesi ve muhtemelen bizi kara listeye alması konu edindiğimiz kibir ve üst perdeden ilerleyen söylemlerin bizleri tepeden tırnağa sardığının kanıtı gibi.

Bilgili-bilgisiz ayrımı olmadan aklımıza hükmeden kibir, temelden yoksun bir benlik inşası sonucunda sıradan bir narsisizm veya o çok eleştirdiğimiz cemaat düzeyini andıracak bir “ben ve benim gibilerin söyledikleri tek doğru olandır” biçiminde söylemler doğuruyor. Bunun aksi söylemler duyulduğunda verilen tek karşılık ise küfür, hakaret, alay etmek oluyor elbette. Sözünü ettiğimiz yapı, bize hükmeden zihniyetin özünü oluşturuyor ancak Direniş’in dinamikleri olarak bizlerin başka bir söylem seviyesine çıkıp kibrimizi törpülememiz gerekiyor. Zaten Direniş süreci ve hala gelişen olaylar bunu zorunlu kılıyor. Fraksiyon savaşlarının ince hesaplarına girmeden örnek verecek olursak cumhuriyetçi duyarlılığı öne çıkanlar ile Kürt sorununa öncelik verenler yan yana yürümek ve savaşmak zorunda kaldılar, hatta bu bir fotoğraf karesine bile yansıdı. Zorunda kaldılar çünkü belli oranda etkileşime karşın hala birbirlerinden nefret derecesinde uzaktalar. Lice’de yaşananlar bunun bir kanıtı gibi. “DirenLice” sloganı atanlar bir anda “hain” ilan edilip Türklüğünden şüphe duyulacak insanlar olarak adlandırılabildi. Lice yayınını tıpkı Gezi yayını gibi cesurca verdiği için Halk TV bir anda kötülendi. Bir an için farz edelim ki Lice olayları gerçekten PKK’nın işi, peki sizin önceliğiniz insanlara bu doğrultuda açıklamalar yapmak, tartışmalara girmek mi yoksa onlara anında hakaretler yağdırmak mı olmalı? Tüm varlığınızla karşı çıktığınız AKP’nin söylemiyle örtüşmek içinize siniyor mu? Kendini Kemalist veya Atatürkçü olarak adlandıran kesimin elbette bir kısmı bu şekilde hareket ediyor ancak o kesime sormak gerek; siz hiç Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Doğan Avcıoğlu, İlhan Selçuk okumadınız mı? Siz 12 Eylül öncesi güneydoğu illerinde CHP’nin muazzam bir oy potansiyeli olduğunu unuttunuz mu? Sizler 12 Eylül sonrası bir nevi kapatılan CHP yerine geçen ve Kürt sorununa dair bugüne dek yazılmış en ilerici çözüm metinlerinden birini kaleme almış SHP’ye oy vermediniz mi? Tüm bunları geçtik, “tek mirasım akılcılık ve bilimdir”, “fikirlere karşı fikir üretilmeli”, “beni aşmalısınız” sözlerini kullanmış Mustafa Kemal Atatürk’ü “vatanı kurtardı” söyleminden  öteye geçecek şekilde hiç okudunuz mu, anlamaya çalıştınız mı? Eğer hayır ise ya bir an önce söyleminizi törpüleyin ya da kendinizi ideolojik olarak adlandırırken başka adlar seçin. Bu süreçte Halk TV, son on yılda yukarıda adını andığımız süreç ve isimleri tümüyle reddeden fazlasıyla hatalı ve yüzeysel bir Kemalizm anlayışını bozup akılcılığı öne çıkartacak olgun bir yayın politikası izledi. Lice olaylarını Nuçe TV’nin görüntülerini ekrana taşıyarak vermesi, LBGT yürüyüşlerine destek çıkması, “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganını muhtemelen liberal bir tonla iğneleyerek deforme edenlere hücum etmek yerine saygıyla yayınlamasıyla olgun bir söylem geliştirmiştir. Öte yandan aynı Halk TV, bir diğer kesime, yani Atatürk, Cumhuriyet sözcükleri gördüğünde kelime anlamını bilmeden faşizm sözcüğüne başvuran siyasetlerin de ezberini bozmuştur. Ancak bu yeterli değildir. BDP ve yakın çizgideki hareketler sırf Atatürk posteri ve Türk bayraklarıyla aynı mücadelede görünmemek için çekinceli ve tutarsız bir söylemler silsilesi geliştirmişlerdir. Tepemizde faşizmin ekonomi politiğine, gündelik yaşamı şekillendirmesine, kimlikler üzerinde hegemonya kurmasına tümüyle uyan hakiki faşist bir yapı varken faşizmi başka yerlerde, hatta kendi gibi düşünmeyen her yerde bulabilen bu söylemler Direniş’le beraber simgesel olarak ölmüştür. Buna karşın etkinliğini sürdürürken tutarsızlaşma katsayısı artmıştır. Onlarca militan faşistin olduğu yerde “yılın ırkçısı” adı altında yıllar yılı, bizim de çok eleştirdiğimiz Yılmaz Özdil’i seçebilen tuhaf oluşumları çağrıştıracak şekilde “yurtseverlik milliyetçiliktir”   diyenler,   Lice’da   karakola   yürüyen   annelerin pankartındaki yurtseverlik vurgusu karşısında zaten ölü doğmuş bu söylemlerini yitirmişlerdir. Direniş’in en ateşli günlerinde ortaya atılan iki yalan haber vesilesiyle gelişen hakaretler ise bu noktada ele aldığımız kesimin kibrinin sürdüğünü gösterdi. İlki Konya’da CHP’lilerin TKP’lilere saldırdığı yalanı, ikincisi ise Taksim’de TGB’lilerin BDP çadırına saldırıp bir partili ağır yaralamaları ve beraberinde sol grupların TGB’yi alandan çıkarmaları asparagası. Bu yalan haberleri  kimin  ürettiği bilinmez ama üretme nedeni ve amacını ortaya çıkaracak bir sonuç doğurduğu kesin. Asparagasları takip eden saatlerde CHP ve TGB faşist olurken TKP ve BDP bölücü ilan ediliyordu. Adı geçen örgütleri sevmeyebilir hatta bir çok uygulamasını faşizan veya bölücü bulabilirsiniz ama bunları dile getirirken karşınızdaki insanı ikna etme, aydınlatma, ona doğruyu gösterme amacı yerine onu yok etme, ona “laf sokma” motivasyonuyla hareket ederseniz akıldan yoksun salt duygusal ve kibirli bir kişilik geliştirmiş olursunuz. Adı geçen ve geçmeyen ama Direniş’in bileşenlerini resmen oluşturmuş bu örgütlerin hiç biri faşist, bölücü veya benzer sözcüklerle genellenemeyecek, basitleştirmeyecek dinamikleri temsil etmektedirler. Değinilmesi gereken bir diğer nokta, “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganı sonrası oluşan “ben kimsenin askeri değilim tamam mı” savunusu. Yine bu sloganı beğenmeyebilir, eleştirebilirsiniz ancak ortada size bu sloganı atma yönünde bir baskı yoksa, bu slogan Direniş’in ana damarını oluşturmuyorsa durup durup bu slogana hücum etmek ancak ve ancak Direniş’in örgütsüz, politikasız ve iktidara yönelme konusunda amaçsız  kalmasını savunan liberalizme yarayacaktır. Kaldı ki buradaki “asker” sözcüğü sanıldığı gibi darbe yapma gayesini değil, fikirleri canla başla savunmayı temsil etmektedir. Bunu anlamak çok zor olmasa gerek. Bu noktada orduyu bir kurum olarak kayıtsız şartsız savunan veya kayıtsız şartsız nefretle anan kesimlerin de aşılması gerektiği ortada. Lice’de sırf Jandarmaya taş geldi diye olayı iktidar yönünden görebilmek ne kadar basit bir yaklaşım ile orduyu devrimci bir  süreçle sola kanalize edilecek bir yapı olarak göremeyen zihniyet de  kaybetmeye mahkumdur. Ordu özellikle 12 Mart 1971’le birlikte içindeki ilerici unsurların büyük çoğunluğunu temizleyerek sağa kaydırılmış, son 10 yılda ise Gülen cemaatinin bizzat uyguladığı bir çalışmayla cemaatin kontrolüne  geçmişse ordu pekala sola, sosyalizme kaydırılabilir, kaydırılmalıdır.

Postmodernizmin yapıbozumu adı altında parçalamaya giriştiği kavramları ısrarla yanlış yerde kullanmayı sürdürenler çok karşı oldukları iktidarın oyun sahasını genişletebilmesine ve Direniş’le birlikte gözler önüne serilen cehaletine rağmen gücüne  güç  katmasına sebep oluyorlar. İktidar CHP’ye çattığında sevinen Kürt, liberal, solumsu siyaset ile iktidar Kürtlere çattığında sevinen Atatürkçü, milliyetçi, solumsu yapıları dönüştürmeli veya elemeli, Direniş’in fazlasıyla geniş ortak paydasını bu noktadan hareketle inşa etmeliyiz. Türk, Kürt ve hatta gayrimüslim gericilerin ittifakıyla kurulup etnisite ayırt etmeden muhaliflerine hücum eden, aynı şekilde emeğe karşı sermaye saltanatını sürdüren iktidara karşı Türklük veya Kürtlük odaklı bir siyasetle bir yere varılamayacağı, iktidardaki zihniyeti tüm sistemiyle beraber alaşağı etmenin yegane yolunun sınıfsal söylem ve eylemlerle gerçekleşeceğini Direniş ortaya koymuştur.  Aydınlanmacı  ve sosyalist bir Türkiye ve dünyanın ütopik olmadığını Direniş’le hissettik, sırada bu gerçekliği yaşamak olmalı. Gündelik yaşantımıza “eleştiri” ve “empati” sözcüklerini katıp kibrimizi törpüleyerek yeni bir söylem geliştirmek bu yönde atacağımız ilk ve belki de en önemli adımdır.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergihaziran2013

Bunu paylaş: