Sin Cera – Selin Süar

Sin Cera* 

Saatler, günler, aylar, hatta belki yıllar boyu çaba harcayıp duygu ve düşünceleri taşa, ağaca, mermere veya madene işlemek suretiyle malzemeye vücut kazandırmak, el emeği ile ona can vermek heykeltıraşın bütün ilgisini, sevgisini ve odaklanmasını elinin altındaki ham malzemeye yöneltmiş olması demektir.  İlk çağlardan bu yana heykel veya genel anlamıyla plastik sanatların gelişimi her şeyden önce insanların inandıkları, güzel ve değerli buldukları suretleri,  doğaüstü varlıkların görüngülerini ellerinin altındaki değerli maddeye işlemiş olmalarından ileri gelir. Bundan dolayıdır ki insanoğlu çok uzun süre kendi elleriyle şekil verdikleri formlara tapınmaya devam etmişlerdir. Tek tanrılı dinlerin gelişiyle beraber Musevilikte ve Müslümanlıkta suret oluşturma yasaklanmış, heykel sanatı Hıristiyanlıkta kiliselerin heyecan verici güzellikteki mimarisinde ilerleme imkanı bulabilmiştir. Bunun yanında insanlık, dinlerin getirdiği kısıtlamalardan sıyrılıp atalarının, sevdikleri ve saygı duydukları kişilerin heykellerini, büstlerini bir kompozisyon içinde veya tek başına  yapmaya devam etmişlerdir.

İtalya’da Rönesans döneminde heykel okullarında eğitim gören heykeltıraşlar mermer bloktan heykeli yontarken acemilikten ya da taşın özelliğinden dolayı  bir çatlak oluştuğunda heykelin son güzel görünümünü bozmamak amacıyla bu çatlakları mermer tozu ve balmumu karışımıyla yapılmış olan ve adına “cera” denen bir dolgu maddesiyle kapatıp kusurları gizler ve heykele son şeklini verirlermiş.

Ustaca    yapılan    ve    bu    tür    çatlakları    içermeyen,    dolayısıyla‘cera   ile düzeltilmemiş olan heykeller, satılırken, bu heykel  temiz  ve  hilesiz anlamında “sin  cera”  adıyla  nitelenirmiş.  Sonraları  bu  söz  karşı  tarafa   karşı hiç hile düşünmüyorum ya da kötü niyet barındırmıyorum anlamında  insan ilişkilerinde kullanılır olmuş. Zaman içinde İngilizce yazışmalarda kullanılan,  saygı  ve yakınlık  belirten  ve  “sin  cera”  sözcüğünden  türeyen   bir  kapanış  sözü  olan “sincerely” bu kökten doğmuş.

Malzemenin yeni formunun hayranlık uyandıran son biçimine giden yolda ona yeni bir şekil kazandırmak, yontmak, işlemek yalnızca görüntüsünün değişimine neden olmaz; bunun yanı sıra ona değen ellerin aşınması, zaman harcanması, büyük bir dikkat ve özenle karşı karşıya kalınan maddenin kişiliğinin tanınmasına, onun özelliğine göre davranılmasına da yol açar. İşleme sürecinde ne heykeltıraş ne de malzeme birbirinden ayrı olamaz. Her ikisi de birbirine zarar verir, ama aynı zamanda şekillendirir. Heykeltıraşlar bilmedikleri bir malzemeyle ilk karşılaştıklarında ona istemeden zarar verebilirler  ancak kendileri onunla aynı ölçüde değil, belki de çok daha büyük bir zarara uğrarlar. Ellerinde tuttukları onlar için değerli olduğundan, kendinde taşıdıkları izleri aktarmadan önce hiç istemedikleri halde belki yorulup, belki sinirlenip, belki defalarca pes edip yapıtıyla kendi arasına bir engel koyabilir veya onunla bir savaş içine girebilirler. Bu anlarda yalnızca heykeltıraşın elinde tuttuğu ham  olan parça sanatçının malzemesi olmaz; kimi zaman kişilikler yer değiştirebilir ve sanatçı da ham parça tarafından şekillendirilir. İşlenecek olan zorlu madde heykeltıraşı işlemeye başlar hiç sezdirmeden. Her şeyin sonuna gelindiğinde başladıkları yerde değildir ikisi de. Suret oluştukça, emek harcayanın da sureti değişmiştir sonunda.

Usta işi yapıtlar çıkarmak için en zorlu malzeme gerekli değildir her zaman; ona yaklaşma biçimi ve malzemeyle olan süreçtir önemli olan. Malzemeden etkilenme, bu süreci başlatır. Yapıt ile onu yapan, sonuç oluşana dek birbirini şekillendirir. Şekillendirme o an orada bitmez ve sonradan da devam eder; yapıtı eşsiz  kılana  dek‘”Sin  cera”,  süreçte  hilesiz  olmak  anlamındadır. Yaratıcılık, doğallık  ve  kendiliğindenlik  ile  beslenir.  Yapıt  bu  doğal etkileşim  sürecinde yüceleştirilip hak ettiği konuma ulaşır.

Kendi doğallığı içinde insanların da birbirleriyle olan ilişkisi böyledir. Herkesin karakteri farklı bir malzemeyi ifade eder. Şekillendirmeye çalışmadığımız, ama değer verdiğimiz kişilerle uzlaşım noktası aradığımız anlarda çıkan tartışmalarda saldırmak ve savunmak hemen hepimizin benliği koruma amaçlı kullandığı bir içgüdü olarak karşımıza çıkar. Koruma içgüdüsüyle tavır aldığımızda karşı  tarafa sözel veya fiziksel olarak saldırmak ve karşı tarafın saldırılarına karşı kendimizi sözel veya fiziksel anlamda savunmak en çok kullandığımız eylemlerden biri belki de. Daha da kötüsü böyle zamanlarda kendimizi kazanan taraf veya haklı taraf olarak görüp yine kendimizce evcilleştirdiğimizi, şekil verdiğimizi sandığımız malzemedeki çatlakların son anda farkına varıp onları kapatmaya uğraşmak çoğu kez işe yaramaz. Sürekli savunma, sürekli saldırma bir gün malzemeyi tam ortadan kırabilir. O yolda harcanan emek, emekten çok yapıta savsaklanacak bir popüler ürün damgası vurmaktan farksız değildir ve bu da sanatçının ortaya koymak istediği yapıta verdiği değeri ortaya çıkarır.

Kişilerarası ilişkilerimizde birbirimizi farklı bir gözle görebilir ve birbirimizi sürekli olarak yanlış anlamazsak karşı tarafa karşı hiç hile düşünmüyorum ya da kötü niyet barındırmıyorum ifadesini yaşama geçirmek mümkün olur. Böylece ortaya çıkan eşsiz yapıt emek koyanı yüceltir.

*https://issuu.com/azizm/docs/ederginisan2012

Bunu paylaş: