Yaşamın Kenarından Sınırlarötesine Yolculuk – Selin Süar

Yaşamın Kenarından Sınırlarötesine Yolculuk* 

1982’den beri ulusal ve uluslararası platformlarda sinema alanında ödüller  veren, kaliteli yapıtları seyircilerin ayağına kadar getiren ve bu sene 30.su düzenlenen Uluslararası İstanbul Film Festivali, 2 Nisan’da başladığı keyifli maratonun sonuna geldi. Yolları hayatla kesişen herkese beyaz perdenin görsel çarpıcılığından seslenen yaratıcılar, İstanbul’un kollarında kendilerini buldular. Her sene bambaşka seçkilerle karşımıza çıkan festivalde bu yıl, birbirine sırtını dönen iki ülke halkının perde arkasından atılan kaçamak bakışlarla, aslında birbirine ne kadar yakın olduğu da gösterildi.

30.Uluslararası İstanbul Film Festivali bünyesinde düzenlenen Ermenistan- Türkiye Sinema Platformu filmleri 12 Nisan akşamı Pera Müzesi’nde seyirciyle buluştu. Türk ve Ermeni sinemacıların bir araya gelerek kendi pencerelerinden tarihe ve geçmişe bakışlarını görüntüye dökmeyi amaçlayan karşılıklı görüşmelerde Anadolu Kültür, Açık Toplum Vakfı, Altın Kayısı Festivali gibi oluşumların da desteğiyle birbirinden güzel beş film izleyiciyle buluştu. Gösterimlerin ardından ‘vicdan’ temasıyla geçen yıl ilki gerçekleştirilen Uluslararası Hrant Dink Vakfı’nın düzenlemiş olduğu Vicdan Filmleri Festivali’nde önde gelen kısa filmler de geç saatlere dek beyaz perdede gösterildi ve büyük alkış topladı. Azizm Sanat Örgütü olarak Vicdan Filmleri Festivali’ne ‘Umut’ adlı kısa filmimizle katılıp kazananlar arasında yer aldığımızdan bu büyük buluşmaya biz de davet edildik ve yerli/yabancı; gelen tüm seyircilerin çocuksu bir umutla, salona yansıyan görüntüleri izlediğine şahit olduk.

Geçmişleri ‘Soykırım’, ‘Diaspora, ‘Katliam’ gibi kavramlarla örülü olan iki ülke insanının birbirine bakışında Arthur Sukiasyan’ın ‘Güvercin Ustası’, Canay Özden ve Altan Bal’ın ‘Kukla Tiyatrosu’, Diana Kardumyan’ın ‘Galata’, Gülengül Altıntaş’ın ‘Kaybolmayın Çocuklar’ ve Gor Baghdasaryan’ın ‘Komşular’ adlı filmleri hepimize farklı duygular ve düşünceler kattı. Seçkiye  ilk olarak ‘Kaybolmayın Çocuklar’ ile başlandı. Tuzla Ermeni Çocuk Kampı, yani Kamp Armen veya başka bir deyişle yetimhaneyi konu alan filmde Filor adlı karakterin beraber büyüdüğü abisiyle yıllar sonra yine aynı kampta buluşmasını   anlatırken   değişen   dünyayı   da   konu   ediyor.   Film,   yabancı uyrukluların mülk edinebilmesine dair çıkan kanunları, devletin 1980’lerde kampa el koyuşunu, kampın içinde evi bulunan ve bir zamanlar çocukların koşuşturduğu, şimdiyse sessizliğin hüküm sürdüğü yerleri gözü gibi koruyan bir Türk’ün etrafında şekillenen psikolojik çatışmalar ve tarihin getirdiği acıların ördüğü bir senaryo olarak karşımıza çıkıyor.

Bir diğer film olan Kukla Tiyatrosu ise babadan kalma mesleği devam ettiren bir Ermeni’nin hikâyesini çocuksu tebessümler eşliğinde karşımıza getiriyor. Gümrü’de çocukların uğrak yeri olan kukla tiyatrosunu işleten ustanın gelecekten beklentileri ve geçmişe dair düşüncelerini anlatıyor. Kardumyan’ın Galata’sı ise iki genç turistin Galata Kulesi’ne gidişleri ve orada tanık oldukları çeşitli İstanbul manzaralarını beyaz perdeye taşıyor.

Beşli seçkide iki ülke halkından insanların birbirine ve ülke topraklarına bakışını sergileyen en kayda değer iki film Sukiasyan’ın ‘Güvercin Ustası’yla, Baghdasaryan’ın ‘Komşular’ı.

Güvercinlerin aşkı getirdiğine inanan Ermeni ustanın Kars’a gelip babasının evini bulmaya çalışması esnasında bir başka güvercin ustasıyla tanışıp en  sevdiği güvercinini ona bırakması ve en sonunda gittiği yerden bir mektup yollayarak babasının evinin bulunduğunu, iyi olduğunu anlatması etrafında kurulan öyküde birbirinin dilini bilmeyen iki insanın anlaşması, Türk misafirperverliği, Ermenice bilen bir Türk genci, adamın Ermeni olduğunu öğrendiğinde çat pat bildiği bir Ermenice şarkıyı söyleyen Türk genci gibi ayrıntılar göze çarpıyor. Güvercin Ustası, çocukken okuduğum ve ismini hatırlamadığım bir öyküde güvercin besleyen bir Türk’ün çiftliğini basan ve Ermeni  mi  Rum  mu  olduklarını  hatırlamadığım  çetenin  bütün    güvercinleri öldürüp nedensiz şiddet uyguladığı, içime yer eden o satırlara ‘aşk’ ve ‘dostluk’ ilacını sürmeme neden olmuştu.

Şahsi düşüncem olarak, izlediğim filmlerin arasında içime en çok işleyen, beni en çok güldüren ve duygulandıran; kısacası gerçek hayattan olanı kurmaca olmaksızın yansıtan, ‘Komşular’ oldu. Ermenistan-Türkiye sınırında yaşayan iki köy halkını anlatan, onca çabaya rağmen Türk yetkililerden izin alınamaması nedeniyle Türk köyünü gösteremeyen ve bu yüzden belgeseli tamamlayamayan Ermeni ekibin filmin sonunda özürlerini dile getirmesi yüzümüze tokat gibi yapışan bir utanç belgesi olsa da Türk köyünün karşısında kalan Ermeni köyündeki kişilerin gündelik hayatları çerçevesinde ‘neydik, ne olduk’larını anlatan, birbirinden farklı düşüncelerle Türk kimliğini tanımlayan, hatta daha ileri giderek soykırım varsa bile bunu yapanın Türkler olmadığını, diğer güçlü ülkelerin kışkırtmasıyla tehcirin yapılmış olduğunu anlatan ve tatlı-sert eleştirilerle ağız münakaşasına giren köyün erkekleri, çocukların masum hayalleri, köy halkının sürekli olarak Türk köyünü dikizlemesi ve karşı köyde yeni yapılan evleri, geceli gündüzlü düğünleri ve en kötüsü de bir çayın ayırdığı iki ülke insanının birbirine yakın uzaklardan bakışını büyük bir ustalıkla anlatıyor.

Türkiye’de Ermeni deyince Türkleri; özellikle de Mustafa Kemal’i ve devlet politikalarını aşağılamak üzerine kurulan veya bunun tam tersine Türkleri yüceltmek adına faşizmin ajite edilmiş yönüyle karşımıza gelen sığ düşüncelere sağlam bir darbe indiren Baghdasaryan’ın eseri KOMŞULAR’ın özellikle de ülkemizde büyük kanallarda gösterilip tarafsızlığın, sadeliğin, hayatın ve belgeselin nasıl olması gerektiği de aynı filmle Ermenistan-Türkiye üzerinden vurgulanmalıdır.

Vicdan Filmleri’nde şahit olduğum; ulus-devlet politikalarının tüm dünyada geçerli olan asimilasyon, tek devlet politikası, “aykırılık” ve “ayrımcılık” yaratmamak için köken safsatasının art plana atılıp tek ulus, tek millet, tek  devlet ve tek dil şartlarının sadece Türkiye’de var olduğunu sanan ve Türkiye’yi, Türkiye’nin kurucusunu yermek adına daha da komik duruma düşen dünyası daracık olan beyinlerin KOMŞULAR’ı acilen izlemesi bir GÖREV’dir.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergimayis2011

Bunu paylaş: