Türk Kadınının Özgürlüğü Batar: Saygısızlığa Cevaben – Özgür Keşaplı Didrickson

Türk Kadınının Özgürlüğü Batar: Saygısızlığa Cevaben*

Yaşamını yitiren bir katil, ülkesini satan bir ajan, büyük bir dolandırıcı olsa bile kederlenilecek çok şey var. Perişan halde olduğu her halinde belli bir anne var. Evlat acısının ne büyük olacağını tahmin etmemek mümkün mü? Yaşamdaki en büyük travmalardan birini yaşayacak olan, hayatı boyunca bir yanıyla yaralı ve eksik kalacak bir çocuk var. Üzgün, şaşkın görünen ama sinirli görünmeyen bir eş var. Yaşamını yitiren bir katil, bir ajan, bir dolandırıcı olsa bile bu insanlara üzülebiliriz. İnsan olarak. Yaşamını yitirene üzülmesek bile. Ölen kim olursa olsun üzülmesek de sevinmeyiz zaten kimimiz.  O da ayrı.

Yaşamını yitiren bir katil, bir ajan, bir dolandırıcı değil. Burası kesin. Yaşamını yitiren kocasını bir gecelik ilişki için aldatmış, çocuğunu unutmuş bir anne mi? Burası kesin değil. Bu durumda bir fikir sahibi olabilir miyiz? Ayrıca bunları bilmemiz, fikir sahibi olmamız gerekli mi? Burada önemli olan, gerçek böyle olsa bile bunun da dünyanın en büyük, en az rastlanan hatası olmadığıdır. Özellikle kültür, sanat programında ahkâm kesenlerin, aşk uzmanı olarak kitap yazanların bilmesi gerektiği gibi bu tür “ hata”lar birçok yazar, çizer, şair, ressam, bilim insanı, sıradan vatandaş vs tarafından yüzyıllardan beri yapılır. İnsanların belki de en büyük hataları yaptıkları ve yine belki de en büyük hata gibi görüneni yaptıkları halde affedildikleri (suçlanmamış bile olabilirler)tek alandır belki de gönül ilişkileri. Bu “hatalar” yapılmasa daha iyidir belki ama bir yandan da belki insan olduğumuzu, ruhumuzun bin bir girdabını bize en iyi anlatan da bu tür hatalarımızdır. Şu an aklıma gelen ne çok isim var ama bu yazıda isim vermek hiç istemiyorum. Ne çok ünlü/ünsüz, kadın/erkek geliyor aklıma. Birisi onca aldatmaya rağmen onsuz yapamamış bir kadın, diğeri affetmediği için ömür boyu eksik kalmış bir adam. İlki kimine göre gurursuz belki de ya da sadece âşık. Diğeri fazla gururlu ve  bunu  aşkından  olarak ödeyen, aşkı başka türlü yaşayan biri…

Sınıf, cinsiyet farkı gözetmeden ve oldukça sık yaşandığı için böylesi olaylara hepimiz rastlıyoruz aslında. Bu yaşam öyküleri hepimizde farklı yankılanıyor. Hepimizin aldatma, ilişkide özgürlük, cinsellik ile ilgili sınırlarımız farklı farklı. Ve bunlar aslında ne kadar mahrem şeyler. Ünlülerin başına geldiğinde ise herkes duyuyor, herkesin bir fikri oluyor. Ne büyük bir bedel. Görünen köye göre yorumlar yapılıyor. Herkesin kendisine saklaması gereken yorumları on binlere ulaştırılıyor. Çok yakın arkadaşımız bize göre bir hata yapıyorsa onu uyarabiliriz. Arkadaşımızın iyiliğini (bize göre) düşünüyoruzdur. O da dinler, dinlemez ama uyarabiliriz. Bu da insancadır.

Ancak bir köşe yazarı köşesinden, tanımadığı bir kişiyi, kesin olmayan şeylere dayanarak, üstelik o kişi arkasında acılı kişiler bırakarak ölmüş iken, kendini savunmak isterse yapamayacak iken neden böyle acımasızca eleştirir? Ölen kişiye ve ardında kalanlara yapılan saygısızlık yanında, acıya acı katmak yanında kime ne faydası vardır böyle bir yazının? Diyelim elinizde eleştirilerinizi haklı gösterecek kanıtlar var, o zaman da aklı başında bir gazeteci şöyle yapmaz mı? Bu ölümü, eleştirdiği konuya (tek gecelik ilişki yaşamak ve aşkı öldürmek sanırım?) sadece bir örnek olarak alır ve sosyolojik araştırma verileri ile bir takım şeyler yazar çizer. Okuyucularına aşkı öldürmemenin yollarını buyurur, bir gecelik ilişkileri arttıran nedenlerin neler olduğuna işaret eden araştırmalardan söz eder vs vs. Örnek aldığı durumu da olabildiğince yorumsuz ele alır, yargısız infaz yapmaz. Etik zaten bunu gerektirir. Gazeteci bunu yapamayacak ise böyle özel bir konuyu niye o sütununda bu şekilde on binlerle paylaşır ki? Düşüncelerini açıklamasının kimseye bir hayrı yokken, yorumları sadece ölene hak etmediği bir ceza, geride kalan ailesinin acısına yeni acı olacak ise? Ya topluma verdiği zarar? O, içinde kötülükten başka hiçbir şey olmayan yazı ne yazık ki hepimizin canını acıtacak şeylerle dolu. Ancak en çok kadınların…

Türkiye’de kadın olmak zordur. Karanlık, ıssız sokaklarda yürümek zorunda kaldığında korkar, hızlı adımlarla yürür  Türk  kadını.  Üniversitede arkadaşlarıyla bir ev tutar. Bir kap yemek getirmeyen komşular geleni gideni pek bir ilgiyle incelerler. Türk kadını oturuşuna, kalkışına çok dikkat etmelidir. Bir dalsa, bir açık verse hemen hafif meşrep oluverir. Kadının özgür olduğu ülkelere gittiğinde de belki bu yüzden en çok mesela kadınların rüzgârda açılan eteklerini toparlarken çok telaşlı olmamalarını kıskanır. Türk kadını erkeğine danışmadan pek çok şeyi yapamaz, yaparsa da kınanır. Türk kadını kendisini kaçıran birisiyle evlenmek zorunda bırakılır. Testlerde “temiz(!)” çıkmış olsa bile. Türk kadını bir akrabasının tecavüzüne uğradıktan sonra bir başka akrabası tarafından öldürülür. Türk kadını evde açık olsa bile köy meydanında, kasabaya inerken başını örtmek zorunda kalır. Türk kadını Türk erkeğinin sıklıkla yaptığı bazı şeylerin çok azını yapsa bile dayak yiyebilir. Türk kadını, tam da bugünlerde Tekirdağ’da yaşandığı gibi boşandığı kocası tarafından bir gönül ilişkisi yaşadığı için öldürülebilir. Türk kadını, en modern görüneni bile tam anlamıyla özgür değildir çünkü ailesi, eşi, dostları onu özgür bıraksa bile  çevresi, toplum bırakmayabilir. Türk kadınının özgürlüğü batabilir.

Pek değerli yazarımız sayesinde Türk kadını artık daha da özgür olacak! Bazen eşimizden ayrı yolculuklara çıktığımız için, erkek de olabilen arkadaşlarımızla gezdiğimiz için mırıldanan komşular, akrabalar seslerini gürleştirebilecekler. Yarın evli ve çocuklu, ünlü/ünsüz bir kadın (belki ben, biz) bir bekâr ( = sevişme mi?) evinde yaralanır ve hastaneye yatırılırsa kocası ya da namus bekçisi komşular tarafından hastanede öldürülebilecek. Dinci falan değil ya bu yazarımız o yüzden çevremizde yaşayan ve sayıları çok fazla olan “yüksek ahlaklılar” ondan güç alacaklar. “ Kültür sanat programına çıkan o adam bile böyle düşünüyor, haddini bil, kendine çeki düzen ver” diyecekler bize. Aferin, bize çeki düzen vereceksiniz.

Hem çocuk yetiştirme konusunda da bu yazardan ve onun gibi yazanlardan destek görebileceğiz bundan sonra. Çocuk doğurmayı hayatta yapması gereken bir iş gibi görüp çocuk yapan ama çocuk yetiştirmekten bir şey anlamayan milyonlarca anne ve baba artık iyice rahatlayacak. Çocuğunun yanında olduğu sürece iyi bir anne ve baba olduğunu düşünecek. Çocuğuna daha iyi anne olabilmek için kendine de zaman ayırması gerektiğini bilen ve bu yüzden bazen geceleri dışarı çıkan, ya da haftasonu kamp yapan anneler hakkında dedikodu çıkabilecek. Çocuğunu hep yanında tutan “örnek anneler” mesela evlenme ile ilgili programları izlerken de çocukları yanında diye huzur duyabilecekler.

Toplum olarak ne yazık ki çok gerginiz. Dans bir yanıyla da gerginliğin zıddı sanki. Önceden pek dans geçmişi olmayan bazı ünlülerin nasıl görüneceklerini bir yana bırakarak dans ettiği yarışmayı yakın geçmişte fark etmiş ve keyifle izlemiştim. Rahatlatmış, gülümsetmişti. Rahmetli Defne Joy Foster da isminde geçtiği gibi neşeli halleri, esprili dansları ile gülümsetmişti. Gülümsek, gergin olmamak ne iyi şey.  Kendisine teşekkür ederim.  Allah rahmet eylesin.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergisubat2011

Bunu paylaş: