Kadınlarımızı Niçin Koruyamıyoruz? – Nevzat Yüksel

Kadınlarımızı Niçin Koruyamıyoruz?*

 

“Son 7 yılda kadın cinayetleri % 1400 arttı. Adalet Bakanlığı istatistiklerine göre Türkiye’de günde ortalama 5 kadın öldürülüyor.” 11.2.2011, Cumhuriyet.

Cumhuriyet’in haber haline getirdiği kadın cinayetlerindeki artışı, bir ruh hekimi olarak, toplumdaki genel eğilimlerdeki değişimlere bakarak insan ilişkileri açısından incelemek isterim. Yukarıdaki bilgiler ülkemizde, tutum olarak kadına yönelik saldırganlığı (agresyon) açıkça göstermektedir. Son 7 yılda kadınlara karşı saldırganlıkta açık bir artış olmuştur. Bu artışın nedenlerini bu dönemde aramak gerekir.

Şiddet, insana ait özelliklerden biridir. Açık tehdit ve güç kullanımı ile birliktedir. Çevreyi kontrol etme ve hükmetme amacı taşır. Başta öldürme olmak üzere çevreye ve kendisine zararlı her türlü davranış bu gruba konulabilir. Bu zararlar genellikle fiziksel olmakla birlikte fiziksel yaralanmanın her zaman olmadığı, ırza geçme, çocuklara sarkıntılıklar gibi temelinde şiddet olan davranışlar da bu grup içine sokulabilir. Bunlar dışında darp, gasp, soygun ve kundaklamayı da içerir.

Ancak bunlarla sınırlı değildir. Hangi davranış biçiminin gösterileceği büyük ölçüde o kültür ve kişisel yetiştirme biçimlerinde gizlidir. Saldırganlık ise daha kapsamlı bir kavram olarak bir tutumu ifade eder. Duygular ve düşünceler de bu kavram içindedir. Saldırgan davranış sözel ve fiziksel olabilir, şiddeti içermekle birlikte onunla sınırlı değildir. Bir objeye yönelebilmekle birlikte hiçbir şeye yönelmemesi de olasıdır. Saldırganlık doğumsal bir insan eğilimi olup, eğitim, kültür, sosyal etkenler vb. gibi birçok nedenden etkilenir. Psikiyatride ayrı bir tanı kategorisi olarak yer almaz. Yani saldırganlık ve şiddet davranışı tek başına bir insana tanı koymak için yeterli değildir.

ŞİDDET HASTALIK MI?

Saldırgan  davranışa   neden   olabilen çok   sayıda   hastalık bulunmakla  birlikte, şiddet davranışının bir  hastalığın  semptomu  olma  zorunluluğu yoktur.

Genellikle bu davranışlar bir amaç ve isteğin engellenmesi ile ortaya çıkarlar. Ancak bu özgül düşünceler, duygu ve eylemler her zaman açık olmayabilir. İzlenen öfke ve saldırganlığa karşın bunun her zaman mantıklı bir açıklaması olmayabilir. Saldırganlığa her zaman açık bir eylem eşlik etmeyebilir. Bazen de bu  tür  duygular, tamamen  bastırılarak ruhsal   kökenli   fiziksel   (psikosomatik) belirtilerin ortaya çıkmasına neden olabilirler.

Freud, agresyonun insanın kaçınılmaz, içgüdüsel bir parçası olduğunu düşünmüştür. Teorik olarak sağlıklı işlev gören bir benlik, cinsel dürtülerle olduğu kadar saldırgan dürtülerle de baş edebilir. Kültür dürtüleri kontrol edebilmeyi kolaylaştırabileceği gibi zorlaştırabilir de.

Aile ortamı şiddetin sık görüldüğü bir ortam olup aynı anda gelecekteki şiddet davranışı için kültür ortamı ve örnek oluşturur. Çocuklardaki şiddetin en etkin belirleyicisi, ailenin şiddet davranışını, çatışmaları çözmede bir yol olarak görmesidir. Sokak kavgaları, çatışmaları çözmede şiddeti ne kadar çok kullandığımızın kanıtıdır.

Ataerkil toplum ve erkek egemenliği, kadını kontrol etmeyi temel amaç olarak görmektedir. Tarih boyu süregelen eğitim ve çocuk yetiştirme biçimlerimiz kadınları ve kız çocuklarını sıkı biçimde denetleme ve kontrol etmeyi erdem saymaktadır. Evde verilen sorumluluklar ve kural haline gelmiş rol paylaşımı da kontrolün sürmesini sağlamaktadır.

Ahlaki değerlere uyumda erkek ve kız çocuklarından beklenilenler önemli  ölçüde farklıdır. Kontrol görevleri büyük ölçüde baba tarafından yapılmakla birlikte buna sık olarak erkek kardeş de katılmaktadır. Gazete haberlerinde erkek kardeşleri tarafından öldürülen kızların haberleri de ön sıralarda yer alıyor. Psikososyal gelişim süreci boyunca erkekler korunmakta, kızlar ise hizmetçi gibi görülmektedir. Yerleşmiş gelenekler de bu durumun katı biçimde sürmesine neden olmaktadır.

Örneğin kızların kısmeti çıkar, erkeğin kısmeti çıkmaz. Kız istemeye gidilir, erkek istemeye gidilmez. Kız ve erkek anlaşarak evlenmeye karar verseler bile kız isteme töreninden vazgeçilmez. Evlenince kadınlar işten ayrılır, erkekler ayrılmaz. Yemek yapma kadın işidir. Bazı işlere başvurmak kadınların aklından geçmez. Böylece kızlara vazgeçemeyeceği toplumsal roller hatırlatılır, deyim yerinde ise hadleri bildirilir.

DİNSEL BASKILAR

Önemli siyasi çalkantılar yaşayan ülkemizde başörtüsü de bir özgürlük gibi sunulmaktadır. İnançları gereği başörtüsü kullanma adı altında kadınlar erkekler tarafından denetlenmektedir. Örtünmenin mantıklı dini bir temel olmamasına karşın kadının cinsel nesne olarak görülmesine bağlı olarak din adına kadın kontrol edilmeye çalışılmaktadır. Kadın cinsel nesne ise erkek de öyledir.

Neden kadın örtünür de erkek örtünmez? Bunu kimse sormamaktadır. Bu konu o kadar katı biçimde savunulmaktadır ki, gerçekte denetim ve esaret aracı olan örtünme kişisel özgürlük gibi sunulmaktadır. Alınan eğitim de bu denetim düzeneğinin altındaki kontrol isteğini görmeyi engellemektedir. Örtünme ve başörtüsü siyasal bir meta haline gelmiştir. Bazı siyasi gruplar başörtüsü ile beslenmektedir.

Son yıllarda ülkemizde dini eğilimler ve kadını daha çok kontrol etme eğilimleri devlet politikası haline gelmiştir. Bu eğilimler özdeşim düzeneği ile hemen halkın davranışına da yansımaktadır. Toplum muhafazakârlaşmıştır. Erkeklerde kadınları daha çok kontrol etme, onları daha çok alınır satılır bir nesne gibi görme düşüncesi artış göstermiştir. Kadınlarda da eskiye göre kendi seçimlerini ön plana alma eğiliminin artması erkekte kontrol kaybı kaygısını arttırmıştır. Bu da bir nesne olan kadın bedeni üzerindeki hakkını kullanan erkeğe, kadın bedeni üzerinde tasarrufta bulunma ve öldürme cesaretini vermektedir.

Yasalarda yer alan ve kadınları koruyan kurallar, toplumdaki genel eğilimlere ve devlet politikalarına uymuyor. Uygun yasalarımız var. Uyan yok. Bu politikaların sürmesi halinde kadın ölümlerinin giderek artacağını da bekleyebiliriz.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergimart2011

Bunu paylaş: