Sanatsal Yozlaşma – Adnan Binyazar

Politika, ahlak, sanat, edebiyat… Her alanda bir değer düşümü… Değer düşümü deyince önce para geliyor akla. Aldatıcı da olsa dünya piyasalarında buna çözüm bulunuyor. Çözümü zor görünen değer düşümü, buzdağının su içindeki büyük kütlesinde…

            Ataol Behramoğlu, Cumhuriyet Pazar’daki “Akıl ve İmgelem” (4 Temmuz) başlıklı yazısında, sanatsal alanda bir değer düşümü sorununa, bir tür yozlaşmaya parmak basıyor:

Yaşamlarımızda dar ve sığ bir yararcılığın, sanat alanında ilkesiz, derinliksiz ve süslemeci anlayışların egemen olduğu günümüz dünyasında ve sanatında var oluşlarının anlamı tüketime ve birkaç sözcüğe indirgenmiş insan topluluklarının belki bir kez daha şairlerin (ve bütün sanatçıların) öncülüğüne gereksinimi var…

            İnsan topluluklarının neden şairlere ve bütün sanatçılara gereksinimi olur?

            Behramoğlu, P. B. Shelley’in (1792–1822) bir görüşünü yorumlayarak koyuyor tanıyı: “Schelley, ‘eylem’ kavramını, şiirsel yaratının da ötesinde, insana ve topluma ilişkin etkinliklerin bütününü kapsayan bir ‘erdem eylemi’, bir ‘aydınlanma etiği’ olarak kavrıyor…

            Erdem eylemi, özünde ahlaklı olayı, bilgece düşünüp yorumsal sonuçlara varmayı da içeriyor. “Aydınlanma etiği” de bu kavram alanına giriyor.

            Şiir, sözcüklere özel anlamlar yüklemeye elverişli, düşünsel eylemleri, duyarlıkla yaklaşımı özünde barındıran bir anlatı sanatıdır. Düzyazıdan ayrılan yanı, imgeler ormanında şiirsel bir coşku yaratmasıdır. Şiirin, hemen her çağda toplumları uyandırıcı etki yaratması buna bağlanabilir. Ne var ki, yalnızca sığ düşünenlerce değil, entelektüel sayılan çok kişi için şair, bir hayal dünyası gezgini olarak algılanır. Will Durant’ın söylemiyle, “yaratıcı çabalara ortam hazırlanmadığı” her toplumda algılama böyledir.

            Oysa şair, Behramoğlu’nun Mayakovski’den çevirdiği, “Şiir de ne/Boş iş.” diye başlayan “Şair İşçidir”de anlattığı gibidir:

            “Bilirim / hoşlanmazsınız boş laftan / kütük yontarsızı kan ter içinde, / Fakat / bizim işimiz farklı mı sanırsınız bundan: / Kütükten kafaları yontarız biz de. (…) Fakat kim / aylak olduğumuzu söyleyerek / sitem edebilir bize; / Beyinleri perdahlıyorsak eğer / dilimizin eğesiyle…

            Ancak kütükten kafaları yontan, dilinin eğesiyle beyinleri perdahlayan şair, “erdem eylemcisi, aydınlanma etikçisi” sayılır…

            Toplumlarında şairlere, sanatçılara gereksinim duyma bilinci uyanmadıkça, derinlikten yoksun sığ insanlar, hiçbir zaman birkaç sözcüklü etkileşimin dışına çıkamayacaklardır. Bugün, birkaç sözcük öğretilerek hayvan türlerine sirklerde ne marifetler yaptırılıyor! Sanatçıya gereksinim duymayan toplumlar her an böyle bir tehlikeyle karşı karşıyadırlar.

            Behramoğlu, yazısının sonunda bir umut ışığı da yakıyor: “Sanatçı, sahip olduğu hayal etme yetisiyle, güzellik ve adalet duygularını, şu anda içinde bulundukları çamurdan arındırarak bir kez daha yükseklere taşıyabilecektir…

            Toplum, sanat adı altında dar ve sığ, ilkesiz, derinliksiz, süslemeci romanlara, şiir diye özsüz söz oyunlarına, boğazından ses çıkaran sanatçıya, tuval fırçalamalarına yönelim gösteriyorsa, bu yozlaşma karşısında onları çamurdan nasıl arındırır!..

            Sanatın yozlaşması, insanı da yozlaştırır. Son altmış yılda demokratik yolla, ya da darbelerle gelen hükümetlerin çoğu, kitap toplatarak, “böyle sanatın içine tükürürüm” diyerek, sanatı da, insanı da yozlaştırdılar…

            Toplumsa mışıl mışıl uyudu…

*https://issuu.com/azizm/docs/edergiagustos2010

Bunu paylaş: