Hıdrellez – Selin Süar

Hıdrellez*

Sıcakların henüz çöreklenmediği, ılık esintilerin insanın içine huzur verdiği aylardan Mayıs’tayız. Bulunulan iklime göre değişir elbet, ama buralarda papatyalar çoktan açtı, gelincikler kıpkırmızı renkleriyle yeşilin üzerinde kavislendiler. Doğa, içinde barındırdığı bin bir rengin her tonunu kendisini izleyenler için sergilemeye başladı. Biraz cesaret edebilsek geçen sene yaptığımız gibi durgun sularıyla bizi çağıran denizde bile birkaç kulaç atacak, ardından güneşe sırtımızı dönüp tir tir titreyen bedenlerimizi o sıcaklığa emanet edeceğiz, ama bu sene, bu hafta bunu yapamasak da her sene kimine göre eğlence, kimine göre oldukça kutsal olan ve her ne şekilde olursa olsun yüzlere büyük bir gülümseme koyan HIDRELLEZ’i kutlamayı unutmayacağız.

Unutmak ne mümkün… 6 Mayıs akşamı sokaklar çocukların sesleriyle dolmaya başlar. Çer çöp, mobilya parçası, kırık sandalye, insanın burun kanatlarından günlerce kokusu çıkmayan patlak lastikler, belki yırtık bir çarşaf, ama mutlaka bir iki odun parçasıyla o akşama hazırlanılır. Ateşler hava kararmaya yüz tutarken yakılmaya başlanır ki akşamın ortasında göğe en çok yükselen alevin üzerinden atlanabilsin. Büyük şehirlerde yapılan eğlenceler, kırsal kesime nispeten daha az olsa da özellikle Türk Devletlerinde yaygın olan Hıdrellez’in kutlanışı, Türkiye’de de kendini gösterir. 6 Mayıs yaklaşmadan önceki hafta büyük bir ev temizliğine girişilir. Temiz olmayan evi Hızır Peygamber’in dolaşmayacağı, ziyaret etmeyeceği varsayılır. Yiyecekler hazırlanır, piknik yapmak için önceden sarmalar yapılır, yufkalar açılır ve pikniğin olmazsa  olmazı mangal bir köşede, kullanılacağı günü bekler. Bazı yerlerde bayramdan farksız kutlanan Hıdrellez günü için yeni elbiseler ve ayakkabılar bile alınır ki verimi bol olan doğa ananın yaşama yeniden kavuşması tertemiz karşılansın…

Doğu’ya özgü bu kutlama, diğer dinlere de yansımıştır. Ortodoks Hıristiyanların Agios Yorgi, Katolik Hıristiyanların Saint George günü olarak kutladıkları Hıdrellez, Hızır ve İlyas Peygamberlerin senede bir kez yeryüzünde buluşmasından ötürü bu isimde kullanılmaktadır. Yazın gelişini, doğanın uyanışını simgeleyen bu günde kimi yörelerde kuzu eti yeme, otluk alanlardan yılın ilk otlarını toplayıp kaynatma ve suyunu içme âdeti de vardır. Bu şekilde hastalığına derman bulacağına inananlar olduğu gibi uyanışı, canlanmayı simgeleyen Hıdrellez’de bazı yörelerde 5 Mayıs gecesi kısmetlerinin açılmasını isteyen kızlar bir dere kenarında veya yeşil bir alanda bir araya gelir, içinde su bulunan bir kaba kendi yüzüklerini koyarak kabın ağzını tülbentle bağlayıp gül ağacının dibine koyarlar. Sabah olduğunda gül ağacının yanına giderek niyetlerinin olması için dua ederler ve bunun ardından kabın içine attıklarını çıkarmaya sıra gelir. Maniler, Türküler söylenerek yapılan bu niyet işinde kısmetin açılması için dua edilir ve gerisi Hızır’a bırakılır.

Şansların açıldığı, dertlere derman arandığı, temiz kalpli insanların dileklerini kabul edeceğine inanıldığı Hıdrellez bütünüyle yeniden vücuda gelişi simgelemektedir. Celal Beydili, geniş kapsamda hazırladığı Türk Mitolojisi Ansiklopedik Sözlük adlı eserinde Hızır’dan şu şekilde bahsetmektedir:

Efsanelere göre karanlık dünyadaki ‘Dirilik Suyu’ndan içip daimi yaşayan ve ölüp-dirilebilen doğayı sembolize ederek ebediyetin göstergesiyle çevrilen mitolojik varlık. Orta Asya Türkleri ona ‘Kıdır’ derler. Onun  adına  ayrıca ‘Hızır Ata’ denilir ve dara düşüldüğü zamanlar ondan yardım istenir.” (Celal Beydili, “Türk Mitolojisi Ansiklopedik Sözlük”, Çev: Eren Ercan, Yurt Kitap-Yayın, Ankara, birinci baskı, Şubat 2005, s.238.)

Türk mitolojisinde peygamber, evliya, ata gibi isimlerle anılan Hızır’ın önemli bir yeri vardır. 6 Mayıs gecesi gül ağacının dallarına kâğıtlara yazılarak dilekler asılır veya bu dilekler denize atılır, ufak taşlarla gül ağacının altına istenilen dileğin şekli çizilir, yine gül ağacının dibine sembolik bir miktarda para konulur ve bir dahaki Hıdrellez’e kadar bu para cüzdanda saklanır ki bereket ve bolluk eksik olmasın. Tüm bunlar 8 Mayıs’ı 9 Mayısa bağlayan geceye kadar gül ağacında bırakılır. Böylelikle Hızır’ın gelip evleri dolaşırken bu dilekleri görüp kabul edeceğine, bunları Tanrı’ya ulaştıracağına inanılır. Bereket getireceği inancı nedeniyle bazı yörelerde ‘koç katımı’ denilen ve çobanın güttüğü sürünün bereketinin artması için koça kına yakılır, süslenir ve koyunların arasına, sürünün içine bırakılır ki o sene bol bol ve sağlıklı kuzucuklar olsun.

Hızır’ın monoteizmdeki (tek tanrılı dinler) yeri de oldukça eskilere dayanır. Denir ki  Hızır’ın  ne yapacağı  belli  olmaz.  Musibet  getirebilir gibi görünse de olayın sonucunda mutlaka bir hayır bulunur. ‘Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez’ sözü, bir kişinin başı sıkıştığında hiç beklemediği bir yerden gelen yardım sonucunda ‘Hızır gibi yetiştin’ türü deyişler hep Hızır’ın zor durumda kalanın imdadına yetişmesi söylencesi yüzdendir.

“ ‘Hızır’ın kıyamete kadar yaşayacağı söylenir. ‘Hızır’ın adı bazı Alevi-Bektaşi şairlerinin şiirlerinde ‘Ali’yle birlikte kullanılır. Bazı Kızılbaş rivayetlerinde de ‘Hızır’ın rolü açık bir şekilde ‘Hazreti Ali’ye verilir. Bazı Alevilere göre, ‘Hazreti Ali’nin adlarından biri de ‘Hızır’dır ve dünyada bu adla yaşar. Pir Sultan’a ait olduğu düşünülen bir şiirde, ‘Bin adı vardır, bir adı da Hızır’ denilmektedir.

Kuranı yorumlayanlar, Kehf suresindeki hikâyenin ‘Hızır’a ait olduğunu kabul ederler. İslam âlimleri, onun peygamber, evliya veya melek olduğu hakkında çeşitli fikirler yürütmüşlerdir. Kuran tefsircilerinin birçoğunda, ‘Hızır’ın onlara görünüp, yol gösterdiğini hatta ‘İsm-i Âzam’ı öğrettiği söylenir. O, genellikle İslam dini sistemindeki bütün peygamberlerin ölümlü, ‘Hızır’ınsa ölümsüz olduğundan, ölümün Hak’tan geldiğini kabul eden İslam dini sisteminin dışında kalır.

‘Hızır’ın ‘Dirilik Suyu’ içip, ölümsüzleştiği ve ebedi yaşadığını kabul edenlere göre, O, Hazreti Âdem’den beri yaşamaktadır, Nuh Tufanından sonra, Hazreti Âdem’in, o zamana dek korunan cesedinin defnine yardım etmiş, Muhammed Peygamber ve Hazreti Ali’yle de görüşmüştür. Azerbaycan’da yolculuk yaparken ‘Hızır Zinde’ adında bir piri ziyaret eden E. (Evliya) Çelebi, oradaki türbede yatan ‘Hızır’ adında birinin ilk günkü gibi tazeliğini koruduğunu yazmış.

Tasavvuf kaynaklarına göre, Musa Peygamber’in ilahi sırlar ve gerçekleri anlamasını ‘Hızır’ sağlamıştır. Bu ilahi varlık, kimin karşısına çıkarsa, onun gözünde varlığın sır perdesi aralanır. Bu kaynaşklarda ‘Hızır’ şekilden şekle girip, bazen çocuk, bazen de yaşlı biri olur, bazen kuş gâh tavşan kılığına girer. Bir göz açıp kapanıncaya kadar çok uzak mesafelere gider. Havada dolaşır, su üstünde  yürür.  Doğadaki  tüm  varlıkları  kendi  emrine  alabilir.  Ölenleri bile diriltmeye gücü yeter. Birçok din adamına göre, ‘Hızır’ın ölümsüzlüğüyle ilgili en güçlü kanıt, Kuran-ı Kerim’in El Enbiya suresinin 34. ayetinde verilmektedir. ‘Biz senden önce hiçbir insana ölümsüzlük vermedik.’

(A.g.e, s. 238, 239.)

Hıdrellez ismi Hızır ve İlyas Peygamberin senede bir kez görüşmesinden dolayı kaynaklandığı söylenmektedir. Hızır ve İlyas’ın kardeş olduğu da söylenir. Hızır’ın kendini belli etmedikçe tanınmasının olanaksız olduğu belirtilmektedir. Bir İsrailoğulları peygamberi olduğu Tevrat’ta geçen İlyas Peygamber için onun Ben-i İsrael kabilesine gönderildiği belirtilmektedir. Kuranda ise insanları Tanrı’ya inanmaya çağırdığı belirtilir ve diğer peygamberlerle beraber iki surede ismi geçer. Buna rağmen ‘Hızır’ın mitolojideki veya eski inançlardaki varlığı daha eskilere dayanır:

Genellikle mayıs ayının ilk pazarı ya da belli tarih olarak 6 Mayıs’ta düzenlenen Hıdrellez şenlikleri özellikle Doğu inanç ve mitolojilerinde rastlanan ‘Hızır-İlyas’ ikilisine dayandırılmaktadır. Halk arasında yaygın ‘Hızır Aleyhisselam, Hızır Nebi, Hızır Peygamber’ gibi sözler, Hızır’ın peygamber sayıldığı inancını göstermektedir. Ancak bu, İslam dışındaki inançlarda da yaygındır. Gılgamış’ın arkadaşı Endigu’nun ölümü üstüne üzüntüye kapılıp, ırmakların ağzında oturan ve kendisine ebedi yaşam bağışlanan atası Utnapiştim’i (Hasisatra) bulmak, ölümsüzlük sağlayan otla ilgili bilgi almak  için çıktığı yolculuk öyküsünde, yine İskender’in ölümsüzlük arayışı   öyküsünde ve İlyas ile Haham Yaşua Ben Levi’nin yolculuklarına ilişkin Yahudi söylencesinde birbirine çok yakın özellikler görülmektedir. …” [Yurt Ansiklopedisi. (1984). Türkiye/Genel. Cilt: 11, İstanbul: Anadolu Yayıncılık A.Ş., s.88-96]

Arapça’da ‘yeşil’ anlamına gelen Al-Hazir sözcüğünden türediği varsayılan ve Farsça’da ölümsüzlük simgesi olan kayın ağacından geldiği öne sürülen Hızır, suyla özdeşleştirilir. Hızır ve İlyas için deniz kenarında, ırmak kenarında buluştuklarının rivayet edilmesi hep Ab-ı Hayat’tan kaynaklanır. Ab-ı hayat, yani ölümsüzlük suyundan içtiği için Hıdrellez’de yapılan her şeyin bereket timsali  olduğuna   ve   Hızır’ın   elinin   değdiği  her   yere   iyilik,   şifa,  bolluk geleceğine inanılır. Bağbozumuna, Paskalya’ya benzeyen Hıdrellez şenliklerinin önemi azalsa ve kutlamalar yalnızca çocuklara kalmış gibi görünse de Hıdrellez’in önemini bilen, Hızır’a inanan ve dilek dileyen pek çok kişi günümüzde hâlâ mevcut. Sıkıntılı bir süreçten geçen Türkiye için belki de bu sene ‘Yetiş ya Hızır’ diyenlerin sayısı artacak. Kim bilir… Yine de neşeyle ve hep bir umutla geçen yaza merhaba şenliklerinin güzel bir yansıması olan Hıdrellez hepimize bu sene de kutlu olsun ve Hızır Aleyhisselam bolluğuyla, bereketiyle gelip dileklerimizi kabul etsin…

*https://issuu.com/azizm/docs/edergimayis2010

Bunu paylaş: