Bastırılmış Cinselliğin Türk Toplumu Üzerindeki Etkisi – Ümit Hüseyin Girgin

Bastırılmış Cinselliğin Türk Toplumu Üzerindeki Etkisi

 

Tutumların edebe uygunluğu bedenleri yok eder, sözcüklerin ağırbaşlılığı söylemleri tertemiz yapar.

M. Foucault

İnsanlık tarihinin kültürün alanına girmesiyle birlikte oluşturduğu toplumsallık ilkesi insanın bireysel olarak sahip olduğu biyolojik ve fizyolojik özelliklerinin ötesinde bir hayat sunmuştur kendisine. Bir kurallar ve düzenler birliği  içerisinde ki insanın hayatı; belirli düzenlemeler, sosyo-psikolojik, ekonomik, kültürel sistemler aracılığı ile denetlenmiş ve içinde yaşanılan yaşam koşulu da bu kurallar bütününe uydurulmuştur. Cinsellik de bu toplumsal düzlemde kendisine yer edinmiştir. Her toplumunun kendi inançları, ihtiyaçları ve ayinleri çerçevesinde oluşturduğu bir cinsel davranış kalıbı vardır. Bu süreci etkileyen ekonomik, sosyal kültürel koşullar cinselliğin de o kültür çerisinde nasıl yaşanması gerektiğine dair önemli bir ipucudur. Toplum içinde cinselliğin doğru uygulanması ve devamlılığın sağlanarak ileri kuşaklara da  aktarılmasını sağlayan bu kurallar kendi dışında kalan bütün düşünceleri aforoz eder. Bunları kendisine aykırı, yabancılaşmış görür. Bu bakımdan cinsellikten her toplumun hatta her bireyin ayrı ayrı ama görünürde bütün olarak yaşadığı bir deneyim olarak bahsedersek yanlış olmaz.

Yaradılış efsanesinde sözü edilen şeyler, kutsal kitaplar haricinde de daha birçok metne kaynaklık yapar. Burada dikkat çekici olan kadın ve erkek arasındaki cinselliğin erkek egemen bir konum içerisinde belirlenmesi ve hayatın idame ettirilmesinde bu ilişkinin devamlı korunması gerekliliğinin altının çizilmesidir. İslamiyet’te Hz. Muhammed’ in hadisleri buna örnektir. Hz. Muhammed kadın ve erkek ilişkilerinde erkeğin kadının çobanı olduğunu onların her şeyinden sorumlu olduğunu söylemiştir. Devamında erkeğin ve kadının toplumsal rollerini benimsemeleri ve birbirilerinin alanlarına girmelerini yasaklamıştır. Bunu da kadınların Allah tarafından zayıf ve narin erkeklerin ise onlara hükmedebilecek niteliklere sahip olduğunu ifade ederek meşrulaştırmıştır. Ayrıca Kuran-ı Kerim de bu durumdan açıkça bahsedilerek, hem cinsellik rollerinin değişmemesi hem de farklı cinslere duyulabilecek olan merak ve arzu lanetlenmiştir.     ‘’Kadınlardan     erkeklere     benzeyenlerle;    erkeklerden kadınlara benzeyenler bizden değildir.” (Buhârî, Libas, 61) Bu ve bunun gibi örnekler her kutsal kitabın metinlerinde görülebilir. Örnekleri çoğaltmak mümkündür.  Bunların  ekseninde  bakıldığında  erkeğin  egemen  olduğu bir sistemin devamlılığını gelecek kuşaklara aktarma görevini üstlenen ve kaynağını mitlerden alan dinler günümüzde ki ataerkil düzenin bir simgesidirler. Oysa her mit ataerkil düzenin destekleyicisi değildir. Aksine bu gelişim çizgisinin  anaerkil düzenden ataerkil düzene geçişini kanıtlayan mitlerde vardır. Malinovski’nin araştırmaları incelendiğinde dünya yüzüne çıkmaya karar veren ve yer altında kaldıkları sürece bedenlerini yineleyen ruhlar dünyaya bir kadın ve erkek olarak çıkmışlardır.

Ancak bu iki cins arasında ilişki olmasına imkân yoktur çünkü bu iki insan kardeştir. Kadının amacı doğa tarafından hamile kalarak üretime yol açmak ve soyun devamlılığını sağlamak iken erkeğin görevi de onu korumak ve bakımını ve ihtiyacını sağlamaktır. Anaerkil toplumlarda soyun devamlılığının garantisidir. Bundan dolayı kadın temel ilişkilerde de belirleyicidir. Kadın soyun devamlılığının garantisi olduğundan mülkiyet ilişkilerinde de ön plandadır. Potlach yani karşılıklı yükümlülük kuralları-evlenirken tarafların birbirine hediye alıp vermesi, maddi durumu daha iyi olan yerlinin toplu ziyafetler vermesi-ilkel toplumlarda kula adı verilen törenlerle yapılır ve kapitalizme kadar batı dünyasını Türk modernleşememesi ve Türk post-modernleşmesine (1980’ler) kadar da Türk dünyasını etkisi altına almıştır. İlkel toplumlarda kadın toplumsal işbölümü içerisinde kendisine biçilen işleri yapar. Bu da genellikle yemek pişirmek ve benzeri şeylerdir. Ancak bu kurallar çok katı değildir. Asıl önemlisi de bu kuralların işlemesi kadının topluluk içinde söz hakkı olmasına engel değildir. Peki, ne olmuştur da kadınlar zaman içersinde ki güçlerini yitirip doğrudan erkek egemen sistemin içerisine girmiştir. Kısacası bu durumu erkeklerin cinsellikte ve kadının çocuk yapımında belirleyici faktör olduklarının farkına varmasıyla yola cıkmış denebiliriz.

İlkel toplumlarda cinsler arası ilişkiyi belirleyen ensest yasağı olarak bilinir. Hatta psikanaliz kuramı uygarlık ve Eros arasındaki ilişkiyi de buna bağlamaktadır. -Daha detaylı bilgi için Freud’un totem ve tabu üzerine isimli eserine bakılabilir.- Ancak ensest yasanın bir tabu olması ve kurallarla düzenlenip mitler haline getirilmesinin altında yatan neden düzensiz ve rastgele ilişkilerin engellenmek istenmesindendir. Uygarlaşma dendi mi bireye yönelen kendini kısıtlama basıncının sürekli artması ve yoğunlaşması anlaşılmaktadır. Böyle  bakarsak  ilkel  toplumlarda  kısıtlama  düşüncesinin  olduğu  yanılgısına varır.

Bugüne kadar hiçbir toplumda bir eylemin ya da düşüncenin yanlışlığı bu düşünceler uygulanıp da toplumu belirlemeden önce iktidarlar tarafından engellenmemiştir. Bu da demek oluyor ki aynı klana mensup insanlarda akrabaları ile cinsel ilişkiye girme eğilimi vardır. Bu durum ensest yasağının kurallar ile düzenlenmesinin nedenlerinden sadece birisidir. Ancak asıl önemli olan artan nüfusa oranla yiyeceklerin azlığı ve bunun sonucunda yerleşik yaşam sonucu tarıma geçilmesi dolayısıyla üretimin fazlalaşması olarak gösterilebilir. Üretim yapılan yerlerin özel mülkiyet olarak görülmesi ve toprakların bölünmemesi için çapraz evlilikler yaygınlaşmıştır. Bu çapraz evlilikler baba tarafından hala ve ya halakızları olmaktadır. Ensest yasak birinci dereceden akraba ile kurulan ilişkiyi yasaklamıştır.(anne, kız kardeş) Anaerkilden ataerkine geçiş mülkiyetin özelleştirilmesi ve erkeğin elinde bir iktidar kaynağı olarak görülmesi ile gerçekleşmiştir. Erkeğin her şey üzerinde hak edinme isteği bu hakkı kadın üzerinde de sabitleştirmiştir. Şimdi daha dikkatli gözlerle bakıldığında yaradılış tarihinde ve kutsal kitaplarda bahsedilen ve üzerine uygarlılar kurulan ensest yasasının mülkiyet ilişkilerinden kaynaklandığını ve bu yolla mitleştirilerek insanoğlunun zaman ötesi algılamasında bir yer edindiğini görebiliriz.

İlerleyen dönemlerde cinselliğin, bastırılan bir arzu olarak üstüne düştüğümüzde aslında bu bastırmanın kocaman bir kültür olduğunu ve üzerimize yapıştığını gördüğümüzde daha da şaşırabiliriz. İnsanlık tarihinden günümüze doğru geldiğimizde cinselliğin her toplumun içsel dinamikleri ile ilintili olduğu anlaşılır. Batı toplumlarında ortaçağ kültürü cinselliği ilk çağ filozoflarına ve Antikite kültüründen daha farklı biçimde ele alınmıştır. Hiç kuşkusuz bunda Hıristiyanlık geleneğinin payı büyüktür. Antik Yunan düşüncesinde cinsellik hazların karşılanması olarak ele alınıyordu ve bastırılan bir şey olarak görülmüyordu. Hatta kendi düşüncelerini bastıran toplum bazen kendi yapamadıklarını tanrılarında somutlaştırarak onları kişiselleştirme yoluna gidiyorlardı. Bu yüzdendir ki tanrıların babası Zeus cinsel yönden  oldukça iştahlı ve doymak bilmez bir tutum içinde yansıtılan bir tanrıdır. Bu cinsellik iktidar ve dünya üzerindeki erk kudretinin yansıtılması ile tamamlanmıştır (ayrıca antik Yunan kültüründe kadın haz duygusunun karşılığı değildir. İkinci sınıf insandır. Çünkü aşk duygusu kadına yönelik değildir. Bunun yerine küçük oğlanlarla kurulan ters ilişkiler mevcuttur). Ortaçağ düşüncesinin karanlık yönü kadını yalnızca bir misyonerlik anlayışı çerçevesinde görmeye devam etmiştir. Hiçbir hakkı bulunmayan kadın cinselliğini yaşması anlamında da bastırılmıştır. Hıristiyanlık öğretisinin geç etkileri ile birlikte doğan romantik aşk kavramı kadına olan ilginin bu sefer tam tersine yüceltilmesi durumu ile karşılaşmıştır. Kadın ulaşılamayan yüce olandır. Nietzsche ve Schopenhauer daha sonra bu durumun kıyasıya bir eleştirilerini yapacak olsa da bu belli bir dönem sınırları içerisinde kadına bakış açısını verir. Önüne geçilemeyen fuhuşu engelleyemeyen batı dünyası kadın ve erkeği evlilik bağları ile birbirine bağlamıştır.

Aslında insanoğlunun tüm yaşamı dürtülerini ve onunla iç içe geçmiş tabularını sınırlamak onlara engel koymak sosyal yaşamı düzenlemek istenmiştir. Aslında bu durum kadim dinden bu yana uygulanan bir durumdur. Yaradılış tarihine ve ilkel kabilelerin mitlerine bakıldığında aslında babaerkli bir biçim de babanın kültüre egemen olduğu söylemlerden çok, kadın ve erkek arasında o malum ilişkiden doğan sorumluluğun yarattığı bir kültüre tanıklık    ederiz. Bu kültürün doğmasını sağlayan şey cinsel ilişki yasağıdır. Ama bu hep böylemidir. Aslında cinsel ilişki bir bakıma doğrudur. Ancak asıl olan ensest yasağıdır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken ve benim düşünceme göre de elma ile  özdeşleşen ilk günah ensest ilişkidir. Yoksa kadınla erkeğin birbirleri ile ilişki kurmaları normal sayılmalıdır. Kendi kültürümüzü anlayabilmek adına batı Hıristiyan kültürüne gitmek ve orada bir şeyler aramak belki çok doğru görünmeyebilir, bu yazının bu anlamda yoldan sapması da muhtemeldir. Ancak dinler ve kurallar yüzyıllara dayalı egemenlik ve Potlach anlayışını bozamayacağına göre her iki kültür arasında ki benzerliklere değinmek gerekebilir. Bu bakımdan kısa bir Osmanlı-Batı karşılaştırması uygun karşılanmalıdır.

Ortaçağdan beri kadın Potlach sistemine göre yaşanılan medeniyetlerde bir statü simgesidir. Kadının güzel ve zengin görünmesi her zaman erkeğin varsıllığının ne kadar çok olduğunu gösterir. Bu erkek için onurlandırıcıdır. Kadında bu onurun düzenli taşıyıcısı olarak gelmiştir günümüze kadar. Burjuva kültürüyle beraber tekeşlilik gelişmiş böylece kadının değeri nicelik düzleminden nitelik düzemline kaymıştır. 17 yy.dan itibaren cinselliğin merkezine ailenin  oturtulması ile ana babalar ve eşler dışarıda doktorlara, eğitbilimcilere ve daha sonra   psikiyatristlere   dayanan   içerideyse   evlilik   bağı   ilişkilerini  aşmaya, psikolojikleştirmeye yönelen bir cinsellik tertibatının aile içindeki amillerine dönüşürler. Bu toplumsal rollerinden sıkılan kadınların bir kısmı feminist bakış acısından kıyasıya erkek egemen toplumu eleştirirken erkek kimliğinin değişemeyen hallerini es geçmiş bunun bir sistem sorunu olduğunu ve hem kadını hem de erkeği birbiri arasındaki cinslere karıştırdığını fark etmemiş. Bir yandan da sadece psikanalizin baba adı, kültür vb. kuramlarına gönderme yaparak ataerkilliği eleştirmişler. Bir bakıma kuramın yanlışları ile birlikte meşrulaştırılmasına da yol açmışlardır.

Burjuva sisteminin cinselliği tıbbileştirerek herkes tarafından konuşturulmak istenilen bir söylem haline getirmesi en üst sınıflarda yankısını bulurken proletarya bu cinsel devrime ilk başta kayıtsız kalmıştır. Bu çok doğaldır birincisi proletarya burjuva sınıfı kadar bu işlere yönelecek bir bilinç düzeyi ve imkâna sahip değildi. Bu yüzden bu devrimde üst sınıfların alt sınıfları bilinçlendirmek yolu ile sonradan girişmiş olduğu bir çabanın ürünüdür. Proleter sınıfın burjuvanın cinsellik düşüncesine uzak kalmasının nedenlerinin başında  da bu varsıllık ve yoksulluk durumları vardır. Sonuç olarak proleter sınıf bu cinsel hükümlere uymak zorunda bırakılmıştır. Burjuva sınıfı en büyük devrimci olarak gördüğü çocuğu ve onun cinselliğini denetim altına alarak ve cinselliğin çocukluktan itibaren bilinmesi gereken bir yer olduğunu öne sürmüştür. Bu öne sürme sonucunda cinsellik ve tıbbileştirme bilimi bir arada hareket ederek hem kadın cinselliğine hem de çocukların denetimine belirli bir anlamda gizem katmıştır. Bu gizem daha sonra ki dönemlerde çarpıtılmış ve arzulanan nesnenin hedefi erotizmin ortaya çıkmasında da sebep olacaktır. Bireye yönelik bu endişelerin sosyal düzlemde yürütülmesi ve iktidarların bireylerin cinsel yaşamı üzerindeki nüfuzsuz kullanımı cinselliğin dillendirilmesine her yerde konuşulmasına ama bir bakımdan da yüzyıllardır süregelen püriten baskının suskunluğunun yerini almasına yol açar. Püritenizm döneminde cinselliği tabu olarak gören bireyler şimdi de cinselliği çok konuşarak yok etmeye çalışmakta ve bir bakıma cinselliğin simülasyonunu tekrar tekrar canlandırmayı hedeflemektedirler. Böylece nesnesini kaybettiklerini düşündükleri    arzularının bu her haz alışta uysal bir dinginlikle kendilerine geri döneceğinin hayalini kurmaktadırlar.

Aile cinsellikle evlilik bağını değiş tokuş eder. Yasa ve hukuksallığın boyutunu cinsellik tertibatına ulaştırır. Haz düzen ile duyumların yoğunluğunu evlilik bağı düzenine taşır. Böylece yeni kahramanlar ortaya çıkar; eşcinsel, frijit vb… Bu figürler anormal cinsellik kaygısını evlilik düzeyine taşır. Evliliğin çeşitlenmesi sağlanır. Aynı zamanda bu çeşitlilik dışlanır ailenin içine sokulmaz. Görmezden gelinir. Ancak onlara yönelik ortaçağdan kalmış olan suçlamalar ve cezalarda büyük oranda yumuşatılır. Kısacası onlar toplumun görmek istemedikleridir. Yeraltında yaşarlarsa bir sorun yoktur. Evin modern bir biçimde inşa edilmesi geniş aile kurumundan çıkıp, evin içinde her odanın belli bir işlevinin olması çocuğun ve ebeveynin odasının ayrılması bu dönem özelliklerindendir. Mastürbasyon, bebek bakımı, yatak odalarının ayrışması vb. kurallar aileyi  çoğul bölünmüş ve hareketli cinselliklerle dolu karmaşık bir şebekeye dönüştürür.6 Bu durum geçmişte her şeyi aile içinde öğrenen  çocuğun cinselliğini bu sınırlardan taşarak kamulaştırılması anlamına gelir. Okullar, hastaneler, yurtlar aracılığı ile… Çocuğun içinde örtük  biçimde  bulunan cinsellik  otoritenin denetimi  ve  yönlendirişi  altında belli bir dönemde çocuk toplumsal olgunluğa ulaştıktan sonra cinselliği bir tehlike oluşturma özelliğini atlattıktan sonra ortaya çıkmasına izin verilen şeydir. Bu korku cinselliğin belli bir amca yönelik olmasının yokluğundan duyulan korkudur aslında. Cinsellik çeşitli düzlemlerdeki başarısızlıklarımızın bizden bekleneni ortaya koyamayışımızın endişe korkularımızın giderek, varoluşumuzun olanaksızlıklarının ilacı olarak tanıtılıyor.

Bu tıbbileştirme kültü psikanalizi ortaya çıkarmıştır. Psikanaliz M. Foucault’nun belirttiği kadarı ile bir itiraf kültürünün gelip dayandığı ve bunu arzu kuramı ile meşrulaştırdığı hatta bu durumun sadece burjuva ailelerinde yaygın bir şekilde yaygın olup proleter sınıflara gitmediği bir yerdir ilk başta. Aslında bu çok doğaldır hiçbir zaman proletarya ya da halk mucitlere ilk ulaşan olmamıştır doğal olarak cinsel ahlak da ilk olarak burjuva sınıfı üzerinde toplanmıştır. Yani birçok insanın yanıldığı gibi en üst sınıflar her zaman şaşaa  ve cinsellik içinde değillerdir. Onların cinsel yaşamına gösterilen ilgi aslında biyolojik özelliklerin dışlandığı ve kültürel yolla bu sınıflara verilen ayrıcalığın bir göstergesidir. Kısacası insan yüceltmek ve farklı görmek ister. Bu yüzden de kendi basitliğini üst sınıflarda farklılaştırır. Bu normaldir; demokratik süreçler yenilikler en son halk tarafından kullanılır. Bu fotoğrafın bulunuşunda da böyle olmuştur. Ama bazen demokratikleştirme ve her şeyin istendiği kadar herkes kadar kullanılması sanatın basitleştirilmesi ve herkes tarafından yapılıyor olması gibi cinselliğin herkes tarafından konuşulmasına ancak tam da bu konuşmaların fazlalığı yüzünden cinselliğin kayıp olmasına yol açıyordur. Diğer yandan insanlığa ait temel argümanları içerdiğini düşünerek, Lacan’ın cinsellik ve kastrasyon, yarılma sürecine gönderme yapma zamanıdır. İnsan kültürün alanına girdiği ilk anda yarılmıştır. Bu yüzden geri dönüş yoktur ataerkil düzende ele alınan ilkel kabilelerden yana bu durum böyledir. Gerçi Malinovski’nin yaptığı araştırmalar ilkel kabilelerde anaerkil bir düzenin var olduğunu ve baba ile bir kan bağı görülmediğini bize belirtse de sistematik olarak Lacan’ın bize verdiği vaaz önemlidir.

Modern toplumların özgüllüğü cinselliği gölgede bırakmak değil, onu tek biricik giz olarak öne çıkarma koşulu ile kendilerini sürekli cinsellikten söz etmeye zorlamalarıdır.8 Burjuva düzeni erkek egemen sistemi olduğu gibi dillendiren ve kendisini bir haz nesnesi olarak kadınlarla dolup taşmıştır. Kadın kendine düşen rolü öylesine benimsemiştir ki o artık mistik bir imge varlığı kadar yokluğu ile de akılları bulandırabilen bir türdür. Bu hali ile kadın egemen kültüre güzelliğini sunar ve bu güzellik her yıl yeniden yapılan güzellik yarışmaları ile yeniden yapılandırılır. Bir bakıma güzellik yarışmaları toplumda güzelliğe olan egemen bakış acısını sürekli hafızalara kazandırılması bakımından prime time  da devamlı reklamı yapılan bir üründen farklı değildir. Bu durumda ürünün kendisini metanın kendisini de kadın olduğunu belirtmemize ayrıca gerek yok. Kısacası şiddetin her türünün evcilleştirilmesi estetize edilmesi gibi günümüzde kadın ve erkek arasında ki ilişkiler de estetize edilmiş bir parça bütünlüğü üzerinden işlemektedir. Dişil güzellik estetize edilmiştir. Bu estetize edilmiş cinselliği bir kurtuluş söylemi olarak kotaran ideoloji zaman zaman hala standartlaşmış  erotik  eğlencenin  meşruluğunu  sağlarken  cinsellik  konusunda duyduğu kaygılar üzerine suskunluğu ve cinsellikten uzak durmayı yeğleyen öteki hareketlerin negatif kopyasından başka bir şey değildir.

Kadın kullanım değerini kendi dış görüntüsüyle sınırlı tutmayı öğrenince, gerek kendisine gerekse çocuklarını iyi kötü bir güvencenin içinde bulmakla kalmamış aynı zamanda sınırlı bir hürmet görmüştür.10 Bu durum kadının koşullara itiraz etmeme nedeni olarak anlaşılabilir. Herkes toplumsal rollerini benimsediğinde sorun nasıl olsa çıkmıyordur nasılsa! Foucault’nun belirttiği gibi püriten düzene bağlı cinselliğin yıllarca susturulduktan sonra her yerde her şekilde dillendirilmesinin altında yatan neden cinselliğin iktidarlar tarafından belirlenmesi ve aslında bu bilinen her şey üzerine yine dile getirilenle gerçek arasına büyük bir sınır koymaktır. Çok konuşmak da suskunluğun bir diğer belirtisidir. Yani kendine etki edeni anlayamamanın ve anlamlandıramadığı şeyi dile getirerek yok etmeye çalışmanın aslında Foucault’nun bu söylediği bir bakıma işin işten geçtikten sonra söylendiği bir ortamda yani cinselliğin yok olduğu bir ortamda cinselliği tekrar dile getirmektir. Bugün bizde de en azından modernleşmeye çalışanlarımızda cinsellik bilinen anlamı ile yok olmaya başlamıştır. Ancak Lacan’ın gördüğü kadar umutsuz göremeyiz olayı bu bağlamda (dille birlikte kültürün alanına girdiğimiz andan itibaren gerçeği kaybettiğimizi ve cinsel ilişkinin gerçekleşemeyeceğini söyler Lacan) çünkü kültürel ve toplumsal olan üzerinden konuştuğumuz sürece insan olmanın sınırlarına da ancak bu bozuk düzen içerisinde gidebiliriz. Tabi ki kendi cinselliğimizin sınırlarına da…

‘‘Kadının bedeni onun kaderidir oysaki erkek kazanmış olduğu başarı ile bedenini bütünleştirir.’’

Osmanlı’da Kadın

Batı’da 18. yüzyılda ve 1960’larda yaşanan cinsel devrim faaliyetleri Türkiye’de yaşanmamıştır Türkiye bir taraftan batılılaşmanın uygulandığı, diğer taraftan dinsel-geleneksel kültürel değerlerin korunmaya çalışıldığı karmaşık bir örüntü sergilemektedir. Bunun altında yatan nedenlerden birisi Osmanlı devletinden beri gelen kültürel muhafazakârlıktır. Müslüman olduğu kadar dinsel açıdan plüralist bir toplum olan Osmanlı devleti hakkında yazılı tarihimiz, saray-harem cinselliğinin göze çarpan hikâyeleri ve küçük oğlanlarla girilen cinsel ilişkiler dışında kadınlara ve onların cinsellik hakkındaki düşüncelerini anlatan pek fazla resmi kaynak sunmamıştır bize. Harem cinselliği bazı kaynaklarca ele  alınmasına rağmen halkın cinselliği nasıl yaşadığına dair çok fazla kaynak en azından batı toplumlarında ki gibi cinselliğin deşifre edilerek bir söylem haline geldiğini anlatan kaynaklar nadir olarak kamuoyunun önüne çıkartılır. Bu süreci açıklamak için insanüstü bir çaba ve araştırma ruhunun olması gerektiği muhakkaktır.

Yabancı kaynakların yaptığı araştırmalarında kanıtladığı üzere Osmanlı devletinde kadının yeri sanıldığı kadar arkada değildir. Radikal yazarı Avni Özgürel’e göre gerileme devrine kadar Osmanlı toplumunda kadınlar hemcinslerinden daha rahat ve özgürdür. Kadınların baskı altına alınmasını sağlayan durum taassup durumudur. Taassup; devletin askeri ve ekonomik açıdan zorlandığı dönemin eseridir. Kadınlar bu dönemde daha fazla baskı  altına alınmıştır ki bu normal karşılanması gereken bir durumdur. Çünkü savaş ve darbe koşulları özel durumlar getirir. Bu durumda sadece kadının değil erkeğinde aynı baskıdan payını alabildiğini söylemek gereklidir. Bu durumda klasik yapılanmanın önüne geçen bir yorum okumamız mümkündür. Genelde Tanzimat dönemi ile birlikte kadının faal olduğu düşüncesi yanlış olmasa da eksik bir bilgi olarak tanımlanabilir. Osmanlı Devletinde evlenme, boşanma, miras konularında kadınlar mahkemelere başvurarak haklarını aramışlardır. Mahkemelere kadınların başvurmalarının başlıca sebepleri; İslam hukukuna  göre hakları olan miras, nafaka ve mehir konusunda alacakları ve  anlaşmazlıkları halletmek idi. Kadınlar, ekonomik hakları bakımından tıpkı erkekler gibi eşit haklara sahipti. Kazandığı para kendisine aitti ve dilediği gibi kullanabilirdi. Kadınların gelirlerinin başında, evlenirken nikâh akdi   sırasında belirlenen mehir, miras payı ve diğer yollardan elde edilenler bulunuyordu.12 Bunlara karşılık kız çocuklarının okuması pek mümkün değildi yalnızca şeyhülislamlığa bağlı şeriat hükümlerine dayalı ilkel bir din eğitimi alabiliyordu kız çocukları. Tanzimat dönemi tartışılan kadının varlığı kendi çağdaşı olan batı dünyasından hareketle yola koyuluyordu. Batılı kadının sosyal haklarını edinme çabası henüz sosyal hayatta ağır yükümlülükler altına itilmiş Osmanlı kadınından farklı bir yol izlemekteydi. Devamında 2. Meşrutiyetin ilanından sonra bu kısa süreli özgürlük ortamında kadınların kendi çabaları ile oluşturdukları, kurumlar, dergi ve dernek çalışmaları artmaya başladı. Bu çaba kadın oluşumuna yeni bir yol vermeye çalışıyordu. Tabi ki ilkel toplumlardan bu yana kültürün ve toplumun getirdiği normlara uyan insanoğlu buna ne kadar dayanacaktı şüphesiz tartışılır?

Aslında tarihe bakarken günümüzün gözlükleri ile bakmamız çerçevemizi daraltmaktadır. Geçmişe bakarken yapmaktan kurtulamadığımız hatalardan birini tekrar eder bu süreç, tarihi kendi çağımızın anlamlandırmaları ile okumak bu büyük bir yanılgıdır. O yüzden belki modern dünyaya göre kadın haklarının olmadığı bir toplumdu Osmanlı İmparatorluğu ancak kendi doğru gördüğü ahlaki ve hukuki süreçler içerisinde kadına hak verdiğini düşünmüş bile olabilir.

Osmanlı devletinde kadının yeri devlet tarafından belirlense bu durum kadının ikinci sınıf bir vatandaş olmadığı ve cinselliği bilmediği bastırmadığı anlamına da gelemez.

Osmanlı döneminden tartışmaya başlamışken bugün Türkiye de modern olarak tanımlanan ve muhafazakâr kadının örtünme pratikleri, türban konusunun  altında da aslında dinsel açıdan bugün algılandığı ölçüde çarpıtılmış bir durum olmadığını görürüz. Aslında önemli olan modern batıda çökmüş olan din kurumunun yerine geçen simülasyonlar silsilesinin yerini bizde de aynı  pozitivist anlayışla Müslümanlık dininin yerine geçen olguda aramak gereklidir. Bugün bizde de din çoğu kesim tarafından yapılan yükümlülüklerin yerine getirildiği bir alan ve bu sistem içerisinde din bir ödev bir sınav sistemi gibidir. Buna en küçük örnek ramazan boyunca namaz kılıp oruç tutan hemen ertesinde sanki büyük bir ödevden çıkmış gibi içkiye dönen ikiyüzlülüktür. Din bu şekilde ele alındığında zorlama gibidir.

Batı da Gerçekleşen Cinsel Devrim ve Bu Devrimin Türk Toplumuna Etkileri

20 yy.da ise 18 ve 19 yy. burjuva cinselliğinin de büyük etkisiyle beden  üzerinde hâkimiyet kırılır. Eşcinsellik, sodomi, sado-mazo vb ilişki biçimleri hoş görülmeye başlanır. Evlilik cinsellik ve romantik ilişki için yerine getirilmesi gereken bir kaide olmaktan çıkar. İnsanlar bir bakıma cinselliklerini keşfetmişleridir. Sapkınlarda yasa tarafından mahkûm edilmemiştir.18 yy.da başlayan çocuklara cinsel eğitim durumu son şeklini almıştır. Günahtan ve yavaşça kilisenin egemenliğinden sıyrılan cinsellik bilimselleştirilerek devlete  ve onun kurumlarına verilmesi zorunda bırakılan bir itiraf sistemine bırakılıyor. Bu itiraf sistemine Foucault psikanaliz adını veriyor. Psikanaliz bu mekanizmanın işleyişini ve sürekliliğini ataerkil toplum yapısına,  ensest yasağına ve hiçbir zaman nesnesi belli olmayan arzu kuramına dayandırıyor. Psikanaliz Hıristiyan batının tarihinde iyice eskilere dayanan ve 19 yy.da cinselliğin tıbbileştirilmesi girişiminde bulunulan teknolojiler arasında ki sapkınlık – kalıtım – bozulma sistemine siyasal kurumsal sonuçlarına  1940’lara kadar  karşı  çıkan  tek  teknolojidir1.  20  yy.  la  birlikte  Avrupa’da yaşanan değişimler; cinsel devrim batı Avrupa zihniyetini baştan aşağı değiştiren bir kavramdır. Özellikle püritenizmin varlığını tam olarak silmeye yönelik bu girişim Tüketim Sisteminin varlığı ile birlikte ortaya çıkmıştır ve tüketim bedenleri de aşkı da insan varlığını da birer meta haline getirmeye hazırlanıyordur.

Özne-nesne diyalektiğinden hareketle iktidarlar bu süreci halkın kabulü rızası olmadan aşamayacaklarını bildikleri için toplumu da bu sürece sokmaya uğraşırlar. Bu yüzden de ele aldıkları kültürel ürünlerde, sinemada, sanatta, reklam ve televizyon programlarında gerçek cinselliğin yokluğuna gönderme yapmaktansa bu durumu özellikle gizlerler ve görünen kapitalist ilişkiler çerçevesinde insanın haz alması gereken durumlar yaratırlar. Tüm bir toplumun aynı şeyleri yaptığı bu sürece Baudrillard yeniden çevrim adını veriri. Yeniden çevrimden kaçınabilmek imkânsızdır. Bu çevrim gerçekliğin yok olduğu bir evrende insanların geçmişe olan özlemlerine dair bir şeyler hissettiren, arzuları görünürde tatmin eden bir sistemdir çünkü. Böylece iktidar nesnesini iktidara ortak olmaya çağırmaktadır. Cinsellik söz konusu olduğunda da herkes kurallara uyar. İlişkinin sıra dışılığı tüketim toplumundan sonra önemli değildir. Çünkü bizzat sistemin kendisi muhalif ve nihilisttir. Bu muhaliflikten en çok parayı yiyecek olan da odur.(örn: erotik fetişleştirilmiş filmlerden, seks objelerinden femme fatale’in varlığını pazarlamak vb) İktidarlar cinsellik  üzerinde  denetimde bulunan toplumsal denetimle cinsellik çevresinde hiç bitmeyen ve cinsellikten söz etmeye kışkırtan bir tehlikenin bilincini arttırma yolu ile söylemle oluşturur ve yayarlar. Cinsellik böylece tüketilene değin söylenecek bir şeye dönüşmüştür.

Günümüzde 19 yy. Avrupa burjuvazisinin uyguladığı yöntemleri kültürümüze uyup uymayacağını araştırmadan alan bir zihniyetimiz var. Devşirme sistemini başarısızlığını tarihte, musibet durumlar da bize anlatamamış olacak ki hala aynı hatayı yapmakta diretiyoruz. Bizim aile yapımız güven ve sığınmanın ve hazzın o huzur verici varlığının merkezleridir. Ana yemeği ana evi vb bu yüzden asla cinsellik merkezleri olarak algılanamazlar. Bu durumu devrimini ilk olarak  aileye yönelik eylemle başlatmayı düşünen, aileyi yok etmek isteyen sosyalist bakış acısına göre yorumlarsak eğer burjuva ailesine yok edilmesine yönelik tepkiyi bizim geleneksel ailemize yöneltmek biraz garip olacaktır. Sonuçta karikatürleştirilmiş hali ile bizim annemiz kız arkadaşımızla ilişki sırasında odaya girip de aman çocuğum sırtını üşütme diyerek sırtımıza havlu koyabilecek kadar müşfik bir insandır da. Ya da öyleydi. Kavramları ve aileleri karıştırmaya gerek yok. Her insan aynı değildir bunu söylemeye de gerek yok. Ancak çoğulculuk her zaman her yerde huzur getirmez. Buna rağmen toplumumuzun cinsel konularda sıkıntılı olmasının sebebi nedir? Uzun yıllar boyunca kahve sohbetlerinde bizim toplumumuzdaki cinselliğin bastırılma nedeni olarak Müslümanlık görüldü. Batı dünyasının yıllarca din yüzünden bastırılmış cinselliğine ve 20 yy. da yapmış olduğu devrimlere bakılmaksınız dinler bu konudan sorumlu tutuldu. Oysaki Hıristiyanlık geleneğinin özellikle de püritenliğin mazisi bin bir türlü tahakküm ve bedenin sınırlanması ile geçmiştir. Beden insanın iş gücünden ziyade kullandığı bir metafordur. Demek ki sorun bir din sorunu değil dinin yerine getirmekle, toplumsal iktidar mekanizmalarının dine verdiği biçim arasında sıkışıp kalmaktan kaynaklanıyor. Dini toplumsallaştırmak her halükarda bireylerin birbiri üzerinde bir otorite kurmasına neden olacaktır. Bu da Foucault’nun iktidar toplumun en alt düzeyinden başlar düşüncesinin doğrulatır.

Batı ülkelerindeki değişimler son 20 yılda bizim toplumumuzu da kapitalist üretim ilişkileri yolu ile dönüştürmeye başlamıştır. Kapitalist üretim ilişkileri ile birlikte kadın ve erkek cinselliği farklı bir biçim almıştır kadın bir meta nesnesine dönüştürülmüştür. Erkek kendi güzel olma ihtiyacını kadına yüklemiştir. Örneğin erkeğe beyaz saç yakışır ama kadına yakışmaz. Bu romantik akımlardan beri süregelen kadını ilahlaştırma putlaştırma yaklaşımını bir devamıdır aslında. Erkeğin kendisine rol biçtiği biçimde bir dişi idealini yani güzelleşme çabalarını bedenin sıkılaştırma zayıflama  çabalarını en az kadınlar da birbirleri üstüne baskı kurarak devam ettirme eğilimindedir. Bugün hızlı dönüşümlerle bu güzellik unsurlarının ilkokula gelmesinin ardında da çocuğun çocukluktan çıkarak bu ideallere sığınmasının ardında da yine bu çarpık güzelleşme ideallerine ulaşabiliriz. Kısacası ağacı yaşken eğmek kök saldıktan sonra kırarak parçalamaktan daha kolaydır.

Dişi güzellik ideali estetikten ziyade kadının parasal karşılığı olmuştur. Ancak burada yine de psikanaliz ve ataerkil düzene eleştirilerini getiren feminist kuramın es geçtiği bir şey vardır. O da Baudrillard’ın ayartma ve  baştan  çıkarma kavramlarında belirtilir. Cinsel varlığını sürdüren her kimsenin hatta bugün TV ekranına çıkıp da elektrik alamayan vatandaşlarımızın popüler kültür haline getirdikleri bu safdilliğin ardında bu yatar. Geleneksel konumlar olduğu kadar toplumun değişen bir bölümünün devamlı tavlanmak ve ayartılmak istenmesi toplumun ve insanların birbirinden sakladığı bir şeyi yüzüne vurmaktadır farkında olmadan, cinsellik bastırılmıştır ve eşlerin birbirini tanıma olgusuna baştan savma aceleci bir evlilik her zaman doğal olana müdahaledir. Toplumların devamlılığını biyolojik anlamda sürdürtmeyi evlilikle sürdürmeyi başarmış her toplumun başına gelen bireylerini mutsuz etme sistem ilişkilerine göre yaşatma kuralı burada işler. Kısacası biyolojik olarak yaşayan her canlı yaşıyor sayılmaz. İnsan eğer aşılması gereken bir varlıksa, eğer buna biraz olsun inanıyorsak kurumların insanı değil ama insanların kurumları değiştirdiğine hatta bizzat kendisinin oluşturduğuna olan inancımızı yitirtmememiz  gerekir diye düşünüyorum.

Modern toplumların özgüllüğü cinselliği gölgede bırakmak değil onu tek biricik giz olarak öne çıkarma koşulu ile kendilerini sürekli cinsellikten söz etmeye zorlamalarıdır.3 Bugün ülkemizde de devamlı pompalanan bir kültürel anlayışla Aşk–ı Memnu dizisi tartışılmaktadır. Bu dizinin alt metninde yatan düşünce şudur: İlkel kabilelerde ki ensest miti burjuva bir aile düzeni içerisinde  bozuma uğratılarak verilmektedir. Akraba bir kadınla birlikte olmanın yasak olduğu bir ortamda Behlül’ün herkesle yatması Türk toplumunun ilkel güdülerine ve haz duygularına gönderme yapar devamlı. Dikkati çeken bir diğer nokta bu cinsel edimlerde yaşanan sınırsızlık anlayışıdır. Anaerkil toplumlardaki gibi Behlül ne amcasıyla nede diğer akrabaları ile gerçekte kan bağı ile sınırlanmamıştır. Bu da onun ensestine bir miktar açıklayıcı yön bıraktırır.

Batı toplumlarında Hıristiyan öğretinin suçluları eşcinseller ve sapkınlar daha sonra komik oyunların habercisi olmuştur. Bizim toplumumuzda ve özellikle bunun yansıması sinemamızda eşcinsellik de asla tam olarak bir düzeye oturtulamamıştır. Eşcinsellik ya çok gülünce alınır ya da kınanır, bastırılır. Gariptir ki aynı eksikli davranış kuzey Malenezya yerlilerinde de vardır. Sapkın olarak gördükleri şeyi tiye almak ve aslında kendi çift cinsiyetli varlıkları yalanlamak ve baskı altına almak belki de. Bu kültürel bir cinsiyettir. Ve biyolojinin onun karşısında şansı yoktur. Hala bir takım özelliklerimizi kaybetmemek güzel bu kadar can yakmış olan insan tarihine bakılınca bunun da kültürel yollarla edinilen pratiklerden yana olduğu dikkat edilince ne kadar sevinmeliyiz bilmiyorum. Bir yandan da hala ne kadar geri kaldığımız  düşünmek dürtülerimize ve bastırılmasına göre yaşama ve her şeyi bastırmak ne kadar üzüntü verici.

Tekrar toplumumuza dönersek bir insan kendi yansımasın aynadan gördüğü gibi bir toplumda kendi yansımasını beşeri, coğrafi, fiziki bilimlerden çok sosyal ve doğal bilimlerde görür çünkü insan salt homo economicus ya da rasyonel varlık değildir. Bu kültürel ürünlerde yine sinema, müzik,  TV  vb  olgularda bulunabilir. Bu sistemler aslında doğru kullanıldıklarında topluma güzel bir yön katabilecek gerçeklikler olmalarına rağmen(örneğin Godard, Mozart gibi) bizim toplumuzda sistemin devamlılığın müsebbibidirler. Geleneksel sinemada kadın erkeğe âşık olunca erotik nesne olmaktan çıkar. Bizim sinemamız (Yeşilçam ) genelde böyledir. Öncesinde bir süreç yaşansa bile perdeye aktarılmaz. Bu yüzden kadınımız asla erotik nesne olarak doğmamıştır. O cinsel tabuların merkezinde ve baskısındadır. Bunlarla büyüyen kitleler cinselliği de aynı bu şekilde şömine başında kadın ve erkeğin birbirine yaklaştığı andan itibaren cinsel ilişkinin yerini şöminenin, denizin vb alabileceği bir ortam olarak görürler. Bu bizim sinema dilimizdeki çarpıklığa örnek olsa da başka bir yazının konusudur. Cinselliği ( ya da cinselleşememişliği ) sinemadan TV’den öğrenen bir kuşak büyüdüğünde de, ileriki yaşantılarında yaşadığı  deneyimlerde filmlerde özdeşleştiği karakter gibi bir fantezi içindedir hep… Seyircide bu özdeşleşme kadına sahip olur. Kadın endişesini azaltmak için erkek ya kadının gizemini ortaya çıkaracaktır. Ya da onu fetiş hale getirecektir. (değerini yüceltmek-kadın star kültü.) Çocuk kötülüğü bir düşman olmaktan çok dayanaktır. Toplumsal iktidarın insandan güncel kaygılarla kopardığı cinsellik  ve  buna  karşılık  gelen  enerji  başka bir  yerde büyük olasılıkla değişmiş, hatta tanınmaz hale gelmiş bir biçimde yeniden ortaya çıkmadan edemez.

Çılgınlaşmaktan delirmekten; öteki deyişle, iç doğal, biyolojik ve dürtüsel dünyamızdan ne kadar korkuyorsak, cinsel enerjimizin patlamasından, bu enerjinin akılcı bir denetimin baskısından kurtulmasından da o kadar korkarız. Cinsellik korkulan bir şeydir. Günümüzde cinselliğimizi toplumun belirlediği kurallar çerçevesinde yaşamak zorundayız. Cinsellik aile kurumunda bastırıldığı gibi bazı halka açık sosyal kurumlarda da gizliden gizliye kışkırtılmaktadır.  Okul kantinleri, barlar vb yerler cinsel münasebetin olabileceği olmasa bile o  haz duygusunun yanşadığı yerler haline getirilmiştir. Dolayısıyla bu çizginin dışındaki her cinselliğin cezalandırılabileceği korkusu vardır. Doğa ile iç içe yaşama tanımı ile kamusal alanın birleştiği yerler örneğin sahil kesimi, üniversitede çimlerin üstleri hem ailesel hem kamusal baskıdan kurtulmak isteyen gençlerin sığındığı limanlardır. Ancak burada da sistemden kaçış yoktur. Özgür ve meraklı cinsellik her koşulda dışarıdan gelebilecek tepkilere açıktır.

Tekelci kapitalizm koşulları altında ortaya çıkan plüralizm gerçek cinselliğin yitirilişiyle ortaya çıkan duygunun yaşama sevinci duygusu yitimine dönüşmemesi iççin elinden geleni yapar. Bu sistem içerisinde libido farklı nesnelere yönelir. Böylece arzu nesnesini kaybeder değiştirir. Erotik eğlence kendini meta tüketimi üzerinden var eder. İç çamaşırı, film, internet, porno siteler vb.

Aynı eserde erotik eğlenceye yönelik 6 tezde de cinselliğin doğal olanını yerine söylemlerle geçen yapay bir cinsellik söylemi oturtulmasının insanlar üzerinde  ki etkisi meta tüketimine yönelmesidir.

Erotik eğlence ürünleri bireysel düşleri ve özlemleri iletirler. Genellikle bu yönüyle de zorlama ve baskıların kolektif düzlemde ortadan kaldırılması gibi bir amaca hizmet etmezler; tersine, yanılsatmalarını gündelik yaşamın baskı ve zorlamalarının genel varlığı üzerine kurlar. Geleneksel Türk toplumunda kadın dinle bütünleşmiş iç içe geçmiş cinselliğinden utanan kadın ve erkek kimliğine göre giydirilen ona uygun adapla yetiştirilen, hazdan hazletmeyen cinselliği bir günah keçisi olarak gören düzenin bir garantörüdür. Bizde bu kadın tipine hem sinemada hem de toplumuzda oldukça sık rastlanır en yakın örnekleri için evlilik programlarınıza bakmanızı öneririm. Buradaki kadın tipi kendi hayatında yaşamış olduğu hayal kırıklıklarını bir türlü giderememiş olduğundan kendi kızı üzerine büyük bir baskı unsurudur. Bu geleneğin modernleşmeye çalışan üzerindeki etkisi diyebiliriz. Cinsel hazzın sadece misyonerlik ve çocuk bakmak olarak nitelendirdiği toplumumuzda bunun dışına çıkmak isteyen yuhalanır yalanlanır yakışık almaz.

Bizim cinselliği algılayış ve evlilik müessesine olan davranışımız ekonomik temelde düğümleniyor. Günümüzde iki arada bir derede kalmış geleneksel ile modernlik arasındaki çizgideki kadın erkeği maddi gücü için sever. Bu durumun oldukça basit eleştirilerini dün izlediğim Esra Erol’un evlilik programında gördüğüm kadın çocukla evlenmiyor ve bundan sonra da kadına yapılan masraftan dolayı ağlayan saf Türk erkeği bütün her şeyi açığa vuruyor. Ve sanki artık tüm toplumda tüketim bir kültür olmamış gibi Esra Erol ve konukları kadının üzerine yüklenerek yapmış olduğu davranıştan dolayı onu cezalandırdılar. Bu geleneksel roller biçilmiş kadınlarımızla modern kimliğini üzerine almaya çalışan ancak basiretsizliği hep peşinden gelecek, çünkü eylemle düşünceyi maddiyatla maneviyatı iyice birbirine karıştıran kadının karşı karşıya gelmesiydi. Bir kez daha geleneksel söylem kazandı ve kız stüdyoyu terk etti.

Modern insana dair edilgen kimlikli genç ise ağlayıp sızlayarak basiretsizliğinden dem vurdu. Ne olursa olsun her kim olursak olalım aşkta hata yapma payımız büyüktür. Ancak tüm bu sistem içerisinde kadınlarında nasıl değiştiğini görememek safdilliktir. Bunun için öncelikle sistemi tanımalıyız. Ünsal (Oskay) Hocamın da dediği gibi entelektüel olmak sistemi bilmek belki bir maddi kazanç sağlamaz bizlere. Ancak en azından biliyor olmak hayal kırıklığını her türlü ilişkide minimuma indiren bir süreçtir. O yüzden öncelikle her konuda bilgilenmemiz şart. Ancak Allahın dediği olur kelamını batı kültürüne uygulayarak onların her verdiğini alarak olmaz bu. Bizim kendi kültürümüz var buna sahip çıkalım. O yüzden ben batının bugün içine düştüğü çıkmazları Foucault’a da dayanarak cinselliğin tıbbileştirilmesi ile açıklıyorum. Bu tıbbileştirmenin asıl boyutları psikanalizde gizliyken bizim toplumumuza da doğrudan uygulanacak olan bu bilimin sonuçları sandığımız kadar iç açıcı olmayabilir. O yüzden psikolojik eğitim şart ancak sosyolojik fizibilite, saha araştırmaları her şeyin önünde gelir.

Kadının cinselliğin ortaya çıkması egemen kültürü sekteye uğratır ve her yeni gelen kültür öncekini yıkıma uğratmaya çalışır aslında. Bu yüzden aslında çocuklardan da korkarız bu biraz da Foucault’nun iktidar sistemi ile bağışıklık içindedir. Çocuk kötülüğünün yok edilmeye çalışılması bu kusurun tümüyle yok edilmesinin değil görünürle görünmez arası bir yerde kalmasının ve çoğalmasının istendiği kuşkusunu yaratır. Arka Sokaklar dizisinde Komiser Mesut’un oğlu Tunç’u içki içti diye azarlaması. Çocuk enerjisini dizginlenmeye çalışıldığını  düşündürttü  bana. Mesut’un başına  içki  içmekten  dolayı  kötü bir şey gelmiştir. Aslında Mesut’un farkında olmadan suçladığı kızdığı ne kendi ne de oğludur. O iktidar söylemli içki kötüdür düşüncesinin yenikliği çerçevesinde bir şeylere kızmaktadır. Aile kurumu ve okul iktidarın hem var olduğu hem de belli noktalarında bastırılmış cinselliğin noktalarıdır. Bu yüzden günümüzün en acık görüşlü devrimcisi bile bazen çocukların tepkilerinden korkar çünkü bilinmelidir ki çocukları cinsel anlamda masum yapan onların bir melek  olmaları değil sadece ama sadece sözlerimize biat etmeleridir. Çocukların kollarını güçsüz olması onlarla bizleri köle-efendi ilişkisine sürükler bir  anlamda. Çocuklar büyüdükten sonra geleneksel Türk toplumunda aynı ilkeyi devam ettiren törelerdir. Anneye babaya saygıdır. Bu olmaza saygıda olmaz. Bizim toplumumuzun çocuklara verdiği eğitim de ilk başta cinsellik daha sonra çalışma prensibi temelinde belirlenmiştir. Bu anlamda burjuva sisteminin ele aldığı  cinsellik  yani  her  şeyi  tıbbileştiren ve irrasyonel tutumlara mantıklı açıklamalar getiren bir sistemden ancak bugün için bahsedebiliriz. O da varoşlardaki insanlarımızı asla kapsamaz. Bugün İzmir’in iki ilçesi Torbalı ve Konak bile bu durumdan farklı iken ve cinselliği ele alış biçimleri farklıyken tüm bir ülkeyi aynı biçimde değerlendirmek birazda bireyselleşmiş burjuvazinin temelde proletaryayı tanımaktan uzak anlayışına denk düşer. Türkiyecin çok katmanlı siyasi yapınsın arkasında ve bunları temsil ediş biçimleri arasında ikiyüzlü cinsellik ve batıya yüzünü dönmüş ve cinselliği doğal edim saymasına rağmen toplumun genel kaideleri ile çakışan bireyin cinselliğidir.

Psikanaliz Hıristiyan kültüründe itirafın bilimselleşmesidir. Bizim Müslüman toplumumuz bastırma üzerine kurulu bir toplum olduğundan dolayı birçok şey eksik kalır. Bizde birçok dönüşüm yaşanmamıştır oysa şimdi TV ve kitle  iletişim araçlarından üstü örtük cinsellikle bize pompalanan batı medeniyetlerinin seviyesine ulaşmak zorunluluğudur. Türkiye’nin en  çok okunan 3 gazetesinde (Posta, Hürriyet ve Sabah) cinsellikle ilgili olarak yayınlanan haberler 4 ay süresince analiz edilmiştir ve bu süreçte söz konusu gazetelerde 1518 adet cinsellik konulu haber yapıldığı belirlenmiştir. Bu haberlerde en çok işlenen temaların sırasıyla; tecavüz, taciz, cinsel ilişki, cinsel müdahaleler, seks ticareti, aldatma, ünlülerin bedensel özellikleri ve eşcinselliktir. Bu haberlerin çoğunun aslında haber niteliği taşımadığı ancak dikkat çekici ve çarpıcı başlıklarla sunulduğu görülmüştür. Buna karşın cinsel işlev bozuklukları, cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve sağlıklı cinsellik konularında yapılan haberler son sıralarda kalmaktadır.

Bu bilgilerin açığa çıkarılması anlamında psikoloji biliminden destek almak ne kadar önemli olsa da tüm bu sorunların merkezinin cinsellik ve cinsel konularda bilgisizlik olduğunu öne sürmek ve burjuva devrimindeki bir psikanalitik anlayışı ülkemizde uygulamaya çalışmakla aynı yanlış anlama sahip olacaktır. Ayrıca bu durum modernleşme yolunda ilerleyen ancak söylemsel olarak diline pelesenk ettiği şeyler dışında bir varlık göstermeyen iktidarların meşrulaşmasını sağlar çünkü halkın asıl istediği cinsel yaşantısının deşifre edilmesi değil, ona mantıklı açıklamalar yüklenerek eylemin yerini konuşmanın alması değil kendisini her koşulda özgür ve mutlu hissedebilmektir. Bu da halkın cinsel yaşamına çok fazla karışmamaktan geçer. Örnek olarak başbakan Erdoğan’ın “en az 3 çocuk” söylemi iktidarların halkın cinsel yaşantısına burnunu sokmasından başka bir şey değildir.

Kendiliğinden olmadığında ya da dış bir zorunluluk tarafından dayatıldığında itiraf zorla elde edilir. Aslında bugün Türkiye de yapılmak istenen iktidar sistemleri aracılığı ile bir üst kesim yaratmak ve bu üst kesinin maddi olanakları ölçüsünde onlara hizmet sunmaktır. Aslında cinsel bilgilenmenin ve cinsel açıdan bilgilenmenin zararı yoktur ancak bu cinselliğe devletin karışması demek değildir eğitim sistemleri içerisinde yaşanan bir cinsellik değildir. Bu yüzden de cinsellik ailede başlamalı toplumun içinde kalmalı ve devlet tarafından biçimlendirmemelidir. Daha doğrusu iktidar çünkü Foucault’a göre iktidar her yerdedir. Yani sadece devletin kurumları değildir iktidar medya en büyük iktidar biçimlerinden biridir ve örtülü cinselliği erotizmi ve Türk toplumunun yapısı ile tam uyuşulmayan bir burjuva dizisi insanların gerçekte yaşamadıkları ancak içgüdüsel olarak ensest yasağından beri talep ettikleri bir şeyler vardır. Bu yaşamlarda oysa ki aynı Türk izleyicisi reytinglerin de doğruladığı üzere hala Türk filmlerinde ki geniş aile nostaljisine gönderme yaparak içinde görünürde cinsellik olmayan komün dizilere sıcaklıkla yaklaşmaktadır(Papatyam, Geniş Aile gibi.) Bu hali ile batıyı biçimlendiren cinsel psikoloji bizim ülkemizde uygulanmaya kalktığında ise her şeyi belirli bir mantığa uydurmaya çalışmayan, duygularını olur olmaz döken töresine bağlı ve hala çocukluklarımızda ve birçok küçük yerde sürekliliğini koruyan geniş aile kavramından hoşlanıyoruz. Dolayısı ile iş yine birey olmaya ve bir bireyin davrandığı kadar narsist, akışkan, yaptığı her irrasyonel eylemi mantıklı bir sonuca bağlamaya çalışan varlıklar olmamıza dayanıyor ki biz Türk insanı olarak bu şekilde biçimlendirmelerin biraz uzağındayız. Özellikle tarihimizde Osmanlı döneminde ki cinsellik anlayışının çok araştırması yapılmamasının ve her ne kadar bazı kesimler Atatürk’ün burjuva devrimi yaparak burjuva sınıfını başa getirdiği yönelik eleştirilere karşın sunu söylemekten kendimi alamayacağım. Cumhuriyetin kurulması ile Fransız Devrimi arasında hiçbir yakınlık yoktur. Çünkü Türkiye de bilindiği anlamı ile burjuvazi hiçbir zaman olmamıştır.

İktidarın egemen olamadığı anlar vardır. İktidar her yerdedir, evet! İktidar cinselliğin örtük bir biçimde yaşanmasına ancak her yerde konuşulmasına neden olan tek şeydir. Ülkemizden örneklerle gidelim; bizim TV’lerden gördüğümüz kadarı ile Taksim’de yılbaşı kutlamalarında turist kadınları taciz eden, tecavüz etmeye kalkan insanlarımız hangi batı eğilimli bilimle açıklanabilir. Bu sadece ağır baskı ve töre koşullarından bunalmış ve İstanbul gibi büyük bir şehirde yaşayarak oraya ait kimlik edinmeye çalışan, ancak bunu her yapmaya başladığında hep bir tarafı ile eksik kalan insanını öyküsüdür. Lacan’daki kastrasyon süreci yani kültürün alanına girer girmez eksilen kendinden bir şeyler kaybeden ve asla kendisi olamayacak bu insan, kendi yalancı varoluşuna benliğine ulaşmak için yaptığı atakların çoğunda yine başarısız olacak ve her kültür bozucu gibi fırsatını bulduğu iktidar mekanizmaları onu ele geçiremeyeceği an bıçağını saplayacaktır. Evet, kolay gelir  belki  böyle söylemek hala hayvanlarla sodomi ilişkiye giren, kadınları döven, insanlar olduğunu söylemek peki bu nasıl düzeltilecektir. Psikanalist bakış acısından tam bir eğitimlenme ile der psikologlar. Yani bireyselliğin sınırlarından geçmemiş, yarımda olsa kişiliğini oturtmuş bireylerden bahsediyoruz. Ya da artık onların çocuklarını alarak eğitmeye yani batı gibi cinselliği çok konuşulur bir şey yapmaya hazırız. Öyle ya!

Aslında cinsellik bizde iktidara küfürdür. Cinsellik bizde otobüste arkaya ilerlemeyen adama küfürdür. Cinsel bastırılmışlık bizde her alanda etkisin gösteriri, sosyal alanlarda, her yerde öğrenciler devamlı bir ihtimalin gerçekleşmesi için sabahtan akşama kadar kantin sıralarını işgal ederler. Otobüs durakları, yağmurlu bir yerin altı, otobüste yanına oturmasını beklediğin karşı cins her ne kadar bu çabalar yerini oturmaya çok ihtiyacı olan büyüklerimize bıraksa bile bazen de beklemekten yorulan aşk ilişkilerinde bir türlü doğru yolu tutturamayış ve duygusal boşluğunu cinsel hazla gidermek isteyenler geneleve giderler. Genelevler toplumun ücra köşelerinde ki insanları oluşturduğu bir topluluk gibidir. Önlerinde uzun kuyruklar oluşur. Müşterisini içeri davet eden kadının bu pişkinliğine rağmen erkek suskundur. Sadece önüne bakarak bugüne kadar erkek egemen toplum tarafından dillendirilmiş her kelimenin kendisine karşı söylendiğini görmek erkeği cinsel kimliği açısından tanımlanamaz konumlara sürükler. Genelevler anaerkil kültürün ataerkil düzen içerisinde ki simgelerinden biridir ve bunu gerçekleştirebilmek içinde ağır bir bedel ödemişlerdir. Ancak genelev dışındaki hayat bu kadınları tekrar sistemin egemenliğine sokar. Yani hayat kadınları ile birlikte olduktan sonra erkekliğini kanıtladığını düşünen erkeklerin egemenliğine girerler.

Cinsellik her yerdedir ama psikanalitik bastırmadan dolayı değil, çünkü öyle olsaydı bu bastırmanın sonucu ülkemizde devamlı üretim olurdu çünkü aşk ve uygarlık arasındaki diyalektik yapı bunu gerektirir psikanalize göre. Ama biz hiçbir şey üretmiyoruz yazmak üretmekse ben arada sırada bir şeyler üretebiliyorum mesela kendi adıma. Ancak genel olarak tarımı dışa bağımlı, fabrikaları kapatılan, televizyonlarına dışarıdan formatlar getirilen, düşünmeye dayalı olmayan edimleri seven dilenciliğin ayyuka çıktığı, romanların, filmlerin belli bir ideoloji üzerine kurulduğu bir toplumda yeteri kadar üretildiği söylenemez herhalde ama neye göre kime göre? Elbette düşündüğümüz çok alan var. Futbol bunlardan biri, futbol bastırmış olduğumuz cinselliği ortaya koyabileceğimiz tek nokta ve bu tek noktanın çok fazla yandaşı var. Ülkemizde güçlü bir yerellik, bölgesellik hissiyatı var olmasına rağmen cinsel dışavurumlarımızı isyanımızı tüm Türkiye duysun diye ilk başta ikinci takım olarak seçtiğimiz büyük takımlardan birisini zamanla birinci takımımız  yapmışız. Bu yorumum takım tutmanın asaletine ve ciddiyetine getirilmiş bir eleştiri değil. Sadece bugün toplumsal dinamiklerin en önemlisi futbolun cinsel baskılanmaların devamını sağladığına yönelik bir yorumdur. Bu durum takım tutma olayının sadece aidiyetle alakası olmadığını gösterir.

Sistem herkesi birbiri üzerinde tahakküm kurmaya zorlar yani aslında her yerde gözü olan iktidar değildir. Her yerde gözü olan yönetilen edilgen sınıftır. Sadece bu konuda etkin olduğunu çoğu zaman fark etmez bu sınıf. Bazıları ise bu işin farkına varırı ve kültürel pratikler yolu ile bunu hayata geçirir. Kurtlar Vadisi örneğin. Halkın, Vadi’nin oyuncuları gibi giyinmesi aynı jargonu söylemlerine yansıtması ve onlarla aidiyet kurma isteği tek başlarına asla bir birey  olamayacak hep başına bir çoban edinmek isteyen insanımız göstergesidir. Bu özdeşleşme sonucunda hepsi kahraman olmak istemektedir. Bazıları da katillik ile kahramanlığı birbirine karıştırmaktadır. Silahla mertlik olmayacağını söyleyen bir kültürden bu durumlara gelmemiz gerçektende can sıkıcıdır. Bir de latife olarak; bu davranış kalıplarına girdiklerinde Sharon Stone’u öpeceğini düşünüyor olabilirler.

Peki,   cinselliğimizi   çözümlemek   için   ne   yapmak   gereklidir? Elbette ki Türkiye’de bu sorunla ilgilene insanların göreve çağrılması şarttır. Öte yandan bu ne kadar da ucuz ve kolaycılığa kaçan ve haddini bilen bir açıklamadır oldum olası sinir olmuşumdur! O halde çözüm için bilimin öngördüğü ölçüde bugün cinselliği modernleştirmeye çalışalım peki nasıl olacak? Çok basit. Batıda cinsellik bireysellik demektir. Bu durumu aile kurumunu içselliğin biricik temeline alıp sapkınlıkları aile kurumunu içine almayan bir cinselliktir bu. Sonrasında batı toplumunun geçirdiği cinsel devrim insanların Lacan’ın deyişi ile kendisine yeni bir efendi arama gayesidir. Devrim tüketim toplumu ile  birlikte oluşturulmuştur. Meta fetişizmi ile bağlantılıdır. Peki ya erkek halleri; değişemeyen her erkek halinde cinselliğe ve psikanaliz diliyle homoseksüelliğe bir tepki vardır. Bu tepki erkeğin bireysel erkeksel köklerine tutumu ile bağlantılıdır. Sadece giysilerle ayrılmak istemez erkek bu yüzden bıyık da bırakır. Ataerkil erkeğe yönelik çok yönlü tehdit, olumsuz bir durumda erkek tarafından saldırganca dışa vurulur. Özellikle de resmi egemen ahlakın ayakta durmasına karşı olan sosyal öbeklere yönelik bir şiddet ve zor davranışı olarak kendini ele veren bir saldırganlıktır bu. Kurtlar Vadisi pozları da değişemeyen erkek halinin yansımalarıdır. Bu kalıptan çıkan gerçek erkek değildir sanki. Bunun eleştirisi olan bazı filmler de var mesela tüm heybetine ve mafyavariliğine rağmen bir tülü gerçek erkek olamayan ve cinselliği ile problemli bir tip olarak Kabadayı filmindeki Kenan İmirzalıoğlu’nun oynadığı tipi örnek verebiliriz.

Sansüre gelince sansür aslında iktidarlar içkin bir mekanizmadır yani, sansürde ilk dönemlerde benim doğrusu; çocukluğumun geçtiği dönemlerde sevişilen hatta öpüşülen filmlerde kendimizi kapı önünde bulurduk. Ancak zamanla sevişme sahnelerinin artması ve her yerde cinselliğin TV tarafından tüketilmesiyle Foucault’nun belirttiği burjuva düzeninin bir farklı yansımasını görür olduk. Batı ile aramızda ki fark bizim cinselliği hala TV’den öğrenmeye çalışmamız. O halde cinselliği salt görünüm olarak yaşadığımızı itiraf etme vakti geldi birbirimize. Yani bastırılmış cinselliğimizi Msn, Facebook’daki ilişkiler yolu ile dışa vurduğumuzu tüm bu alanları bir iletişim aracı değil de iktidarın uzantısı olarak kullandığımızı. Demek ki toplumumuz yıllardır söz almak  istemiş ancak bu kuşak söz aldığında ne kadar da basit şeyler söylüyormuş onu da anladık. Bu kitle Facebook-Msn kitlesidir. Cinselliği de, birbirine iltifat etmeyi de internet üzerinden yapan, bastırdıklarını dışa vuran bir kitle. Ne çok şey bastırmışız ne çok kişisel iletimiz var öyle. Meğer ne kadar yalnız kalmışız! Öyle ki televizyonun olumsuz etkilerini bir diğer olumsuzluk internet üzerinden gidermeye çalışır olmuşuz. Kimliklerimiz birbirine karışıyor, bulanıklaşıyor. Orada en güzel halimiz var hep gerçekliği dondurmuşuz. Nasıl görünmek istersek öyleyiz. Belki bu yolla baskıdan kurtuluyoruzdur öyle mi? Hayır   bizler aslında baskılamayı kendi alanlarımızda tekrar kuruyoruz. Çünkü orada aidiyetlerimizle varız. Facebook, msn benzeri siteler ideoloji de üretir. Ancak  her ne üretirse üretsin ne verirse versin aslında onun amacı tüm bir kitleyi heterojenleştirme altında homojen hale getirmeye çalışmaktır. Nasıl mı? Çok basit hepimize egolarımızın yararlanacağı bir platform sunarak. Herkes  farklı ama aslında herkes tek bir şeyin peşinde; iktidar, bu saflığın altında yatan cinsel erotizmi unutmamız bir safdillik daha olacaktır. Kadınlarında erkeklerinde çoğu bugün bir surete âşık onu elde etmeye çalışıyor. TV’de birbirini beğenenler bunu toplumun meşrulaştırdığı yoldan yapıyor. Yani evlilik programlarıyla, sözde bağımsızlık organı internet ise evlilik dışı ilişki olanağı sunuyor. İşte toplumumuzun bugün cinsellikten de bağımsızlıktan da anladığımız budur. Unutmayalım Sistem her zaman kendi gangsterlerini, teröristlerini, fahişelerini, asalaklarını, fakirlerini, pezevenklerini üretir. Ancak cinsel asilerini de üretmeden duramaz. Başına gelenler halkına ibret olsun diye. Sonuç olarak bu kadar kapsamlı bir konu hakkında bir şeyler söyleyebilmek oldukça zordu yazıma katlanarak okuma erdemi gösteren herkese teşekkür ederim. Bastırılan hiçbir şeyin kalmadığı özgür günler ümidi ile…

 

Bunu paylaş: