Ne Yazdığımı Bilmiyorum – Osman Bahar

Ne Yazdığımı Bilmiyorum* 

 

-Getir      bakayım      ağzını      bi      yaklaştır…      İçtin      mi      sen       gene?

-Ya       anne       bi       tanecik       içtim       arkadaş       gelmiş    Eskişehir’den!

– Bi daha içersen beni tanıma… Hakkımı helal etmem sana…

Bu cümleler benim hayatımda uzayıp gidiyorken muhafazakâr bir ailede yaşıyor olmanın mükâfatı (!) bu olsa gerek diyorum çoğu zaman. Ama düşününce sadece bu değil ki sıkıntı… Özgürleşememek, 25 yaşında olmana rağmen hala ailenin istediklerine göre yaşamak… Bu ülkede yaşayan birçok gencin çektiği sıkıntı bu değil mi? Gençler, annelerinin “aman oğlum siyasete karışma, eylemlere gitme sakın, aklım sende kalmasın” demesi yüzünden etliye sütlüye karışmadan yaşıyorlar. Malum televizyonlarımız da annelerin bu isteğine cevap verircesine siyaset yerine “televizyonlarda içki içenlerin topluma ne zarar verdiklerini, Allah yolundan çıkanların bu ülkeyi bereketsizliğe sürüklediğini” beynimize kazıyor. En çok izlenen kanallarımızın yayın akışlarına bakınca ne demek istediğimi anlıyoruz: Kim kimi öldürdü, kim kimle evleniyor, kim kimle sevişiyor… Ana haber bültenleri, anaların-babaların istediği haber bültenleri yolunda ki siyasi haberlerden (yanlı olanlardan söz etmiyorum) eser yok.  Sanırım bu durumdan şikâyetçi olan da yok. Dönem siyasilerimizin en iyi yaptıkları iş her şeyi ellerine yüzlerine bulaştırmak olduğu için bu durumun onların mutlu ettiği kanaatindeyim. Ancak artan genç nüfusun arkasındaki karanlığı gören yine gençler oluyor. İşte bu gençler; zaman zaman Tekel İşçileri’nin yanında yer alarak, zaman zaman nükleere enerjiye karşı çıkarak ya da başka eylemlerle farkında olmaya davet ediyor. Hiçbir şeyin tam anlamıyla doğrusunu bilmeden yaşamamız için baskı yapılıyorken hala karşı duranları görmek iyi olsa gerek…

Sadece gençlik değil üzülmemiz gereken şey… Bulunduğumuz konumdan dolayı  ortaya  çıkan  sorunlar  diğer  yandan,  yapılan  ve  yaptırılan  hatalar  bir yandan kara duman gibi üstümüze çöküyor. Durum karşısında ise insanlar giderek kutuplaşıyor, etniğinden şovenine milliyetçiliğin her türlüsünün yükselme eğilimi gösterdiği bir Türkiye ve halkı ortaya çıkıyor. Çok basit bir örnek, siyasi yelpazenin solunda tanımlanan CHP taraftarları bile bugün açılım konusunda, Ermeni sorunu konusunda ve hatta Hrant Dink hususunda ikiye ayrılmış durumda. Keza “açılım” diyerek bir anda bazılarına “yeşil komünizm mi geliyor?” dedirten ancak süreci tam da beklediğimiz gibi “icraatın içinden” programlarına çeviren, toplumsal konularda sürekli kendi kalesine gol atan hükümetin yandaşları da sadece ikiye değil daha fazla parçaya ayrıldı. Artık tartışmalar, küfürlü kavgalara, kavgalar ise saldırılara dönüşüyor. Farkında olmadan başladığımız düşünce savaşları, bizi, bir iç savaşa doğru götürüyor. Sanırım üzülmemiz gereken konuların sayısı da artıyor.

Özetle; iyi olan tek şey “karşı duranlar”, kötü olanlar ise sayamayacağımız kadar çok! Bir şey temenni etmek ise sadece iyimserlik olur.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergimart2010

Bunu paylaş: