Kalpsiz – Cem Göksoy

Kalpsiz 

 

‘Duygu; his düşünce ve davranışlarla ilişkilendirilen, zihinsel ve psikolojik durumdur. Kişiye özgü sağlık duyusunu belirleyen temel faktördür ve insanın günlük yaşamında merkezi bir rol oynar. Bu yüzden pek çok bilim dalı ve sanat biçimi tarafından araştırılmıştır.’

‘Ruh; din ve felsefede, insan varlığının maddi olmayan tarafı ya da özü olarak tanımlanır ve genellikle bireysellikle (zât) eş anlamlı olarak ele alınır. Teoloji de ruh, kişinin ilahîliğe iştirak eden kısmı olarak tanımlanır ve genellikle bedenin ölümünden sonra kişinin varlığını sürdüren kısmı olarak ele alınır. Birçok kültür insan yaşamının ya da varlığının cismani olmayan kaynağını ruh ile özdeş tutmuş ve birçok kültür tüm canlıları ruhlara dayandırmıştır. Tarih-öncesi halklarda bile vücut ile onu canlı kılan arasında bir ayrım yapıldığı görülmektedir. Birçok dini ve felsefi akımda, her canlının bir unsuru olan var olması için fiziksel maddeye ihtiyaç duymayan, madde-dışı, algılanamaz, tezahürleriyle kendini gösteren, aşkın, yaşama yeteneğine sahip, değişen ve gelişen, maksatlı bir prensip (kaynak) ya da bir kudret olarak tanımlanan ruh, birçok dini ve felsefi akımda da ebedi, yetenekler sahibi, insan davranışlarının motoru, hata ile sevap yapma iradesine sahip bir varlık ya da varlığın saklı yüzü olarak kabul edilir.’

‘Hayatım boyunca bu iki şeyi elde etmek ve nasıl bir şey olduğunu anlayabilmek için araştırdım. Hala da arayışlarıma devam ediyorum; çünkü henüz hiçbir şey elde edemedim. Normal insanlar istediği ve elde edemediği bir şey olduğunda üzüntü dedikleri şeyi yaşıyorlar; fakat henüz ben onu bile tadamamış birisiyim. Asırlardır bu dünyada yaşıyorum, asırlardır bu topraklarda geziyorum. Krallar ve kraliçeler benim başıma ödüller koydu. Dünyada ki bütün kuruluşlar beni bulup yakalamak ve incelemek için birleşti. Bu yolda çok fazla insan öldü diyebilirim; fakat her zaman bir yolunu bulup kurtuldum. Duygu veya Ruh deneyimlerim olmasa bile asırlardan beri bu dünyada yaşamış olmamın kattığı tecrübe, bana her zaman yetti. Beni insanlardan üstün kılan şey benim lanetim ve bu lanetle yaşamak siz insanlar için üzücü olurdu; fakat benim her hangi bir duygum olmayışı bu laneti benim için çekilmez yapmıyordu.

Dünyaya gelen bütün önemli varlıkları ve önemli olayları gözlerimle gördüm. Canlı ve kanlı bir şekilde gördüm. Bir sürü filozofla konuştum ve bir sürü sanatçı. Hepsine tek bir soru sordum: ‘Ruh nedir?’ İlk olarak 1879’da Wilhelm Wundt adında bir gence sormuştum ve o bana bir takım araştırmalarından bahsetmişti. Yaşına göre olması gerekenden fazla bilgi ve tecrübeye sahipti.

Bana iyi yanından bakmamı söylemişti; fakat iyi ve kötü arasındaki farkı bilmeden nasıl bakabilirdim ki? ‘Merak, insanlarda ve hayvanlarda gözlenen araştırma ve öğrenmeye yönelik bir davranış biçimidir. Ayrıca merak bu davranışa yol açan duygunun adıdır. Merak insanlık tarihinde bilim ve teknolojinin gelişmesine yol açan en önemli niteliktir.’demişti; fakat merak etmek bana göre bir duygu değildi.

Daha sonradan psikolojiyi felsefe dalından çıkarmakta ve bağımsız bir bilim haline getirmekte çok büyük bir rol oynamıştı. Fakat beni amacıma bir adım olsun bile yaklaştıramamıştı. Yüzlerce önemli bilim adamı ve sanatçıyla konuştum; fakat hiç biri bunu nasıl elde edebileceğimi bana açıklayamadı. ‘Belki de âşık olman lazım, aşk bütün duyguları beraberinde getirebilir. Kişiye olan sevgi, kişiye karşı duyduğun kaybetme korkusu, kişiye karşı duyduğun kıskançlık ve en sonunda belki de kişiye duyduğun nefret.’ demişti bir tanesi. Fakat nasıl bir şey olduğunu bilmediğin bir şeyi nasıl elde edebilirsin? O hissi nasıl yakalayabilirsin?

Karar vermiştim, cesetler ve canlı insanlar üzerinde deneyler yapmaya başlamıştım. Kesiyor, biçiyor ve doğruyordum. Serçe parmağımı kesip başka birinin serçe parmağını bile dikmiştim belki bana ruhundan bir parça geçer diye; fakat olmamıştı. Belki de daha ileri gitmeliydim. Birçok bilim adamının ruhun orada olduğunu düşündüğü organları hazmetmeliydim belki de. O yüzden deneylerimi biraz daha genişlettim. Size ne kadar iğrenç gelirse gelsin, benim durumumda olan bir kimse olsaydı bana hak verir ve beni anlardı. Siz insanların ne de olsa öldükten sonra gidecek bir yeri daha vardı; fakat ben hep buradaydım.

O organları yeme zamanı geldiğinde kendime öncelik olarak günahkâr birini seçmem gerektiğini şartlamıştım. Birahanede devamlı kavga çıkaran hırsız ve kimsesi olmayan bir adamı ele geçirmiştim. Onu bayıltıp laboratuarıma götürdüm ve cesetleri incelediğim masaya bağlayıp ayılmasını bekledim.

Ayıldığında bana durmadan küfür yağdırıyordu; fakat bu bende bir tepki tetiği sağlamamıştı. Yavaşça kafatasını kesmeye başlamadan önce, ona biraz morfin vermiş ve atacağı çığlıkları örtbas etmek için yüksek seste müzik açmıştım.

Kafatasının tam ortasından küçük bir daire açmış ve beynini görebileceğim şekilde vücudundan ayırmıştım. Sanırım kan kaybından ölmüş ya da morfin yetersizliğiyle çektiği acılar yüzünden bayılmıştı.

Beyninden ufak bir parça kestim ve çiğ bir şekilde ağzıma koyup yedim.

Kaygan ve yapışkan olan beyin, dişlerimin arasında parçalanırken adamın acı dolu olduğunu tahmin ettiğim yüzünü incelemeye başlamıştım. Beyni yuttuğumda aniden adamın gözlerinin içinde kaybolmuştum. Alevler içinde bir mekânda, çığlık atan insanlarla dolu bir yerde buluvermiştim kendimi. Bir çeşit yaratık topluluğu onlara işkence yapıyor ve alevler içinde onları kızartıyordu.

Aniden ortam değişti ve babası tarafında kemerle dövülen bir çocuk gördüm, daha sonra yine ortam değiştirip bir adamın bir kadına tecavüz edişini gördüm; tecavüz eden adam beynini hazmettiğim adamdı. Bir takım ortamlara daha girdim ve adamın yaptığı zulüm ve işkenceleri gördüm. Benim için hiçbir anlamı yoktu tabii ki. Siz insanlar bu hareketleri böyle tanımlıyordunuz ve ben de sizin gibi olmak istediğim için böyle kabulleniyordum. Daha sonra kendime geldiğimde adamın tecrübe ve bilgilerine sahip olduğumu fark ettim. İnanın bana siz uyurken evinize girip yanınızdaki eşinizi veya erkekseniz sizi öldürüp daha sonra karınızı ya da size tecavüz edip işkenceye maruz bırakıp daha sonrada öldürebilirdim. Ardından hiç iz bırakmadan o evi yakar ve kül oluşunuzu izleyebilirdim.

Fakat bu ne bir ruhtu ne de bir duygu. Bu sadece adamın bilgi ve tecrübeleriydi. Adamın öldüğünü fark ettiğimde daha ileriye gitmeye karar verdim ve göğüs kafesini bir neşter yardımıyla yararak, bir satırlar parçaladım. Son umudum olan adamın kalbini elime aldım ve göğüs kafesinden yırtarak vücudundan ayırdım. Yavaş ve dikkatlice ağzıma getirdim ve bütün gücümle ısırıp büyük bir parça kopardım. Isırdığımda yüzüme ve etrafa sıçrayan kanlar biraz katıydı, sanırım biraz zaman geçmişti ölümünün üzerinden; fakat ben bunu fark edememiştim. Kalbini tamamen yediğim adamı seyretmeye ve bir şeyler olmasını beklemeye başladım. Fakat hiçbir şey olmamıştı ve böylece bu deneylerime son vermem, artık başka şeyleri denemeye başlamam gerektiğini anlamıştım.

Ay artık Güneş’e devrediyordu gökyüzüne hâkim olma görevini. Benim de uykuya dalıp yarın kalktığımda sağlıklı bir kafayla ve yeni anılardan faydalanarak düşünmem gerekiyordu. Cesedi uyandığım zaman sobamda yakarak yok edecektim; fakat şimdi biraz dinlenmem ve kendimi yenilemem gerekiyordu. Yorgun olmayabilirdim; fakat sağlıklı düşünmemi engelleyebilirdi bu kadar anı ve tecrübe. Bu yüzden yarını beklemek en mantıklısı olacaktı.

Ertesi sabah uyandığımda ben de olmayan bir şeyin, tam kalbimin üzerine saplanmış olduğunu fark ettim. Yataktan kalkıp doğrulduğumda sapına lastik aracılığıyla tutturulmuş kâğıt olan bir bıçak olduğunu anladım. Vücudumun birkaç yerinde derin kesikler vardı; fakat kan yoktu, bende hiç bir zaman kan olmamıştı. Bıçağı göğsümden çıkarmadan önce sapına tutturulmuş kâğıdı elime aldım ve bunu kimin yaptığını

anlamak için notu okumaya başladım. ‘Selam yoldaş! Beni o cehennemden kurtardığın için sana minnettarım. Cehennemde alevler içinde yanarken seni gördüm ve ardından uzun bir süre boyunca karanlığa gömüldüm. Gözlerimi açtığımda bulunduğum durum hiç hoşuma gitmemişti; fakat sen beni hayata geri getirdin. Bu yüzden senden intikam almak gibi bir niyetim de yok.

Açıkçası kalbimin olmadığını fark ettiğimde girdiğim şoktan çıkmak benim için biraz zaman aldı; fakat kendimi toparlayıp vücudumda açtığın yarıkları diktim. Bana ne yaptın ve ölümsüzlük gibi güçlü ve güzel bir armağanı neden bana verdin bilmiyorum; fakat bunun için sana binlerce kez teşekkür etsem azdır.

Artık ölmek gibi bir kaygım olmadığı için daha korkusuz ve daha cesur olabilirim. Umarım bir daha görüşmeyiz; çünkü görüştüğümüz zaman senden kurtulmak zorunda kalabilirim. Sevgilerimle…

’Küçük bir Not:

Birkaç bıçak yarasıyla sana ders vermek istedim; fakat senin ölümsüz ve hissiz bir piçten başka bir şey olmadığını fark ettim. Bu yüzden sana bu notu bırakıp bir an önce kayıplara karışsam iyi olur diye düşündüm.

Yaptığım şeyin farkına vardığımda tehlikesini de fark etmiştim tabii ki. Yapabilecek tek bir şey vardı; ya o benden kurtulacaktı ya da ben ondan. Beynini yediğimde gördüğüm şeylerden daha fazlasını yapacağını biliyordum ve bu yüzden de onun durdurulması gerekiyordu. Yıllar süren aramalarım sonucunda ona ulaşabilmeyi başarmıştım; fakat bu geçen zaman sürecinde bir sürü ölüm ve günah görmek zorunda kalmıştım. Kimse bilmese de, gerçek suçlu bendim. Adamın kendine ve ölümsüzlüğüne olan güveni onu yakalamamda büyük kolaylık sağlamıştı. Bir gece kaldığı pansiyona gidip odasına girmiş ve üzerine bir şarjör mermi boşalttıktan sonra koşarak ormanlığa doğru kaçmıştım. Beni yok edip, tek olmak istediğini biliyordum. Tahmin ettiğim gibi beni takip etmeye başlamış ve tuzağımın içine düşmüştü.

Ağaçların etrafından doladığım ve örümcek ağından esinlenerek hazırladığım bu tuzak, benim sadece bir ipi kesmeme bakıyordu. Daha sonrasında aniden gerilen ipler adamı kollarından ve bacaklarından tutacaktı ve hareketsiz bir şekilde havada duracaktı. Kolları ve bacakları ayrık bir şekilde havada öylece asılı dururken bana pek bir zorluk çıkaramazdı. Her şey planıma uygun gitmişti. Tuzak işe yaramıştı ve ona yapmam gereken şeyi yapmıştım. Önce kafasını gövdesinden, daha sonrada kollarını ve bacaklarını vücudundan ayırmıştım. Her bir parçasını elli metre aralıkla kazdığım derin çukurlara gömmüştüm. Kafasını da ağzını sıkıca diktikten ve üzerine bir çaputu sıkıca bağladıktan sonra sırt çantama koymuştum. Yaşadığım şehre ve evime geri döndükten sonra, bodrum katında olan laboratuarımda derin bir çukur açıp kafasını da oraya gömmüştüm. Yıllar süren çabanın sonunda başarmıştım, daha fazla kan döküp tecavüz edemeyecekti.

Artık daha fazla deney yapmak bir işime yaramazdı. Sonuçları çok daha tehlikeli olabilirdi siz insanoğulları için. Elde edemediğim bu iki şeyi, hiçbir zaman da elde edemeyeceğimi anlamıştım. Gündüzleri yaratık diye çağırıldığım için geceleri bir birahaneye gidip içmekten başka hiçbir şey yapmaz olmuştum. Kasım ayının ilk haftası, günlerden Çarşamba günü ‘O’nu görene kadar başka da hiçbir şey yapmamıştım. Fakat o gün bütün her şeyin değişeceği gündü. O gün ilk defa farklı bir şey olacaktı hayatımda. Beni şaşırtacak bir şey, daha önce hakkında hiçbir tecrübe edinmediğim bir şey…

Yağmurlu bir geceydi. O kadar çok şimşek çakıyor ve yıldırım düşüyordu ki; sanki gökyüzünde karabulutlar arasında savaş çıkmıştı ve biz de onların bu şiddetli savaşından meydana gelen kanlarıyla yıkanıyor gibiydik. Herkes evine çekilmiş yağmurdan korunurken bense yavaşça yürüyerek ayak bileklerimi geçmiş olan su birikintisinin arasında evimin yolunu tutuyordum. Bir ara sokağın yanından geçerken hıçkırarak ağlayan cılız bir ses duymuş ve merak edip ara sokağa girmiştim. ‘O’, orada suyun içinde yatmış ve hıçkırarak ağlıyordu. Karanlığın içinde çamurlu su yüzünden kararmış beyaz elbisesi ve sırılsıklam olmuş simsiyah saçları parlıyordu. Yüzüstü uzandığı su birikintisinin üzerinde hareketsiz bir şekilde sadece hıçkırıyor ve ağlıyordu. Yanına yavaşça yürüdüm ve omzuna elimi koydum. Kulağına eğilip: “İyi misin?” demiştim.

Sesim çatlak çıkmıştı ve o haldeki birine sorulabilecek en saçma soruyu sorduğumu fark ettim. Kız bana cevap vermemişti, onu omzundan yakalayıp dizlerimin üzerine doğru yüz üstü çevirdim ve kucağıma aldım. Kadının gözleri sıkıca yumuluydu ve sadece ağlıyordu. Hiçbir şey yapmadan sadece onu izlemeye karar vermiştim bir süreliğine. Çok narin, ince bilekleri ve bembeyaz soluk bir teni vardı. Dudakları, dudakları o kadar estetik ve narin duruyordu ki; eğer melek diye bir şey varsa bu kadın onlardan birisiydi. Sonunda derin bir nefes almış ve ağlarken bana o cılız sesiyle: “Beni rahat bırak!” diyebilmişti.

Ne yapacağımı bilememiştim. Sanırım evsizdi, bu yüzden onu kendi evime götürüp bu karanlık sokaktan ve bu hırçın havanın etkisin almak istemiştim. Kadının o narin vücudunu kollarımla kaldırdım ve yoluma devam etmeye başladım. Kulağına doğru kafamı eğip olabildiğince kibar ve güven veren bir ses tonuyla: “Merak etme, artık güvendesin ve kimsenin sana bir şey yapmasına izin vermeyeceğim” dedim. Kız narin elleriyle beni göğsümden sıkıca kavradı ve kafasını göğsüme gömüp hıçkırarak ağlamaya devam etti.

Evime ulaştığımda kızı şöminenin önüne oturttum ve hızlıca şömineye birkaç odun atıp ateşledim. Kız bacaklarını kendine doğru çekmiş ve kafasını bu sefer dizlerine gömmüş, ağlamaya devam ediyordu. Hızla üst kata çıkıp deneklerimden arta kalan kıyafetlerden onun üzerine uyabilecek bir kıyafet bakmaya başlamıştım. Onun üzerindeki kıyafete çok benzeyen bembeyaz, oldukça yumuşak, narin ve güzel bir elbise bulmuştum. Hızla alt kata indim ve kızın yanına elbiseyi bıraktıktan sonra alevi biraz daha güçlensin diye şömineye bir kaç odun daha attım. Ardından yavaşça kızın yanına gittim ve oturdum.

Omzundan tutup: “Hayatının sonuna kadar ağlayamazsın, hadi kendini toparla biraz. Bak sana yeni elbise getirdim. Sanırım bu üzerine olur, ben şimdi mutfağa yiyecek bir şeyler bakmaya gideceğim. Sen de istersen bu sırada üzerini değiştir. Topla kendini.” dedim. Kız olumlu bir şekilde kafasını salladıktan sonra eliyle burnuna destek olarak burnunu çekti, ardından boğuk bir sesle: “Fakat ortada bir sorun var.” dedi ve kafasını bana doğru çevirdi. Yüzüne baktığımda gözlerinin hala sımsıkı kapalı olduğunu görebiliyordum. Elimle çenesini okşarcasına tuttum ve “Sorunun her neyse ben sana yardımcı olurum.” dedim.

Kız gözlerini açtığında beni şaşırtan bir şeyle karşılaşmıştım. Gözlerinin ak olması gereken yerleri dâhil, her yeri kömür kadar siyah ve mattı. Kız bana doğru gözlerini dikerek: “Ben körüm. Giyinmeme yardımcı olabilir misin?” dediğinde ilk defa bir şey hissetmiştim ve ilk hissettiğim şeyin aşk olacağını düşünürdüm hep fakat ben utanmıştım. Kızı soyunuk bir şekilde görmekten utanmıştım. Sesim bir cızırtıya dönmüştü: “Tabi ki olurum. Neden olmayacakmışım ki?” dedim panikle. Kız tebessümle: “Neyden utandın, bir körü giydirmekten mi?” dedi ve kahkaha atmaya başladı. Ben de gülmeye başlamıştım. Bilmiyorum neden oldu fakat bu geceden itibaren ruhu olmasa da, duyguları olan bir adam olmaya başlamıştım.

Kıza elimden geldiğince yemek hazırlayıp, son derece güzel bir sofra kurmuştum. Kör olmasına rağmen, son derece titiz ve estetik bir sofra olmuştu. Hatta iki tane de mum yakıp masanın ortasına dikmiştim. Daha önce hiç böyle olmamıştım ve içimde hiç yerinde durmak istemeyen bir kıpırtı vardı. Bana durmadan enerji veren bu şeyin adı duyguydu. Ve ilk defa bir duygu sahibi olmanın mutluluğunu yaşarken bile bir duygu daha hissetmiş olmanın mutluluğunu yaşıyordum, mutlu oldukça mutlu olmaya devam ediyordum.

Adeta bu duygular kısır döngü yaratmıştı vücudumda ve bu çok hoşuma gidiyordu.

O yemek yerken ben hiçbir şey yiyemiyor, sadece onu izliyordum. Bana bir yerlerden sanki daha önce görüşmüş ve bir takım sohbet içine girmişiz gibi geliyordu. Sanki onu tanıyor gibiydim, fakat bir türlü hatırlayamıyordum. Bu da beni gerçekten huzursuz ediyordu. Kız büyük bir afiyetle yemeği yerken ona hiçbir kadına bakmadığım bir şekilde bakıyordum. Sanki onu izlerken bambaşka bir diyara gidiyordum. Güneş yakmıyor ve çimenlerin üstünde o ve ben uzanıyorduk sanki. Meltem onun saçlarını hafifçe okşayarak uçuşturuyordu ve o da benim göğsüme kafasını koymuş uyuyordu sanki. Kız aniden durdu ve kaşığını yavaşça masaya bırakıp bana doğru baktı. Siyah gözleri saçlarının arasından beliriyordu, fakat bu onu daha güzel ve karşı konulamaz kılıyordu. O kadar güzel ve duygulu bakıyordu ki, kendimi ona bakmaktan alıkoyamıyordum. Solmuş bembeyaz teni ve solmuş bir kırmızılıkta olan dudağı, narin vücudu ve bir daha hayatım boyunca asla göremeyeceğim o bakışları. Tebessüm ederek: “Neden yemiyorsun?” dedi ve bir cevap beklercesine o ince ve simetrik kaşlarını hafifçe yukarı kaldırdı. Afallayıp kalmış ve ne diyeceğimi şaşırmıştım. Kız tebessüm ederek: “Sorun değil, gerçekten. Beni daha önce hiç bu kadar değerli kılan bir durum olmamıştı. Her şey için çok teşekkür ederim.” dedi ve yemeğine devam etti.

Yemekten sonra salona geçmiştik ve hafif bir müzik açmıştım. Yemekten sonra her zamanki yaptığım gibi tütün kutumdan biraz tütün alıp onu sarmaya başlamıştım. Kız bana dönerek: “Sigara kullanıyorsun demek.” dedi ve el yordamıyla yanıma gelip elimden tutup: “Sigaranın öldürdüğünü söylüyorlar kimileri… Ölmeyi mi istiyorsun?” dedi. Kıza her şeyi anlatmak istedim o an da. Ölümsüz olduğumu ve başımdan geçenleri anlatmak istedim. Fakat vereceği tepkiden korkuyordum. Korku denilen şey, gerçekten kötü bir histi. Fakat elbet bir gün bunu öğrenecekti; o yüzden daha fazla bağımlısı olmadan anlatmalıydım ona gerçekleri. Başımdan geçen bütün her şeyi en ufak ayrıntısına kadar anlattım. Hatta kalbini ve beynini çiğ bir şekilde yediğim adamdan bile bahsettim.  O sadece dinledi, kafasını dizime koyup tepki vermeden dinledi.

Belki bana acımıştı, belki de çok korkmuş ve ne yapacağını bilememişti bilemiyordum. Onunla karşılaştıktan sonra kazandığım duygulardan da bahsetmiştim. Fakat yaptıklarımı, yaşadıklarımı ve ölümsüz olma gerçeğini değiştirebileceğini biliyordum.

Tamamen her şeyi anlatıp bitirdikten sonra kız hafifçe kafasını kaldırdı ve yavaşça doğruldu. Sanırım korkmuştu. Bir şeyler diyerek onun içini rahatlatmalıydım, bu yüzden her ne kadar gitmesini istemesem de istediği zaman gidebileceğini söylemiştim. Fakat o aynı benim onu bulduğum zamanki gibi beni omzumdan hafifçe tuttu ve kulağıma güven dolu yumuşak bir ses tonuyla: “Bu güne dek ne yaptığın veya ne olduğun sadece seni ilgilendirir. Sen benim için herhangi bir insandan çok daha iyisin ve çok daha önemli…” dedi. Daha sonra yüzüme yaklaşıp ufak ama çok sıcak bir öpücük kondurdu dudağıma. O dakikadan sonra başka hiçbir şeyi önemsemem gerektiğini fark ettim. Bundan sonra sadece o ve ben olacaktık. Başka hiçbir şeyin önemi yoktu benim için, hem de hiçbir şeyin. Ona hikâyesini anlatmasını istediğimde başta kabul etmemişti; fakat ben ona, ondan hiçbir şeyi saklamadan anlattığımı ve onun hakkındaki hiçbir şey benim ona olan düşüncemi veya duygularımı değiştiremeyeceğini söylediğimde anlatmaya karar verdi. Şöminenin karşısına geçip sırtımı koltuğa dayamış ve yere oturmuştum. Kız da başını göğsüme dayamış ve yere uzanmıştı. Hikâyesini anlattığı zaman gerçekten öfke dolmuştum. Ona karşı bir öfke duymamıştım tabi ki de. Öfke duyduğum insanlar onun ailesi ve ona bunları yaşatan bir adamdı.

Kör, fakat çok güzel bir kızdı. Bir gün kendi başına dolaşırken birisi ona arkadan saldırmış ve tecavüz etmişti. Bunu ailesine söylediğinde ruhunun kirlendiğini söyleyip, onu bir odaya kapatmışlardı. Erkek kardeşleri içtikleri zaman onun bu haline öfkelenip odaya giriyor ve onu bayıltana kadar dövüyorlardı. Bu affedilemezdi. Senelerce başka birisinin işlediği bir günah yüzünden cezalandırılıyordu. Fakat hiçbir şey yapmayacağıma dair verdiğim söz yüzünden sadece öfke duyabiliyordum. Kız yağmurlu ve gök gürültüsü dolu bu geceyi fırsat bilerek pencerenin camından atlamıştı. Bütün gücüyle düşe kalka koşmuştu. En sonunda daha fazla gücü kalmamış ve yere yığılıp ağlamaya başlamıştı. Daha sonrasında ise gelip onu ben bulmuştum.

Birbirimiz hakkındaki her şeyi öğrendikten sonra beraber yaşamaya başlamıştık. Her şey çok güzel gidiyordu ve çok da özeldi o günler benim için. Fakat aradan üç veya dört yıl geçtikten sonra, onun için biraz işler değişmeye başlamıştı çünkü o yaşlanmaya başlamıştı ve benim yaşlanmadığımı biliyordu. Ben kendimi bildim bileli hep olduğum gibiydim ve hep de olduğum gibi kalacaktım.

Bana son birkaç gündür durmadan benim onu ölümsüz yapmamdan bahsediyor ve istiyordu. Açıkçası onu kaybetme korkusu bana bu fikri mantıklı kılıyordu. Ruhunun zaten kirli ve yaralı olduğunu söylüyordu. Bir ruhu olsun istemiyordu veya bir kalbi. Sonunda cevabım evet olmuştu ve bu sabah bu işi halledecektik. Her şey olması gerektiği gibi planlı ve programlıydı. Laboratuarımdaki masamın üzerine yavaşça uzandı. Son bir kez daha kömür karası gözlerine baktım, bu kadında hala beni korkuya düşüren bir tanımışlık hissediyordum. Bir şeylerin ters gitme ihtimali olmamasına rağmen, hala bir şeyler ters geliyordu bana.

Ellerini ve ayaklarını bağladıktan sonra anestezisini yaptım ve dudaklarına son bir öpücük kondurdum. Bir şeyler bana ters gidecek gibi geliyordu, sanki veda ediyor gibi bir halim vardı. Neden? Bilmiyorum neden?

Karar verilmişti ve sevdiğim, beni seven tek kişiyi kaybetme korkusu eğer damarlarımda kan akıyor olabilseydi oraya kadar ulaşırdı. Elim o kadar çok titriyordu ki, ona farklı bir yara açmaktan korkuyordum. Derin bir nefes aldım, sol elimle keseceğim bölümü sabitledim ve çok narin bir şekilde onu incitme korkusunu yavaşça hazmettim… Göğsünü açtım. Bana değer verdiği küçük kalbi iki elimin arasındaydı artık. Ters gidecek hiçbir şey yoktu. Sevdiğim insanla sonsuza kadar birlikte olmak için yapmam gereken tek şey onun kalbini yemek olacaktı. Yavaş ve sabit bir şekilde bütün vücuduyla olan bağlarını ayırdım ve hala atmaya devam eden kalbini ağzıma doğru götürdüm ve ilk ısırığı yavaşça çiğnedim. Her ısırıkta tanımışlık duygusu biraz daha büyüdü içimde.

Her aldığım ısırık bir damla gözyaşına dönüşüp akıp gitti yüzümden sadece.

Kalbinin geride kalan son kısmını da kanlar içindeki ağzıma götürdüm ve yavaşça hazmettim. Sonra daha önce hiç hissetmediğim bir acı hissettim. Bütün damarlarım yanıyordu ve gözlerim adeta alevlerle çevrilmişti. Titremeye başlamıştım, sanki üşüyor gibiydim; fakat içim alevlerle çevriliydi adeta. Önce yavaş bir şekilde dizlerimin üzerinde durmaya çalıştım ve daha sonra yüz üstü yere çakıldım. Hareket edemiyordum ve vücudum ter içinde kalmıştı.

Birden bir hatıra gelmişti gözlerimin önüne, bana ait olmayan bir hatıra… Bir kız çığlıklar içinde çırpınırken ona tecavüz eden kalıplı ve dev gibi bir adam belirdi gözlerimin önünde. Tecavüz eden adam; günahkâr ve benim sayemde ölümsüz olan adamın ta kendisiydi. Fakat daha öncede gördüğüm bu anıda pek dikkatimi çekmeyen şey kızın kim olduğuydu. Bu benim dünyada tek sevdiğim şeydi. Bu benim hayatımın anlamıydı ve bana değer veren tek kişiydi. Ruhu ben ölümsüz yapmadan önce bu adam tarafından kirletilmişti ve zehirlenmişti. Bu zehir o kadar etkili ve büyüktü ki kızın kalbinde hala yer alıyordu ve büyük ihtimalle beni öldürmeye başlamıştı.

Şu an yerde yatıyorum ve kafamı hafifçe doğrultmuş, masada yatan benimle sonsuza dek ölümsüz olmayı bekleyen kadına bakıyorum. Üzgünüm bir tanem, yolun sonuna geldik biliyorum. Parmaklarımı hafifçe oynatmayı deniyorum, fakat olmuyor. Kalbinde taşıdığın bu zehir ikimizin ve laboratuarımın altında kafası bulunan adamın sonunu getirdi. Üzgünüm sonsuza dek yaşayamayacağız, üzgünüm sana ölümsüzlük veremedim ve üzgünüm senin gittiğin yere ben gelemiyorum…

…beni unutma.

Bunu paylaş: