Cinsellik ve Baskı – Selin Süar

Cinsellik ve Baskı* 

Kimi zaman açıklayamadığımız veya farkında olmadan yaptığımız davranışların kökeninde aslında her birimizin çocukken öyle veya böyle bastırılmış duygularımızla beraber gelen eylemlerden ibaret olduğunu görüyoruz. Bu  şekilde bakıldığında hiçbirimiz bütünüyle sağlıklı veya toplumun çizdiği sınırlar çerçevesindeki ahlak kurallarına bağlı değiliz, çünkü sınırlar beraberinde onu aşmayı gerektiren bir dürtüyü de peşinden getiriyor.

Yollarda aşırı hız yapan gençler, yükselen sesler, öfke patlamaları, konuşmaya sıkıştırılan küfürler, tek gecelik ilişkiler…

İki temel dürtümüzden biri şiddet eğilimi, diğeri ise cinselliktir. Toplum normları ya da bir arada yaşam bunlarda kısıtlamayı zorunlu kılıyor. Üst  benliğin (super ego) kontrolüyle bilinçaltından (id) gelen temel dürtüler kısmen baskılanarak ölçülü, yaşanır hale getiriliyor. Üst benliğin oluşması sırasında yetişmede aile, okul, çevre, arkadaşlar, sosyal yapının oluşturduğu aşırı baskıcı düzen ya tamamen sinmiş, her tür baskıya boyun eğerek tepkisiz kalan bağımlı bireyler yaratır ya da tümüyle isyankâr bireyler oluşur. İkinci seçenek gerçekleştiğinde hayattaki her şey uçlarda yaşanır.

Bu kişiler cinselliklerini yaşarken toplum normlarının ya da genel kabul gören değerlerin dışında olma eğilimi taşırlar. Cinsel yaşama erken yaşlarda  adım atma, çok sayıda cinsel eş varlığı, sapkın cinsel davranışlar, cinsellikte şiddet kullanımı görülebilen davranış formlarıdır.

Prof. Dr. M. Orhan Öztürk’ün Ruh Sağlığı Ve Bozuklukları kitabında belirttiği yaşamdaki üç alanın birbirine bağlı olması önem kazanır. “…Cinsel uyum genel uyumun bir parçasıdır ve birçok karmaşık ruhsal olayları içerir. Sevme, sevilme, bağlılık, dokunma, okşanma, konuşma, söyleşi, paylaşma, özleme vb. birçok duygu ve gereksinimler cinsel uyumun içinde yer alır. Yaşamda genellikle üç uyum alanı belirleyebiliriz:

  • İş alanı
  • Sevme, sevilme, cinsel sevişme alanı
  • Toplumsal Alan

Bu üç uyum alanı birbiriyle yakından bağlantılıdır. Bir alanda uyumsuzluk ve doyumsuzluk öbürünü etkileyebilir.”

Riskli cinsel davranış modeli baskıcı toplumlarda olduğu kadar, Batılı toplumlarda da yaygın olup erken yaşta başlayan cinsel özgürleşme ve cinsel açıdan yetersiz bilgi kaynakları (bu konuda düzenli, örgün bir eğitimin olmaması) yanında kadın-erkek açısından süper performansların sergilendiği, şekilselliğin idealize edildiği pornografi sektörünün bu ortamda giderek kendine daha fazla yer edinmesi bu konuda internet gibi küresel araçların çıkar sahiplerince ustalıkla kullanılması, yaşanan cinsel sorunların çekirdek aile yapısı içinde anne-babayla değil de, zaten bu konuda yetersiz olan ve kafa karışıklığı yaşayan yaşıtlarıyla paylaşılması, bu sorunu giderek büyütmektedir.

Tabu konumundan çıkamayan cinsel davranış ve bununla ilgili örüntüler konuşulup paylaşılamadıkça bocalama, erken yaşta farklı deneyimler yaşama, sınır tanımama bütün bu özelliklerle bağımlı kişilik yapısının getirdiği sığınma özlemiyle tutunulan alkol ve uyuşturucular işi daha da karmaşık hale getirmektedir.

Küresel piyasalaşma ve ortak pazarların oluşturduğu ticari özgür alan, satılan  her üründe cinsel içerikli bir nesne veya imge kullanılması (otomobil lastiklerini bikinili mankenlerin sunması gibi) cinsel hayata bakışı pornografi sektörünün de katkısıyla normal dışına itmekte, karşı cinsten gereksiz ve uygunsuz beklentiler, cinsel yaşamda zorlamalı ilişkiler, performans saplantısı gibi sonuçlarla ortaya çıkarken buna tam tezat gibi görünen kızlık zarı (bekâret saplantısı) bir kara mizah gibi önümüzde durmaktadır.

Erkek egemen toplumların kadını yaşamın her alanında yok sayan bakışı, köleleştirme dönemlerinden bugüne kadar uzanan kadına sadece ‘cinsel nesne’ ya da bunun diğer ucunda olan cinselliği olmayan ‘kutsal anne figürü’ uçları arasında başka seçenek bırakmayan bir yaklaşım varlığını sürdüregelmiştir. Yelpazenin bu iki ucu arasında cinselliği toplumca kabul edilen normlar dışında özgürce yaşamaya çalışan her kadın aforoz edilmiştir. Bir anlamda cinsel davranışa ve birlikteliklere, mülkiyet haklarına ve sahipliklere düzenleme getirme  amacıyla  ortaya  çıkmış  evlilik  kurumu  feodal  yapıyı  sürdüren çoğu bölgede her iki cinsin, ama özellikle kadının olağan cinsel davranışını baskı altında tutma aracı olarak kullanılmıştır.

Aile sınırları dışında kısıtlanan bireyler, aile içinde şiddet ve cinselliğin zorlamalı biçimleriyle karşı karşıya kalabilmekte, ancak bu çoğu kez gizli kalıp ortaya çıkmamakta, daha da garip olanı bireyler bu durumdan zarar görse de olayın kapalı kalması toplum bakışında tehlikeli biçimde normalleşmesine yol açmaktadır.

Zorlamalı cinsel yaşam ve bunların sonuçlarına giderek duyarsız kalan bireyler, hastalıklı toplumsal yapıları doğurmaktadır.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergimart2010

Bunu paylaş: