…YFYC… – Selin Süar

…YFYC…* 

İlk bakışta, sinemaya aşina olmayanların DKNY gibi popüler bir marka zannedebilecekleri YFYC, ne zamanın tüketim çılgınlığının getirdiği bir marka, ne herhangi bir siyasi parti kuruluşu adı, ne de bir Amerikan gençlik filminde ponpon kızların tezahüratlarıyla süslenen okul adının kısaltması.

1946 yılında hayata başlayan ve Türk sinemasına büyük emek  vermiş yapımcıları bir araya getiren Yerli Film Yapanlar Cemiyeti bağımsız bir kuruluş olarak Türk sinema tarihinde yerini alır. O yıllara kadar uzun süre tiyatro etkisinde kalan ve konuların genel olarak aynı oluşuna dayanan klasik tarzdan çıkılarak yeni arayışlara girilmesi kendini yavaş yavaş gösterecektir. Çeşitli yönetmenler tarafından sinemamıza tiyatro kökenli olmayan oyuncuların girişi, yeni tekniklerin denenmesi, farklı bakış açılarının geliştirilmesi ve en  nihayetinde kendi kökenlerini arayan ve bir bakıma ulusal sinema kaygısı  taşıyan yapımcı ve yönetmenler YFYC’nin kuruluşuyla bu çabalarının dışa yansımasını netleştireceklerdir.

Yerli Film Yapanlar Cemiyeti’nin yönetim kurulunda Türkiye’ye ilk film kamerasını getiren ve Türk sinemasına sesi sokarak yeni bir döneme girilmesini sağlayan, İstanbul Film’in kurucusu ve aynı zamanda sinema sanatçılarına  sosyal güvence sağlamaya yönelik kurulan Film-San Vakfı’nın kurucuları arasında yer alan Faruk Kenç, İpek Film’in kurucusu olan İhsan İpekçi, And Film’in kurucusu Turgut Demirağ  (Melike Demirağ’ın babası),  Doğan Film (1945) ve Halk Film (1947) şirketlerinin kurucusu Fuat Rutkay, Elektra  Film’in kurucusu Yorgo Saris, Şark Film’in kurucusu Hikmet Aydın, Ankara Film’in kurucusu Refik Kemal Arduman, Birlik Film’in kurucusu İskender Necef, Ses Film’in kurucusu Necip Erses ve 1975’te Türkiye Filmciler Derneği’nin başkanlığını yapan, aynı zamanda Atlas Film’in sahibi olan (daha sonra kendi adına Acar Film’i kuracaktır) Murat Köseoğlu görev almıştır. YFYC’nin 1948’de yerli film yapanlar adına düzenlediği ‘müsabaka’da, Şukufe Nihal’in eserinden Şakir Sırmalı’nın senaryolaştırdığı haliyle Kurtuluş Savaşı’nda işlenen bir cinayetin soruşturulmasını anlatan 1946 yapımı Domaniç Dağlarının Yolcusu (Unutulan Sır) ‘muvaffak olan film’ olarak seçilir (Yapımcı: Ertuğrul Tokdemir).

1961’de Samî Şekeroğlu’nun girişimleriyle, Kulüp Sinema 7 adında kurulan ilk özel sinema kulübünü, 1963′de Türk Film Prodüktörleri Cemiyeti ve Sine-İş’in (Sinema İşçileri Sendikası) kuruluşu izledi.

Türk sineması, yerli yapımlarıyla adını duyurmaya da yavaş yavaş başlıyordu. 1964′de Berlin Film Şenliği’nde Metin Erksan’ın “Susuz Yaz”ı, uluslararası şenlikte en iyi film seçildi ve büyük ödülü kazandı. Yine aynı tarihte Türk Film Prodüktörleri Cemiyeti ve Antalya Belediyesinin çabalarıyla, ilk Antalya Film Festivali düzenlendi ve bir yıl sonra Türk Sinematek Derneği kuruldu.

Siyasi olayların ve fikir çatışmalarının fiziksel çatışmalara döndüğü 1965-1980 arası filmlerin de konuları değişmeye başladı. Siyasi filmler yasaklama ve sansüre uğramaya, aydınlar birer birer toplatılmaya başlanması; özellikle de 1975’ten itibaren düşünenlerin beyin göçüne zorlanması, maddi sıkıntılar, ikinci göç dalgasının patlak vermesi ve yakın tarihimizde yaşanan pek çok   karışıklığa bir de televizyonun eklenmesiyle Türk sineması çalışanlarının ve sinemaya gönül verenlerin değil maddi güvencesi, nefes alacak durumu bile kalmamıştı. Darbenin peşi sıra Özal yönetiminin yerli filmlere ambargo uygulaması ve yabancı filmlere sinema salonlarını ardına kadar açması, Türk sinemasını ve bu yönde çok işler başarmış olan bütün kadroyu neredeyse bir yok oluşa sürüklemiştir.

Sosyalist ülkelerde bile sinemanın bir sanat dalı olması bir yana dursun, bir ticaret, bir gelir kapısı, bir propaganda aracı ve içinde evrildiği kültürü tanıtma aracı olması nedeniyle dünyada hemen her ülkede bir düzene, kendi içinde kanunlara, yaptırımlara ve özellikle de devletin, sinemacıları güvence altına aldığı bir ortama sahip olmasını yalnızca kendi ülkemizde göremiyoruz.

Sinemamızın üzerine çöreklenen maddi ve psikolojik baskı (parasızlık ve siyasi baskı) en büyük darbeyi indirirken günümüzde reklam çekerek, dizi yöneterek para biriktiren ve destek bulamadığı için, yapımcı da kendi parasını ‘tehlikeli’ gördüğü işlere yatırmadığı için istediğini söyleyebilmek amacıyla yıllık birikimini kendi çektiği, yazdığı, yönettiği filmine yatıran yapımcı/yönetmen/yazar (ve bu böyle devam ederse tüm kadroyu bir kişinin gerçekleştireceği bir ekip) batmayı göze alarak, “bağımsız sinemacı” olarak karşımıza çıkmaya çalışmaktadır (Bu konuda, kanımca, son yıllarda en çok da Ümit Ünal’ı tebrik etmek gerek). Bir şeyler anlatma kaygısında olup, dişini tırnağına takıp günlerce aç gezmeyi göze almak da yetmiyor elbet. Her şey  hazır, bütün zorluklar aşılmış, ama gösterim izni yok…

Elbette bunun nedeni de yine ekonomik sorunlar. Yabancı filmlerin ülkemize girişine,    Amerikan    piyasasına    öylesine    alıştırmışlar    ki    bizleri, sinema izleyicisinin çoğu yerli yapım yerine yabancı yapımları tercih ediyor. Türk filminde eğlenceli görüntüler, sulu şakalar, bayağı tiplemeler ve küfürler olmazsa, o filme gidilmiyor. Sinemacı olarak eleştirdiğimiz bu filmler değil, onların da yeri başka, ama bazı filmler gişe rekorları kırarken anne-babalar niçin çocuklarını bazı tarihi gerçekleri öğrenmeleri için veya farklı tekniklerle, farklı bir hikâyeyi anlatan, farklı bir türde kurgulanan bir yerli yapıma götürmüyorlar? “Çocuklar sıkılıyor” çok sığ bir bahane. Çocuk, ailenin bakış açısıyla evrilir, ailenin alışkanlıklarıyla gelişir. Ailenin hayata bakışı ne kadar genişse, çocuk da o kadar dünyayı tanıyacak ve ileriki yaşamında konulara farklı bakış açıları kazandırabilecektir.

Yurt dışında haftalarca gösterimde kalan, bir de üstüne uluslar arası festivallerde ayakta alkışlanıp ülkemize ödüller kazandıran filmlerimizin, ülkemizde apar topar sinema salonlarından kaldırıldığını, gün içinde yalnızca bir kez gösterim hakkına kavuştuğunu, burada izlenmediğini yurt dışındakiler duysalardı tepkileri ne olurdu acaba?

Devletin sahip çıkmadığı sinemayı, “Türkiye”li kimliğiyle ve insanüstü bir çabayla bugüne kadar var etmeye çalışan bütün ustalarımıza sonsuz teşekkürler…

*https://issuu.com/azizm/docs/edergiagustos2009

Bunu paylaş: