Bize Sunulan Özgürlükler – Melih Öncel

Bize Sunulan Özgürlükler* 

2008’e girerken Türkiye’de 539 bin kişi açlık, 12 milyon 930 kişi ise yoksulluk sınırının altında yaşıyor, yaşamaya çalışıyor. Bu yaşam çabası sırasında Türkiye’de özelleştirme aldı başını gidiyor, anayasa çalışmaları acele bir şekilde devam ediyor. Üstünde çalışılan anayasanın 301. maddesi hala bir kara leke olarak duruyor. Türkiye’deki öğretmen maaşlarını fazla bulan bir Dünya  Bankası direktörü bize yol gösterirken işsizlik artık ilk sırada bile değil sorunlarımızın. Polis şiddeti ve yükselen ırkçılığın yanında bir de terör sorunuyla uğraşmaktayız. Aslında hiç de yeni olmayan bir yıla girdiğimizde, biz bunca sorunu çözmekten sürekli uzaklaşıyoruz. Hiç de yeni olmayan bir gündem maddesi ile: türban… Tüm sorunlarımızı unutarak ya da unutmaya zorlanarak yine tek bir dert üzerinde yoğunlaşıyoruz. Bütün televizyon kanallarında aynı tartışma, bütün gazetelerde aynı yazılar. Bir programda siyasetçiler varken, diğer bir programda hukukçular oluyor. Alanlarında uzman profesörler konuyu akademik bir biçimde tartışıyorlar. Anayasa maddeleri, ilkeler, temel haklar ve özgürlükler, takanlar, takmayanlar şeklinde tartışmaları izlerken bizler sanki konuyu basitçe değerlendirmekten uzaklaşıyoruz. Ben ne bir politikacıyım ne de bir hukukçu. Şu anki konumumda kalkıp şöyle yasak, böyle aykırı demek benim için biraz büyük bir adım olur herhalde; ama etrafıma bakınca da bu tip tartışmaların her kesimde arttığını görüyorum.

Sonra bakış açımı değiştiriyorum. 6–7 yaşında başı örtülü, erkeklerden uzak duran kız çocukları görüyorum. Bu, bir insana zorla cinsiyet ayrımı yaptırma mı acaba diyorum kendi kendime. Küçücük çocuğa: sen kızsın, o bir erkek; ona göre davran! Demenin bir başka yolu mu diye merak ediyorum. Daha basit düşünmek istiyorum. Anayasa önemli değil, bir insan olarak değerlendirmek istiyorum bütün bu olanları. Keşke biri daha olsa yanımda. Üniversiteme bakıyorum hiç türbanlı yok etrafımda, hatta tanıdığım bir insan bile yok aslında. Olmasını isterdim sanırım. Gerçekten samimi bir şekilde konuşabileceğim biri iyi olurdu. Onunla beraber aklımdaki sorulara cevap arardım onun kendini dünyaya kapatmasının altından. Derdim ki ona: evet, ben türbana  karşıyım. Hatta sadece kamu alanında da değil. Dünya üzerinde ki her hangi bir yerde olmasına karşıyım. Ama bu karşı duruşum ne saçının üstündeki kumaş parçasına, ne ona yüklenen siyasi simgelere, ne takan kadınlara. Ben türbana ya da kara peçeye tıpkı emperyalizme karşı olduğum gibi karşıyım. Bizden tek tip insanlar yaratmaya çalışan tüketim odaklı dünyaya ve üstümüzdeki totalitarizme karşı olduğum gibi. Senin karşındaki bu duruşum 10 yaşında ki çocuğun eline silah veren insanlara karşı duruşumla aynı. Ya da kendi tanrıları için diri diri adam yakan zavallılara bir nefretim yok, onları o hale getirenlere karşı savaşıyorum ben. Bizim elimizden, zihnimizden özgürlüğümüzü alan herkese, her şeye karşıyım. Benim düşüncemin oluşmasına izin vermeden, bana kendi düşüncesini dayatan yapıya karşı bu nefretim. Ve şimdi soruyorum sana; ağabeyinin zoruyla başını örtüp, 15 yaşındayken ilk gördüğün insanla evlenip ya da evlendirilip, eve kapandıktan sonra bunu nasıl bir özgürlük olarak görebiliyorsun? Bunu bir inanç özgürlüğü olduğunu bile sadece kocan savunurken, bana üstüne geçirilen bu kılıfın özgürlük olduğunu söyleyebilir misin? Beni buna inandırabilirsen; ben de türbanla aynı sıralarda oturmak için elimden geleni yaparım.

Ben saçı kapatan bir kumaşa karşı değilim. Ben özgürlüklerin, düşüncelerin önüne geçilmesine karşıyım. Hadi gel beraber insanlara her türlü düşünceyi sunalım seninle. Hadi onlara kendi etraflarındakinin dışında ki hayatları da gösterelim. Onlara Dostoyevski’nin kitaplarını verelim, varoluşçuluktan bahsedelim, Nietzsche’yle tanıştıralım onları, Mayalar’ı anlatalım, insan psikolojisinden söz edelim ve tarihsel olarak büyük dinlerin çıkışını ve tarım toplumları üstündeki kullanımını anlatalım. Yüzyıllar önce Sokrates’in, Eflatun’un kaleminden çıkmış kitapları okutalım. Hümanizmi gösterelim. Sonra bırakalım tercihlerini yapsınlar. Sonra bırakalım başını karanlıklara gömen gömsün. O zaman o bir özgürlük olur. Ona sunulan onca şeyi özümseyip bu kararı alması bir özgürlüktür. O zaman ben onunla aynı sırada oturmak için elimden geleni yaparım…

*https://issuu.com/azizm/docs/edergisubat2008

Bunu paylaş: