Metin Kurt Yalnızlığı – Alper Erdik

Beklenen tarih nihayet belli oldu. 14 Mayıs’ta, ülkemizde, demokrasi temalı genişletilmiş bir evcilik oynanacak. Düzenin kendisi değil, düzenin bekasını önümüzdeki beş yıl sürdürecek partiler ve isimler oylanacak. Oyunun kurallarını koyma, değiştirme, iptal etme hakkına sahip olan Türkiye’nin muhtarının gölgesinde, yaklaşık bir yıldır sürdürülen Altılı Masa müsamerelerinin başoyuncusu olan CHP’nin lideri ve de onun yancıları, seçim tarihinin netleşmesiyle birlikte, zevzeklikte seviye atladılar ve 1950’de CHP’yi alt eden Demokrat Parti’nin seçim sloganını derhal dillendirmeye başladılar. Yeter’miş… Söz milletin’miş… 

Not etmekte yarar var: Ezanı tekrar Arapça okutmaya başlayan, Halkevleri’ni ve Köy Enstitüleri’ni kapatan, CHP’nin taşınmazlara el koyan, muhalif gazetecilere kan kusturan, İsmet Paşa’ya defalarca saldırı düzenleten, 6-7 Eylül olaylarını tertipleyip iş çığırından çıkınca suçu komünistlere yükleyen, Said-i Kürdî adlı mürteciyi el üstünde tutan, Necip Fazıl gibi tetikçileri kamu kaynaklarıyla besleyip semirten, yurttaşları fişleyen, devlet radyosunu propaganda aracı yapan, vatan toprağının ABD üsleriyle dolmasına sebep olan, Türk askerini Kore’de kırdıran, örtülü ödeneği talan eden, rüşvet ve iltiması sıradanlaştıran Demokrat Parti’dir, Adnan Menderes’tir. Bu sürecin başladığı gün ise 14 Mayıs 1950’dir. Fakat ne acı ki, 73 yıllık karanlığın başlangıcı olan tarih, şimdi demokrasi çığlıklarıyla ve hayırla anılmaktadır.

Öte yandan, DP’nin günahlarını hatırlatmak CHP’yi aklamak anlamına da gelmemelidir. Zira Türkiye’nin, Soğuk Savaş’ın başlamasıyla birlikte, ABD’nin lideri olduğu emperyalist kapitalist bloka eklemlenmesinin faili CHP’dir.  Türkiye’yi küçük Amerika yapma hevesi örneğin, bu partinindir. IMF ve Dünya Bankası’na CHP döneminde üye olunmuş; NATO’ya üyelik başvurusu da bu parti henüz iktidarda iken yapılmıştır. Türk lirasını ilk kez devalüe edip dolar karşısında değersizleştiren CHP’dir. İmam-Hatipler, ilahiyat fakülteleri, Demokrat Parti işbaşına gelmeden açılmıştır. ABD’lilere, emperyalistlere yaranmak için ülkemizdeki bir avuç komüniste hayatı zindan etmek de bu partinin icadıdır… Yani özetle, düzenin sağı ile solu arasında biçimsel bir fark varsa da özde bir çelişki yoktur.

Bazı iyi niyetli sosyalist yazarlar, Demokrat Parti zihniyetinin ne mene bir şey olduğunu CHP seçmenine anlatmaya çalışıyor, Kılıçdaroğlu ve ekibinin yolunun yol olmadığına işaret ediyorlar. Fakat bunun kimseye bir faydasının dokunmadığı ortada. Geçmişte ve bugün, CHP’nin sınıfsal konumu nettir. CHP’ye oy verenlerin büyük çoğunluğunun düzenle kurduğu ilişki de öyle. Bu tespitse, bu partinin seçmenlerinin yok sayılması anlamına gelmiyor; ama SİP-TKP’nin tek adamı Kemal Okuyan’ın, “Solun önündeki en büyük engel CHP’dir” söylemine inanacak kadar saf olmayı da gerektirmiyor. Evet CHP’nin solla anılmaya, solculuğu anmaya başladığı altmışlı yıllardan bu yana misyonu bellidir. Ancak, bugün CHP kapatılsa, yarın om iki milyon seçmeninin sol partilere koşmayacağı da ortadadır.

Okuyan’ın tezi ise, solun içinde büyük bir kesimin ruh haletini, ideolojik konumunu ele vermesi açısından değiniyi hak etmektedir. Emekçi sınıfları, sömürülenleri, çeşitli nedenlerle ezilenleri örgütleme, yan yana getirme istek ve iradesi olmayan, Beyoğlu’ndaki, Kadıköy’deki bürolarında oturup işçiler adına ahkâm kesen sosyalist hacıağalar her ne kadar umursamasalar da, sınıf siyaseti sınıfla, en azından sınıfın öncüsü olmaya aday bilinçli proleterlerle yapılır. Bu ise elbette kolay değildir. On yıllardır dincilikle ve milliyetçilikle aklı beyni kalbi uyuşmuş, sağ partilerin neferleri haline gelmiş milyonlarca kişiye ulaşmak, onlara gerçeği anlatabilmek, maalesef, atomu parçalamak kadar zordur. Ama bu işin başka bir yolu yok. Kaldı ki sosyalizm mücadelesi sıçramayla olduğu kadar birikimle ilerler. Devrim, bardağı taşıran son damladır; son damlanın bir anlamı olması içinse önce bardağın dolması gerekir. Önemli olan bu çabadır. Bu çabayı göstermek yerine; CHP’ye kızıp küsecek orta sınıfların oyunu çalmaya uğraşmaksa zavallıca bir eylemdir ve bunu yapanlar (Sosyalist Güç Birliği bileşenleri mesela) aksini iddia etseler de düzenin tam da içindedirler.

Bu parti ve yapılar istisna değiller. Solun başka temsilcileri de başka sebeplerle bu batağın, düzenin içinde çırpınıp duruyorlar. HDP sayesinde iki vekille Meclis’e giren, ardından transferlerle birlikte kareyi kuran, sosyal medya kullanıcısı gençlerin hoşuna gidecek laflar ederek büyümeyi amaçlayan Türkiye İşçi Partisi mesela. Bu partinin genel başkanı olan, geçmişten bu yana tanıdığımız Erkan Baş’ın, sayelerinde sosyalizmin ülkemizde en popüler dönemini yaşadığı iddiası, acaba ne kadar doğru? Reel politik önemli, kendileri bu konuda iyi işler yapmıyor değiller; ama öncelik özdür. TİP’in siyaseti ile dört yılda kaç işçi politikleşti, sınıf bilinci edindi örneğin? Hangi kentte işçi meclisleri kuruldu? Elbette ki bunlar olmadı ve olmayacak. Çünkü diğerleri gibi TİP de böyle bir dertle yoğrulmuş değil. Sol hareketin, “arka sırada” oturup hocaya laf atarak dersin akışını bozan genç oğlanlara, ayrıca, en ön sıradan bilmiş bilmiş konuşan süslü kızlara ihtiyacı yok.

Ne gerekçeyle CHP’den vekil yapıldığı bilinmeyen, ne sebeple TİP’in sözcüsü olacak kadar önemsendiği hele hiç anlaşılmayan Sera Kadıgil mi işçileri temsil edecek? Ülkücü Merak Abla’sının kız kardeşi olmak için çırpınıp duran, burjuvazinin alaşağı edilmesi için değil de Meclis’te erkeklerin yüksek temsiliyetinin sona ermesi için feveran eden (dikkat, eril bir cümle geliyor) mor ojeli tırnaklarıyla kadın sorununa dikkat çekeceğini sanan bu kadın mı bizim umudumuzu büyütecek? “Doğruda durmanın felsefesi”ni irdelemeyi bırakıp yanlışta debelenmenin kitabını yazmaya başlayan TİP’liler şunu iyi bilsinler ki, bu topraklarda hiçbir işçinin, TÜSİAD’ın başkanıyla, Sorosçu akademisyenlerle aynı etkinliğe (SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği’nin “2022 Yılın Kadınları” Ödül Töreni) katılan, hatta bu etkinlikte Gülşen gibi teşhircilerle beraber ödül alan Sera’dan öğreneceği bir şey yok, olamaz. 

HDP bileşeni veya HDP’nin müttefiki olan, kimlik siyasetine sıkışıp kalmış ve bizim dışımızda adını kimsenin duymadığı yapılar bir kenarda dursun şimdilik. İşçilerin ekonomik ve sınıfsal mücadele örgütleri olması gereken sendikalara, daha doğrusu, bu iddiayı sahiplenen tek sendikaya, DİSK’e bakalım bir de. Az evvel andığımız toplantıda kendisi de hazır bulunan, TÜSİAD’la istişare eden, CHP’li belediye başkanlarının elinde oyuncak olmuş, içinden geldiği Halkevi’nin yeni toplumsal hareketçi bozuk teorisini DİSK’e de taşıyan Arzu Çerkezoğlu, Kadıgil’den çok mu başka bir yerde duruyor? DİSK, bir işçi sendikasından ziyade, enflasyon araştırması yapan bir sivil toplum kuruluşuna benzemiyor mu?   

Türkiye’nin en kritik, en önemli seçimlerinde dahi, işçilerin, ezilenlerin, sömürülenlerin, sosyalistlerin sesi olacak, en azından bunun için mücadele edecek bir cumhurbaşkanı adayı bile çıkaramıyorsak, bu ülkede soldan, solculuktan söz edilebilir mi? Proletaryanın devrimci iktidarı için delirmişçesine mücadele etmeyen, etme niyeti de hiç olmayan kişilerle yoldaşlık etmek mi bizim sınavımız? Hayır, hayır; bunu kabullenmemeliyiz. Bu tipleri normalleştirmemeliyiz. Başka bir Türkiye istiyorsak, işe başka bir solu teşkil ederek başlamak gerektiğinin farkına varmalıyız. Hemen, şimdi hem de.

***

Resim: Lenin Smolny’de, 1930 – Isaac Brodsky

Bunu paylaş: