Vesikalı Yârim: Fatih-Harbiye Hattında Bir İmkânsız Aşk Öyküsü – Alper Erdik

Kendi bostanlarında yetiştirdiklerini babasıyla beraber satarak yaşayan Manav Halil ve eğlence mekânlarında konsomatrislik yapan Sabiha’nın 89 dakikalık sevda hikâyesi değil yalnızca; Türk sinemasının belki de en iyi aşk filmidir, başrollerinde Türkan Şoray ve İzzet Günay’ın olduğu, 1968 tarihli Vesikalı Yârim. Siyah beyazdır ama elli iki yıldır ışıldamakta, izleyenlerin kalbini ıslatmakta, aşk temalı bütün yapımlara bugün bile esin vermektedir.

Usta yönetmen Lütfi Ö. Akad imzalı film, bir caminin fon olduğu, Halil’in at arabası ile sebze taşıdığı sahne ile açılır ama asıl; “Ayı Rıfat’ın meyhanesi”nden sıkılan üç esnaf arkadaşının ısrarıyla gittiği Beyoğlu’ndaki sazda, onların masadan ayrılmasının ardından, yanına gelip sigarasını yakmasını isteyen Sabiha’yı görmesiyle başlar.

Halil büyülenmiştir, Sabiha ise sadece işini yapıyordur. Masaya oturur, yanlarında biten garsondan konyak ister. Ama içmez. Arka masada oturan “kötü adam” Behçet Nacar çağırmaktadır zira onu. Saatler sonra döner Halil’in yanına. Mekân kapanmak üzeredir. Eğlenmek isteyen Sabiha ile içmek isteyen Halil beraber çıkarlar, pavyona giderler; gece boyunca Sabiha sahnedeki sanatçıyı, Halil’se onu seyreder. O zamana kadar hiç “kokulu, esanslı kadın tanımayan” Halil’in ve Halil kadar “saf, temiziyle karşılaşmayan” Sabiha’nın aşkları böyle doğar.

Birlikte yaşamaya başlarlar. Sabiha işi bırakır; Halil manava ve ailesine dönmez, Balık Pazarı’nda limon satarak para kazanmaya çalışır. “Dükkânı iki portakal sandığı, evi Sabiha’nın yanıdır” artık onun. Bu kutsal aşk;  Halil’in arkadaşlarının saza gelip, Ayfer Feray’ın canlandırdığı diğer konsomatris, Sabiha’nın yakın arkadaşı olan Müjgân’a, Halil’in evli ve iki çocuk babası olduğunu söylemeleriyle ilk darbeyi alacak, filmin ikinci yarısında da parça parça dağılacaktır.

Halil’in bir gün dönecek, kendisini terk edecek olmasının kaçınılmazlığını bilen Sabiha, yine de evli olduğunu bildiğini ona söylemez. Halil’i itirafa zorlar ama gerçeği duymaktan da korkar. Hem vicdanı hem de mukadder sonları nedeniyle onu kendisinden soğutmaya çalışır. Halil adam vuracak, hapiste yatacak;  Sabiha ona hep sadık kalacak, onun hapisten çıktığı günse tekrar saza dönecek, şuh kahkahalarla mesleğini icra etmeye başlayacaktır. Halil, bu büyük aşk için Sabiha’yı bıçaklayacak; Sabiha polise yalan söyleyerek onu kurtaracak, hastaneden çıkar çıkmaz ona koşacaktır.

Bu incelikli imkânsız aşk hikâyesini yazan kişi; dört yüze yakın senaryosu filme alınan, bu konuda rekor sahibi olan ve genellikle de piyasa işi yapımlar için kalem oynatan Safa Önal’dır. Lütfi Ö. Akad, ondan, içinde Türkan Şoray ve İzzet Günay olacak bir film için senaryo ister. Birlikte ilk kez çalışacaklardır ve Akad, kolay bir yönetmen değildir. Önal, zorlansa da, Sait Faik’in Menekşeli Vadi öyküsünden yola çıkarak, ilk olarak çalışmanıntretmanını kaleme alır. Filmin adı ise Orhan Veli’nin Tahattur başlıklı şiirinde geçen “vesikalı yârim” dizelerinden gelmektedir.

Önal, Türkan Şoray’ın Levent’teki evinde yazdıklarını okur; Şoray, oldukça etkilenir, ağlamaya başlar. Bu konuda önemli bir not da, Akad’ın senaryoya, diyaloglara hiç müdahale etmemiş olmasıdır.

Lütfi Ö. Akad ve Safa Önal, Vesikalı Yârim’den sonra, iki filmde daha birlikte çalışırlar. Bunlar, 1968 tarihli Kader Böyle İstedi ve ertesi yıl çekilen Seninle Ölmek İstiyorum’dur. (Filmlerin üçünde de İzzet Günay vardır. Türkan Şoray üçüncü filmde ona yine eşlik etmiştir.) Bu filmler, Türk sinemasına ilişkin kalem oynatan pek çok yazarca “Kent Üçlemesi” sıfatı ile anılıyor. Ancak, bu yazı vesilesi ile konuyla ilgili önemli bir düzeltme yapmak anlamlı olacaktır. Filmlerin yönetmeni Akad, 23 Şubat 1975 tarihli mülakatında, “Şimdi gelelim o üçlü dediğiniz filmlere. Bir üçleme değildir aslında, bir rastlantıdır.” demektedir. (Fikret Hakan, Türk Sinema Tarihi, İnkılâp Yayınları, 2016)

Vesikalı Yârim, bir imkânsız aşk anlatısı olmakla birlikte, farklı okumalara da alan açan bir derinliğe sahiptir. Altı akademisyenin ortak çalışması olan ve filmin öykü, sinematografi, dil, kültür, cinsiyet rolleri gibi pek çok başlık üzerinden ayrıntılı biçimde analiz edildiği Çok Tuhaf Çok Tanıdık: Vesikalı Yârim Üzerine (Metis Yayınları, 2013) de bu derinliği ortaya çıkaran önemli bir kaynaktır. Eserde, Halil ve Sabiha’nın ilişkisi üzerinden Türk toplumunun modernite ile kurduğu sancılı ilişkiye de değinilir.

Bu teze bir katkı olarak şunu eklemeliyiz:  Her ne kadar Safa Önal, filmin duygusunun daha önemli olduğunu söylese de, hikâyede Doğu-Batı, modern-geleneksel diyalektiğini destekleyecek pek çok işaret vardır. Karakterler, meslek ve yaşam tarzları üzerinden zaten zıtlıklarla teşkil edilmiştir; mekânların seçimi de tesadüf olmasa gerektir: Halil, Kocamustafapaşa’da, Sabiha, Hamalbaşı’nda yaşamaktadır. Burada ise, Peyami Safa’nın, 1931’de yayımlanan; Osmanlı-Türk modernleşmesi sonrası ikili bir toplumsal yaşamın ortaya çıktığı tezini içeren Fatih-Harbiye adlı eseri akla gelmektedir. Ancak Akad ve Önal’ın, çubuğu Fatih’e büküp Harbiye’ye düşmanlık eden Peyami Safa’yla aynı yerde durmadığını da vurgulamak elzemdir.

Film, 1968 Altın Portakal Film Yarışması’nda en iyi ikinci film seçilir; ayrıca en iyi senaryo ödülü de Vesikalı Yârim’e gider. Türkan Şoray ise, şaşırtıcı değil elbette, en iyi kadın oyuncu ödülünü kazanır. Bu, onun ikinci portakalıdır. 1964’te düzenlenen ilk yarışmanın ilk kazananı da, Metin Erksan’ın yönettiği Acı Hayat (1962) filmindeki rolü ile yine odur.

Vesikalı Yârim’in aklımıza ve kalbimize bu denli kazınmasının bir nedeni, filmin orijinalliğidir; içinden doğduğu sinema geleneğinden kısmen de olsa ayrışmasıdır. Zira “klasik Yeşilçam, tutkunu olduğu aşk hikâyelerini bıkıp usanmadan anlatırken, çoğu zaman ülkenin toplumsal gerçeklerine ve bunun önemli bir parçası olan sınıfsal konumlara önem vermemiştir… Ama Vesikalı Yârim ve benzeri bir avuç film birer gerçekçilik başyapıtı olmasalar da ve yine belli bir naiflikten nasibini almış olsalar da, çok daha geniş çapta halkın gerçeklerine, gündelik yaşamına, aşka ve cinselliğe bakışına ve pratik deneyimlerine uymakta, en azından yaklaşmaktadır.” (Atilla Dorsay, 100 Yılın 100 Türk Filmi, Remzi Kitabevi, 2014) “Akad’ın, Vesikalı Yârim’de, melodram kalıpları içinde de sosyo-ekonomik zemini sağlam bir film yapılabileceğini gösterdiği söylenebilir.” (Mücahit Gündoğdu, Lütfi Ö. Akad: Bir Anlatı Ustası, Cümle Yayınları, 2020)

Diğer nedeni de filmin başrolünde Türkan Şoray’ın olmasıdır ve bu konuda da sanıyorum ki herkes mutabıktır.

Vesikalı Yârim zihnimizdeki Türkan Şoray imgesi tarafından kurulur ve onu yeniden kurar. Filmde Sabiha’nın kokusuna ve güzelliğine yüklenen büyülü ve ulaşılmaz imgeyle Türkan Şoray’ın imgesinin örtüştüğü söylenebilir. Vesikalı Yârim bir anlamda Türkan Şoray’dır… Film, Şoray’ın Yeşilçam’da zihinlerimizde işgal ettiği ‘cinsellik fikri’yle sarmalanmıştır. Ama sadece bir fikir olarak cinsellik. Şoray’ın güzelliği mükemmel, büyülü, kokulu ama tam da bu nedenle ulaşılmaz bir güzellik olarak tarif edilir.” (Çok Tuhaf Çok Tanıdık: Vesikalı Yârim Üzerine, Metis Yayınları, 2013)

Bu ulaşılmaz güzelliğe sahip olağanüstü kadın, Türkan Şoray, filmin çekildiği tarihte henüz 23 yaşındadır ama oyunculuğu o gün bile en üst seviyededir. Nitekim Lütfi Ö. Akad, “Türkan Hanım bir hazinedir. Biz onun sadece üzerini kazıyabildik.” demiştir. Rol arkadaşı İzzet Günay da bir röportajında ona dair, “Türkan Şoray’ın yeri başkadır. Çünkü size ummadığınız biçimde iyi oyun verebilecek kapasitededir. Türkan insanı yeteneğiyle şaşırtan bir oyuncudur.” cümlelerini sarf eder.

Oyuncu da filmi oldukça önemser ve bunu her fırsatta dile getirir: “Vesikalı Yârim filmini her izlediğimde hâlâ boğazıma bir şeyler düğümlenir, bu filmin duygusundan hiç kurtulamam. İmkânsız aşkı insanın içine dek işleyecek şekilde anlatan bu filmin yeri benim sinema kariyerimde çok önemlidir. Eminim ki bu film 50 yıl sonra izlense de aynı etkiyi yaratacaktır.” (Türkan Şoray, Sinemam ve Ben, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2017)

Dorsay’ın deyişiyle “ulusal aşk filmimiz” olan Vesikalı Yârim’in müzikleri Metin Bükey imzalıdır. Yapımda bar, pavyon sahnelerinde hep sahnede gördüğümüz Şükran Ay’dan dinlediğimiz, filmin unutulmaz şarkısı “Kalbimi Kıra Kıra”nın sözleri Hikmet Münir Ebcioğlu’na, bestesi Teoman Alpay’a aittir.

Sona doğru; THKP-C’nin önderlerinden, 1 Haziran 1971’de Maltepe’de katledilen; politik eylemciliğiyle beraber edebiyat, müzik, tiyatro ve sinemaya ilgisiyle de Türkiye devrimci hareketi içinde önemli yeri olan Hüseyin Cevahir’in, onca koşturmacanın arasında bir fırsat yaratıp Vesikalı Yârim’i sinemada izlediğini, yakın arkadaşı Tuğrul Eryılmaz’ın tanıklığına dayanarak (Cevahir, Hüseyin Solgun, Ayrıntı Yayınları, 2020) tarihe not düşmüş olalım.

Filmle ilgili ne söylersek söyleyelim, bir şeyler eksik kalacak. Her şeyiyle ve her yönüyle Türk sinemasının başyapıtlarında olan Vesikalı Yârim’in özü, belki de, Sabiha’nın ağzından duyduğumuz “Sevgi de yetmiyormuş… Çok eskiden rastlaşacaktık.” cümlelerindedir.

Bu topraklarda; başlayamayan, yarım kalan, gecikilen, bitmesi kaçınılmaz olan bütün aşkların; kırılan, dökülen, paramparça edilen hayallerin; çok uzakta olan mutluluklara hiç varılamayacağını bilenlerin hüzünlerinin; boşa geçen ve boşa geçecek yıllara dökülen gözyaşlarının toplamıdır Vesikalı Yârim.

Emeği olan herkese saygı ve minnetle…

Bunu paylaş: