John Lennon’sız Bir Dünyanın Kuraklığına Ağıt – Özgür Keşaplı Didrickson

8 Aralık 1980… Müzik tarihinin belki de en trajik gününün, 40 yaşındaki John Lennon’un birkaç saat önce imza verdiği birisi tarafından tabancayla öldürülmesinin 40. yıldönümü bugün. O genç yaşta çoktan müzik evrenine devrimci diye nitelendirebileceğimiz şekilde dokunmuş, sonra Yoko Ono ile birlikte performans sanatı evrenine de uzanmış bir sanatçının yaratıcılığından mahrum kalışımız bu tarihi tek başına trajik kılabilirdi aslında. Ölümlerin türlü türlü olabildiğini kim reddedebilir? Öldürülmesi, üstelik kendi yaşamındaki örneklerini de reddetmeden şiddete karşı ısrarla ses çıkaran birisi olarak kurşunlanarak öldürülmesi trajediye karşı konulamaz bir acılık ekliyor.

Müziksiz yaşayamayan biri olmama karşın Beatles’la ancak 30lı yaşlarımda buluştum denebilir. Çok sevdiğim Kurt Cobain’in John Lennon’ı çok sevdiğini öğrenmem de etkili olmuştu Beatles dünyasına ciddi olarak sokulmamda. Müzisyenlerin birbirini beslemesi her ne olursa olsun bir sevgi duygusunun bu evrende daha elle tutulur şekilde solumasının kanıtı olsa gerek. Kimi zaman çok severek dinlediğiniz bir müzisyeni en çok etkilemiş olanın kim olduğunu bilsek de bir nedenle (bazen sadece zamansızlıktan) o köke uzanamayabilir insan ancak bir anlamda hiç dinlemeseniz de dinlemiş oluyorsunuz o müzisyenleri. Bu yüzden Beatles ya da John Lennon söz konusu olduğunda herkesin onları dinlemiş sayılacağını düşünüyorum. O yüzden 8 Aralık 1980 her zaman acı bir tarih olarak kalacak.

Beatles’a, Lennon’a ciddi anlamda kulak vermediğim yıllarda “Imagine”, “Give peace a chance” gibi şarkılarını bilirdim. Barış savunucusu olarak yer etmişti zihnimde. Cobain sayesinde Lennon hakkında doğru dürüst ilk okumalarım sonrasında da “Nasıl kanıksamışım onu, ne kadar güzel bir insanmış” düşünceleriyle dolmuştum. Gandhi’den, Martin Luther King’den ve dolayısıyla şiddet içermeyen direnişten söz edişi çok değerli gelmişti. Ben onu tanımaya başladığımda ilginç bir şekilde Pearl Jam’den Eddie Vedder “Imagine”ı coverladı. Hatta sonra Chris Cornell de. Ancak onların Obama’ya olan desteği, Global Citizen gibi Ortadoğu’da olan biteni yanlış şekilde aktaran oluşumların içinde oluşu nedeniyle belki, belki biraz Lennon’ın da kimi söyleşilerinden aldığım izlenim nedeniyle düşüncelerime soru işaretleri dolmuştu.  Lennon için “Şimdi yaşasa liberallerden biri mi olurdu?” gibi şeyler düşünürken bulabilmiştim kendimi. Kadınlara karşı şiddette bulunduğunu itiraf ettiğini öğrenmek de belki etkiledi. Ancak şimdi, bu satırları yazarken aslında hayranlığa benzer duygularıma daha yakın olduğumu hissediyorum. Amerika’ya girişinin yasaklanmasına neden olacak şekilde, ısrarlı savaş (Vietnam), ve bir anlamda düzen karşıtlığı ve bunu Yoko Ono ve oğulları Sean ile pijamalarla yatakta ama gazetecilere açık eylemlerle de dile getirmesi çok değerli aslında. Samimiyeti, konuşmaktan kaçınmaması, hatalarını dile getirmekten sakınmaması da belki yaş almasıyla birlikte daha da olgunlaşacaktı ve değerli yansımaları olacaktı. İngiltere’nin Amerika’nın Vietnam’daki varlığını destekler şekilde Nijerya’ya müdahalesi sonrasında almış olduğu önemli bir ödülü ülkesine, kraliçeye iade etmesi de çok değerli. Yaşasaydı belki Ortadoğu İşgali nedeniyle de hem Amerika’ya hem İngiltere’ye karşı ses etmiş olurdu yine.  Belki ondan beklediğimiz tavrı almamasıyla bile önemli bir etkisi olurdu üzerimizde kim bilir. Keşke yaşasaydı ve birlikte solusaydık dünyayı. Bence dünya onunla daha renkli bir yer olurdu.

Bir söyleşisinde Yoko Ono ölürse onu çorba yapıp içmek istediğini okumuştum. Kişisel dünyalar mahrem ve karmaşasından en yakındakiler bile uzak olabiliyor. Ancak Yoko Ono’ya olan sevgisi çok yadsınamaz olduğu için, oğlu Sean’ın bakımını üstlendiği 5 yıl kadar müziğe bile ara verdiği için “All you need is love” şarkısına hep gülümserim ben. Bir de üzülürüm çünkü bir belgeselde doktorun onu hayata döndürülme amacıyla kalbine masaj yaptığını dinledim ve unutamadım. “Imagine” şarkısının sözleri biraz ütopik de olsa çok çarpıcı. Bazen bir yazı yazmak en başta yazarını dönüştürüyor. Bu satırları karalamadan önce rastgele açtığım bazı söyleşilerinde öyle şeyler yakaladım ki yine, Lennon yaşasaydı savaş karşıtlığı konusunda örnek olurdu diye düşünmek istiyorum. Okyanusta kalmış bir insan ne yapar, nasıl kurtulur gibi bir sohbet sırasında en başta gazetecinin söylediği “belki bir mutur kurtarır” sözü sonrasında ona “Öyleyse mutura inan!” sözü mesela en son, en yeni gülümsemem oldu ona. Cımbızla genel konudan koparılınca bile anlamlı geldiği için buraya da böyle aldım. Montreal’daki yatak eylemi videosunu izlerseniz orada geçiyor bu konuşma.

Yoko Ono her sene Lennon’ın öldürülmesini Amerika’da o günden bu yana silahla öldürülen insan sayısını vererek yapar. Ne yazık ki Amerika’nın savaşları da bitmedi, silaha olan iştahı da dinmedi. Zaten tuhaftır bilime olan ilgi de bilimci sayısı da arttı ama dünya sanki daha kötü bir yer hale geldi. Politik duruşu korkunç olan müzisyenlerin bile bazen bir duyguyla ilgili 1 şarkısından etkilenebiliyoruz. İşte müzik duygularla ilgiliyken bilim de ne yazık ki en çok kariyerle mi ilgili hale geldi? Son yıllarda ardarda müzisyen ölümlerinin olması belki 2020’nin virüsünden daha çarpıcı bir “dünyanın sonu mu geldi?” belirtisiydi. Birçok insan hele onu adını hiç duymamış gençler için John Lennon’un mirasının önemi buralarda da yatıyor bence. Müzisyenliğinden politik duruşuna ne büyük miras. Tüm hayat hikâyesine bakılırsa hele, yaşamın pek çok gerçeğinin izi var öyküsünde. Umarım yeni nesiller de onu tanır.

New York silüeti ve John Lennon’un gözlüğü. John Lennon’ın ölümünden beri Amerika’da yaklaşık olarak 1,436,000 kişi silahla öldürülmüştür.

5 yaşından sonra teyzesi tarafından büyütülen ama ona müzik aletlerini alan kişi olan annesinin 44 yaşında sarhoş bir polisin arabası tarafından ezildiğini ve John Lennon’un onun için ismini taşıyan Julia şarkısını yazdığını bilmiyordum. Çok beğendiğim bu şarkının eşlik etmesini isterim bu yazıya, John Lennon’u doğurduğu için şükran duygusuyla..

Bunu paylaş: