Biricik Carla – Bilgen Seven

Biricik Carla,

Dokuz kadın bir adam şahit yazıldık iç boşaltıp doldurmamıza bir harfin orucundayız dört artı bir gündür. Yasaklı harfi kullanmak yasak, şimdi gündüz var onu aydınlatan yasak, ay var aydınlattığı yasak. Sahi oruç olamaz bu durum bildiğin hapislik. Adlarımızı da anmak yasak olduğundan tanımsızız iki gün daha. Sana çıkan aklıma kazılı tüm ana yolların konforunu unutturacak bu hal çok korkuyorum. Rutin tanrımdır bilirsin. Şimdi ara yolları tutacağım sana varmak için ama ürküyorum karşılaşacaklarımdan. Bakma bu lakırdılarıma çoktan biliyorsun kışkırtan bir haz duyuyorum bu yasaktan. Yoksun, yokum ama biz varız. Biz olmaya izin var, şaraba izin var, biraya izin var, dokunmaya izin var, git biraz toprakta yüz tamamlan.

Bak gördün mü bal gibi oluyor, ya da olmuyor, içim sussa biraz rahatlasam şükür namazına duracağım hocaya az kaldı ama duramıyorum, kanım pıhtılaşmıyor. Her ıkınışta kısırlığımı doğuruyorum üstüm başım açık kalıyor çok utanıyorum. Halbuki oruç açma izni çıktı dünkü buluşmada, radyasyonu bol odaya çağırıyorum seni Carla gelir misin benimle? Görmeden, duymadan, hissetmeden zehirleneceğiz birazdan yıllardır senin ve benim birbirimize yaptığımız gibi. Gelip geçen bunca zamanda hangimiz zehir hangimiz panzehir olduk karıştı gerçi, belimiz büküldükçe ben hayatta kaldığıma şükür eder oldum sen de hayatta kaldığına küfür eder oldun. Buradan bakınca aydınlığın değerini bildiren karanlık gibiyiz birbirimize ya da tam tersi.   

Bu halime akıl erdiremeyişini anlıyorum Carla. Hep ana yolları tutarken sana gelirken aklım da tutulmuş gibiydi, hep aynı yol ilaç etkisinde, eskiden atomu parçalayıp bomba diye atıyorlardı ya üzerimize şimdi o bombaları kapsüllere sığdırdılar işte, her gün bir tane alıp hayalet gibi dolaşıyorsun o kadar. Arka yollar böyle değilmiş şimdi anlıyorum, oradan geçmek uçurumların kenarında kedi yürüyüşü yapmak gibiymiş. Şık durur havalı görünür kedilerin yürüyüşü bilirsin, bu yüzden iyi geldi önceleri ta ki başımı çevirip uçurumda esen rüzgarın uğultusuna kulak kabartana kadar. Geçmiş, şimdi ve gelecek rüzgarları uğulduyor arka sokaklarda kenarında yürüdüğümüz uçurumların vadilerinde. Durup biraz derinlere dalınca da görünmeyeni hissedebilme sezgisi doğuyor içine çıkamıyorsun o büyüden.

Hiç radyo alıcısı olmak istedin mi Carla? O senden ve benden daha karmaşık bir icat kabul edelim. Bunun sızısını da içine atmasan beraber ağlasak çabuk dolacak göl yüzüp yüzüp kurulanmak derdine düşüp azıcık unutacağız ama olmuyor içine atıyorsun çok yalnız kalıyorum.

Derdin ne diye tutturdun içinden yine duruşundan anlıyorum, huzursuzsun. Yazın o güzelim adada gece ışıkları kapanınca yanan yıldızların farlarını seyretmiştik hatırlıyor musun? İşte o ışıklar milyonlarca yıl önce yola çıktı yani eski ışık diye dertlenip durmuştum, yalan mı geçmişin ışığı işte o yüzden aydınlatmıyor içimizi tıpkı bir yeri yer edinememek ve sürekli dolaşmak hissimiz gibi, o hissimiz de atalarımızdan geliyor. Nereye gitsem oralıyım. Al bak bunların toplamıysak biz neyiz o zaman? Buna dertleniyorum ben Carla. İsrafil Sur’u üfleyesiye dek dinlenmedeyken, Cebrail işini bitirmiş gitmekteyken bizim niye böyle didişmede olduğumuzu kim açıklayabilir? Gençliğini arayan yaşlılığına bir sor bakalım ne diyecek dinle.

Bak neredeyse kırkım çıktı, mendile sarılı yumurtalar çürüdü, annem lohusalığı bitirdi ben daha yeni doğmuş ablaklığında dolanıyorum deli deli.

Bir harf işte içimi bu kadar kanatıyor Carla, hepsi bir araya gelince de kendime gelemiyorum böyle. Konuşmuyorsun, söylemiyorsun, kapılarını açık tutup bununla övünüyorsun ben girip çıkıyorum. Kapımı açıyorum seninki kapanıyor, seninki açılıyor benimki kapanıyor. Misafir odan dolmuş taşıyor kimse inanmıyor öbür odalarının ıssızlığına yalancı kalıyorum. Onlara tuttuğun ikramlardan canım çekiyor sen vermeyince tabaklarını ben kırıyorum çocuklar yaptı sanıyorsun. Her sabah yüzünde gözünde bulduğun çizikler o kırıklardan Carla. Ben yapıyorum, derin bana kalınlaştı diye sen anlamıyorsun. Yakında birbirimizi fotoğraflarımızdan tanıyacağız yüz yüze bakıyor olsak bile demedi deme.

“E” olmadan daha iyiydik değil mi Carla? Bu cümleme kadar tam iki yüz yedi tane “e” kullandım ve bıçağım kemiğine dayandı nihayetinde. Bak sekiz tane daha eklendi iki yüz yediye. Her kelime biraz daha deşiyor ama bir şey değişmiyor. Ben kuma bakıp bir kum tanesi olduğumu görüyorum sen kumdan yapılan aynaya bakıp bir tane olduğunu görüyorsun. Başını sağdan sola çevirdiğinde bile güzel çeviriyor muyum diye düşünüyorsun bu kadar düşkünsün kendine. Belki Dorian Gray bu çağda sana dönüştü ben de Mavi Sakala kanan küçük kız kardeşe dönüştüm haberimiz yok. Bilsen ki sen benim kabuk bağlamış yaramsın avaz avaz kaçarsın ötelere. Hepimiz birbirimizin kabuk bağlamış yarasıyız. Altında iyileşiyoruz o kabuğun ama kabuk bilmiyor. Altı iyileşmeden kabuğu söküp atınca altındaki yanıyor kabuk değil. Bu yüzden bilmiyorsun seni sökmeye çalışırken çektiğim acıyı.

Tutturduğumuz ritme hayranız ikimizde ama ritmi sabit tutma niyetine çaldığımız davulda hangimizin derisi gerili meçhul. Senin vurduğun tarafta benim, benim vurduğum tarafta da seninki olsa gerek. Ondan çalarken çok acıtıyoruz birbirimizi.

Kış gecesi sisini sabah nehrin üzerinde bulup kaybedişimiz süresince geçti bunca zaman halbuki. O sırada saçlarını örüyordun görmedin ben şahidim.

Az daha dayan Carla birgün kaldı oruç arasının bitmesine, bıçak kemikten çıkacak az kaldı. Sonra ne olacak bilmiyorum, o yasaklanan harf için kıvranırken simurguna uçan kuş gibiydim, bulacağım sanıyordum aradığımı ona varınca ama olmadı, şimdi elimde ne yapacağımı bilemediğim harfler kaldı içinden çıkamıyorum.

Bulmaca gibi, gemilerini karada batırmışlar gibi, vücudum demirden yapılmış elbiseyle sarılmış dans pistine çıkar gibi, tahtadan taklit atlar oyanlarla hesap görür gibi, iki gözüme kana kana şarap içer gibi, içimin soğukluğu cehennemi buz eder gibi imzamı atıp çekiliyorum benden bu kadar.

Carla. 

***

Görsel: Carla Anglada

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi147

Bunu paylaş: