Hayırında Çalıntı Çocuk – Ziza Rumas

Bu nevi hırsızlığın hiçbir teolojik ya da beşeri kanunlarda mısralara dökülmediği gibi yaptırımın yanı başına konulan bir cezaya da tabi tutulmadığı ve tutulamayacağı bir yaz gününün akşamında gördüm siluetini. Bir usta zanaatını, bir sanatçı eserini, bir öğretmen bilgisini ortaya koyarken er ya da geç görebileceği bir somutluğun farkında olunmayan bir uğraş biçimi de değildi gördüğüm. Gözlerde tecessümü, yürekte hissinin dışavurumu bir meyvenin olgunlaşarak dalında tebessüme durduğu bir ilk demdi yer kürede demlenen.

Bir anda yanımdan kaktı ve kendisinden çalınanı, farkına varmadan en güzel suretiyle gösterdi. Kim bilebilirdi ki kendisinden çalınanın annelik olduğunu. Görenler, peşinde dolanıp durduğu varlığın ancak annesi olabilirliğini tartışmaya açmayacak kadar emince oturuyorlardı yerinde. O ise bir yandan civarda hiç kimse yokmuş gibi sadece o küçücük varlığa odaklanmış, bir edimi edindirmek için var gücüyle terliyordu; bir yandan da bütün bir evren onlara bakıyormuşçasına itinayla karşısındaki varlığa çok da özel olmadığını, sıradan bir varlığın varlığınca alışması gerektiğini, hayırın ne olduğunu sözleri ve vücut diliyle öğretmeye çalışıyordu. O küçücük varlık, her “Hayır, yapma!” uyarılarından sonra sadece “Hayır” sözcüğünü duyduğunda hiddetleniyor, yerden yıldırım olup göğe çarpıyordu. Yeryüzü yıldırımını elindeki şekerlerle sakinleştirmeye çalışan diğer varlıkların ödüllerini de parmak uçlarından yaydığı şimşeklerle etrafa atıyordu. Elinden çalınan anneliğinin farkında bile olmadan gökten koparılmış ve toprağa mahkûm anneliğini icra eden melek, çaresizliğine yanıp gökyüzüne kanat çırparak uzaklaşırken; anneliği görüp yaşamış anne yarısı, edindiği şokun etkisinden çıkamadan, o varlığı kucağına alıp ıssız yurduna çekilmek üzere yola koyuldu.

Önceden edindiği bilgi, beceri ve tecrübelerin gördüklerini açıklayamadığı şokunun etkisinde öylece donuk ve suskun haliyle oturan bir aziz, evren erdeminden oltasının boş çıktığına yanadururken, kendisinden de çalınanın farkında bile değildi. Babalığın ne olduğunu bilirlikten sıyrılıp, karşısındaki küçük varlığın ortaya çıkışının nedeni babalığın hüznünü çekti iliklerine.

Başını göğe çevirdi, gözü, uzaklaşıp gökle bütünleşen meleği arasa da seçemedi. Alt edilen azizliğine yanmayı bırakıp bedenen yanmayı dilerken, bir anda iki kanat onu yerden kapıp kimsenin görmezcesine bir atiklikle göğe doğru çekti. Anneliğini görmeden elinden çalınmış melekler; babalığı elinden alınmış azizleri göğe çekip halas eyledi. Yerde çalanların hükmü sürerken, onlar gökyüzünde havanın hafifliğince yerçekiminin etkisinden kurtulmayı başardı.

Anneliği çaldılar, anne lafzını kendisine duyuramayanlardan, babalığı çaldılar baba hitabından mahrumlulardan… Göğe yükselen iki can, onlara ufku gördürttü, umut oldu azizler ve melekler makamı. Saklayabildi hırsızları cihan, paklayabildi mahkûmları sinesinde dem ile devran.

Pazarı, cumartesiyi, cumayı zamandan ziyade görüp kutsal kılan teist görülerin; hayatın doğal kendisini kalıp cenderesinden geçirip, toprağa gömen göreneklerin hiçbir suçu yokmuş gibi etrafta elini kolunu sallayarak dolanmaları dokundu yüreğine.

Ve pazarı zamandan koparanlar, çeksinler geçen altı günün ahını. Eylülde gelmedin, Ekimde gelmedin, kapıma konan Kasımla gel. Ekinler sararıp solduğunda, ömrümün saati dolduğunda, hiçbir mevsim, hiçbir dem adımı anmayacak. Cennet ne ki gülüm, Diyarbekir kavruğunca bekledim seni deyiversinler. Cehennemden ajanslar düşmesin ekranlara, dünyayı verenler bulsun ettiklerini gök kararınca.

***

Görsel: Kutsal Meryem (1513) – Sanzio de Urbino Raphael

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi143

Bunu paylaş: