Yaşam Döngüsü 6: Varoluşçuluk – İsmet Şengül

Bölüm 1

“Hiçbir canlı kendi varlığına delil olamaz “

“Geçmişlerini büyük bir usla yaşayamayanlar, geleceklerini asla şekillendiremezler. Geleceğin anahtarı geçmişin zulasında saklıdır. O zulayı patlatabilirsen geleceğin derelerinde berrak bir su gibi akıp gidersin.”

“Çok şeyleri görmek istiyorsan, tüm dikkatleri kendinden uzaklaştırman gerekir.”

“Dikkatleri kendinden uzaklaştırmasını bilenler açık bir ufka, berrak bir zekâya sahip olurlar.”

“Kendine aşık olmamalı insan. O aşkın merkezine; insanlık, hoşgörü ve sevgiyi koymalı.”

“Sevgi ve hoşgörüyü insanlığın merkezine koyamayan, tüm dikkatini kendinden uzaklaştıramayandır.”

Hayat!

“Bir oyuğa sığınmak, bir ağacın altında gölgelenmek, belirsiz bir yolda, tüm rastlantılarıyla kalabalık bir yalnızlıkta bir başına yapayalnız yürümektir hayat.”

“Geceye inat gündüzü, gündüze inat geceyi, doludizgin yaşamaktır hayat.”

“Ateşe inat suyu, suya inat ateşi terk etmemektir hayat.”

“Doğuma inat ölümü, ölüme inat yaşamı dengede tutmaktır hayat.”

“Dalgalara inat denizi, denize inat dalgaları sevmek gibidir hayat.”

“Aslında güzellikle çirkinlik gibidir hayat, asıl olan hangisini benimseyip seçeceğinizdir .”

Bizler için başlangıcın iki ana öğesi vardır, çirkinlik mi güzellik mi, mazlum olmak mı yoksa zalim olmak mı, iyilik mi, kötülük mü, insanlık mı, hayvanlık mı vs. vs. İki şeye odaklanmalı ve ikisinden birini seçmeli insan, var etmeyi ya a yok etmeyi. Var edilmeyi ya da yok edilmeyi.

Bölüm 2

Zirve!

Öylesine yükselmeli ki, kendi yıldızlarını bile geçebilmeli insan.

Hayatın doruğunda en uç noktasına tırmanarak, yaşamın tüm yükseltilerini ve engebelerini geçerek, en üst noktaya ulaşmak… İşte zirve budur!

Kendini zirveye taşımasını bilenler insanlığın sunağında bir kesimlik olmak yerine kendilerini çokluğun getirdiği güzelliğe katar eylerler.

Bizler ki hayatın derinliğine inersek gerçeği, yükseğine çıkarsak güzelliğini görürüz. Eğer ki var olmuşların varoluşu bir tasarının ürünüyse, o vakit yazgı, kader, şans ve talih yaratılmışlığın mantığına uyum içerisinde olabilir. Böylesine akıl almaz bir tasarı gerçekten var mıdır yok mudur? Ve lakin bir alaşım vardır ve o alaşımın çözünürlüğü. O çözünürlüğün organizmaları, organizmaların atomları. Atomlar ekosistemin işleyişiyle vücuda gelen canlıyı sisteme yükleyerek, devinimini belirli bir mekanizmaya dönüştürmüştür. İşte bu mekanizma vücuda gelecek olan canlıya tetik düşürmüştür. Bu şekildeki tabiat anadaki mevcut bütün canlılar bugünkü şeklini ve işlevsel yapısını almışlardır. İnsanları yaratılmışlık destanının bir tasarımı olarak kabul ettiğimizi var sayarsak, peki ya sekiz milyon yedi yüz bin tür canlıyı bu tasarının neresine koymalı? Kâinatı bir kahve fincanı, dünyayı da içindeki kahve olarak düşünelim. Haydi, buyurun hep birlikte bu kahvenin falına bakalım…

 Olası hiçbir şey kaderi ve yazgıyı meşrulaştıramaz. Tabiat anadaki kusursuz denge işlevini rastlantılara göre uyarlamıştır. Çok çeşitlilik, çok yönlülükle akıp giden bir yaşam süreci ancak rastlantılarla devamlılığını sağlar. Hayatlarımız kuru bir dere gibidir, tabiat ana o derede neyi tarafımıza akıtırsa onunla sürekliliğimizi devam ettiririz. Herkese bir yön düşmüştür, o yönden esen rüzgârlardır ki mesafemizi ve sürekliliğimizi devam ettiren.

Bölüm 3

Toprak gibi alçak gönüllü ol, su gibi aziz, hava gibi özel, ateş gibi ısıtan, güneş gibi ışıtan, deniz kadar engin ol; sevgiyle yaşatan.

Engin ol ki, yükseğine çıkabileceğin göklerin olsun.

Isıt ama yakma, ışıt ama kör bakma.

Aziz ol ki, su gibi akıp gidesin.

Alçak gönüllü ol ki, üzerinde barınılacak yurtların olsun.

Kutsal olan bu sözlere sarıl, sarıl da büyü.

Çalmamalısın, öldürmemelisin, bu sözlerin karşısında el pençe divan durulur boyun bükülürdü, soluklar tutulur saygı hürmet gösterilirdi bir zamanlar. Şimdilerde ise sıradanlaşıp ele ayağa düştü, öldürmek mubah, çalmak ise helal oldu. Gerçekler öylesine katledildi ki, sadece yalanlar üstüne kurulan yeni bir çağ anlayışı zihniyetiyle karşı karşıya kalmış durumdayız.

İnanmak nedir? Neye göre inanmak? İnancın boyutu, inancın işlevselliği nedir? Varoluşçuluğun kare ve köküdür inanmak. İnancın kızgın toprağında çıplak ayakla yol alınmakta. Yandıkça kuraklığa düşer oldu insanlığın dereleri. İnsanlık kurak ve kısır bir döngüyle yalanlara ve yanlışlara sarılmakta!

Geçmişin kör ateşiyle geleceği yakarsan, asla ve asla kendi sınırlarını aşıp geleceğin berrak ufkuna yol alamazsın. Kendine hedefler koyamaz uçurumları geçemezsin.

Kendindeki çözümleme sanatını geliştirebilenler bilgeliğe ilk adımlarını atmış olurlar.

Bilgelik berrak bir su gibidir cehaletin kurak derelerine akan.

Bölüm 4

Velhasıl en güçlü ve en kutsal terimler arasında hırsızlık ve öldürmek kelimeleri yerini almadı mı? Aldı, peki gerçeklerle birlikte tüm güzelliklerde katledilmiş olmadı mı?

 Yıkıp yerle yeksan ediniz geleceği kuşatmakta olan acıya gebe zorbalığı. Gelin birlik olalım. Sığ sularda yüzen bütün kötü arzuları boğmak adına, gelin dirlik olalım.

Onun içindir ki sevgili dostlarım. Yeni bilginler, yeni alim ulema takımı gereklidir. Yeni bir yön tayin edici, yeni bir süreç belirleyici gereklidir. Ve varoluşun destanı yeni baştan yazılmalıdır. Çünkü bakmasını bildiğimizde, gördüğümüz her şeyin çözümlemesini yapabiliriz. Öylesine bir nesil gelip yetiştirilmeli ki, geçmişin gerçek tanıkları, geleceğin yön belirleyicileri olabilsinler. Paranın büyük bir rol kestiği, bezirgân saltanatının yol kestiği bu zamanda bilgelik, mezatta düşecek kadar ucuz ve çaresiz bırakıldı.

Çünkü satın alınabilen her şey değersizdir.

Şeref, haysiyet, karakter, onur yürüdüğünüz yolda kendisi size gelmeli. İrade akla, adımlar mesafelere hükmetmeli. Bu erdeminiz olmalı.

Fil gibi egolarıyla insanlığı harcayan idareciler, yöneticiler her neyi hedef gösterdilerse, kaz kafalı, putperest mantıklı olanlar ölümü çağrıştıran nidalarıyla hep en önde yürümüşlerdir.

İnsanlığa hizmet yolunda mantık yol gösterici olmalı.

Bulunduğunuz yerlerden ayrılınız, yürüyerek çocuklarınızın dünyasına katılınız. Bu dünya mantığı sizlerin yeni amacı ve hedefi olmalı. Yeni baştan keşfedin yaratılmışlığı, yeni bir anlayış ve yeni bir dünya kurun. Bu sizlerin en büyük amacı olmalı.

 Yaşamak, bir çınar gibi zamanın, amansız kırbacına inat yaşamak! Ekini biçip harmana dökerek, sapı samana, başağı buğdaya döndürmek gibidir yaşamak. Kupkuru bir kütüğe can olmak, yanıp da ısınamamak gibidir yaşamak.

Zamana hükmedemeyenler ömürlerinin hesabını nasıl yapabilirler ki? Demiri döven, dövülen demirin gücünün karşısında nasıl olsun ki? Geçmişin kör derelerinde çıkamayanlar, kendi geleceğinin hesabını nasıl yapabilsin ki? Geleceğinin hesabını yapamayanların hoşnut olmadıkları değer yargıları vardır. İşte o değer yargılarını vurup parçalayınız, zamanın kumlarına katıp belirsiz rüzgârlara savurunuz.

İyi olan her zaman iyidir, kötü olanda kötü.

Temiz olan her zaman temizdir, pislik olan her ne kadar arındım dese de insanlığın suyunda gene de pisliktir. Kötülük her zaman ben suyum der yıkayıp temizleyen. Ve lakin su geldiği gözeyi bilir, ama pisliğin bir merkezi yok mesnetsiz dayanaksızdır. Sadece kendini över ve sadece kendisine aşıktır. Ahiret için dünyadan vaz geçmeyi öğretirler hep. Dünyadan vaz geçmeyi öğretenler dünya malına dört elle sımsıkı sarılanlardır.

Kendi akıl ve mantık kavramını kendinde sonlandırıp ya da devam ettirmeli her insan. Bu ahval kendisi ne bir menzil, menziline de bir sınır koymak olurdu. Lakin böylesi yaşamak çok da gerçek amaca ne hizmet olurdu, ne de yarar sağlardı. Oysa ki tabiat ana var ettiğine asla sınırlama getirmez. Vücuda gelmek büyük bir gizemdir, işte biz o gize aşığız. Herkesin az ya da çok ana karnında devinim halindeki şekillenmemizi bildiğini biliyoruz. Asıl olan bunu bilmek değil, işte o oluşumun ilk ana temelinin nasıl, niçin ve ne şekilde atıldığıdır. Varoluşumuzdaki zaman ve mekan kavramını algılayıp bir sonuca varabilmek ya da kör bakmak, biz insanların dahilindedir. İyi bilinmeli ki ne zamana hükmedilebilir ne de menziline bir sınırlama koyulabilir.

Kendini ilim, irfan ve bilgelik zırhıyla kuşatanlar, egolarını terk ederek amaçsız tutkularını unuturlar. Öz budur, aşk olsun o özü insanlığın ırmağında sulayıp gerçeğin toprağında fidana dönüştürene.

Bölüm 5

Dürüstlük!

Aşırı dürüstlük insanı yorar, belleği bunaltır, vicdanı yıpratır, onura yük olur. Toplumun nezdinde dürüstlüğün yeri, koca bir çınarda, bir serçenin yeri ve yürek atımlığı kadardır. İkiyüzlülük ve ihanet ise çınarı kuşatan bütün yapraklardır. Dürüstlüğün aksi seyrine uğraş verenler akıl fukaraları, vicdansızlık yorgunu sapkınlar, ölümü reva gören bağnazlar, karakter yoksunu ruh hastalarıdır. Körü körüne inanıp bağlanmayı bir amaç, uşaklığı ise kendilerine bir lütufmuş gibi görüp alırlar. Bundandır ki beyinleri boş, vicdanları mezbaha, yürekleri cehennem çukuru, vicdanları lağım kuyusu gibidir.

Kâinat güzelliklerle, gizlerle doludur, o güzellikleri tanımlayıp algılamak, o gize vakıf olabilmek, tarafımıza düşen bir keyif alma mekanizmasıdır.

İradesi zayıf olanların rotası da şaşar, doğru yolu asla bulamazlar bu bir tarzdır onlar için. Yanlışların kölesi olmuşlardır. “Neden rotası olmayan bu gemiye bindik, neden bu belirsiz yolculuğa çıktık?” diye asla sorgulamazlar. Kontrolleri başkalarının ellerindedir, başkalarının güdümünde hareket ederler. Bu bir uşaklıktır, bu bir şuursuzluk, bu bir köleliktir.

Kararlılığı olmayan zayıf iradeli insanların direnmek, direnmenin gösterdiği mücadeleye girmek, benimsedikleri bir olgu olmamasıyla birlikte bu onların tarzı da değildir. Sürekli kolaycılığı seçer sunulanı alır emeğe saygı duymazlar. Yeni bir yola girme aşamasına bile getirseler kendilerini, neden bunu yapıyorsun senin haddine mi yürüyemeyeceğin yola girmek, aşamayacağın dağa tırmanmak. İşte onların tarzı budur.

İradesiz insan yoktur, iradesi baskın olan iradesizliği kendine zül görür. Ve kendindeki var olanı güçlendirip özgür iradeyle zamanda yolculuğa çıkar. İçtenlikle, benimseyerek istemek, yaratmaktır. Yaratıcılık akılın ve mantığın çıktısıdır, çocuğudur.

Ova istediniz; işte ova! Dağlar, denizler, çöller istediniz; hepsinden bir yol geçer, önemli olan o yolun mesafesini, menzilini ve varacağı boyutu kestirebilmektir. Sürekli bir beklentinin içerisindesiniz. Hala dizginlenemez bir hırs ve doymak bilmez egolarınızın esirisiniz. Peki ya nedir sizlerdeki bu dünya bezginliği. Unutulmamalı ki yaşantısına mesafe koyanlar dünya halinden bezgin olanlardır.

Ömrünü satılmışlık ve uşaklıkla sürdürenler, yaşamın kıyısında bocalarken, engin denizlere nasıl yelken açabilsinler ki.

Hayatın riskini almadan kendini emin ve güvenli kılamazsın.

Her ne kadar bezgin ve usanmış olduğunuzu görsem de, hala sizi kendi toprak ve dünya yorgunluğunuza aşık görüyorum. Her ne kadar karamış görseniz de ufkunuzu, nedendir bu köhnemişliğin sizlere vadettiği uşaklık ve de uşaklığa duyduğunuz bu vazgeçilmezlik? Yaşadığımız gezegen, tüm canlılar ve bütün güzelliklerle bezetilmiş evren gerçek bir sevgiyi, içtenlikle olan bir hoş görüyü hak etmiyor mu?

Dünyayı kendilerinden bezdirenler, insanlığa gün yüzü göstermeyen yaşama yorgunlarıdır. Sizler ki dermana, şifaya düşmansınız, siz gibilerin derdine derman, yarasına merhem olunmaz. Sizler ki dünyayı hak etmeyecek kadar bencil ve kötülüğün çamuruna belenmişsiniz, bu güzellikler sizlere çok fazla, sizlerse zehirli birer engereklersiniz. Toprağın altında olmanız, toprağın üstünde olmanızdan daha evladır.

Zaten fazlasıyla politik varlıklar olan biz insanların hayatlarını, politik oluşumlar ve siyasi gelişmeler fazlasıyla meşgul edip zorlaştırmaktadır.

Bizler yine de cesur ve bir o kadarda iyi huylu insanları severiz. Cesur ve hoşgörülü olması da yetmez bana göre, sabredip beklemesini de bilmeli. Sesiz olmak da bir erdemdir, cesarettir. Sessizce aktığın gibi gerekirse coşkun akmasını da bilmeli insan sessizlik ve sükûneti zayıflık olarak görenlere karşın. Bu davranışla düşmanlarınıza karşı kendinizi saklamış olursunuz. Asla kendinizden sır vermeyiniz, belirgin olmasın içinizdeki esen fırtına. Çünkü çok düşmanla karşılaşacaksınız, çok hain, çok şarlatanla, sürekli olumsuzluklarla çekiştirilip ve sürekli irdeleneceksiniz. Sahtekâr sokak takımından uzak durarak sakının kendinizi. Onlar ki sürekli olumsuz şeyler konuşur doğruları bile saptırırlar. Onlar ki çıkardıkları yangına su taşır gibi görünür lakin sürekli ateşi körüklerler. O kadar çok ikiyüzlülük ve haksızlıkla karşılaşırsınız ki, sinirlenip öfkelenebilirsiniz. Onlara karşın kullanacağınız en uygun üslup bile size bir silah olarak geri döndürülür. Sizlere karşın kullandıkları en ağır sözleri bile meşru kılıp sizleri dara çekerler. Ayyuka çıkarılır olunmuş her şey çünkü onlarda iyi bilirler ki bu toplum en kolay yalan ve yanlış anlatımlara inanır. Dik dur, cesur ol dik duruşa fırtına, cesarete ordu bile kar etmez. Bezirgân saltanatına boyun eğmek küçük kırıntılardan küçük paylar elde etmek içindir. Küçük kırıntıların uşaklığını yapanlar dürüstlük ve yiğitliğe neşter vuranlardır. Karaktersizliği karakteri olmuşsa bir insanın; gökten İsa’yı indirip, Tur Dağı’ndan Musa’yı getirsen gene kar etmez, gene vazgeçmez tuttuğu yanlış yoldan. Zavallılıkları bile bu kadar zarar ve ziyan ise insanlığa, varlıklı hallerinin hesabını hiç mi hiç yapmak bile istemiyorum.

Bölüm 6

İnsanlığın öz geçmişi büyük bir deneyim ve uzun bir arayıştır. Nerede, ne zaman, nasıl ve niçin başladı? Tarihsel boyutu yaşamın kaçıncı evresinde insani vücuda dönüştü. Adem ve Havva nedir? Adem toprak ve su, Havva ateş ve oksijen bileşenleridirler. Atomlar ise bu bileşenleri vücuda getirip bedendeki ruh görevini üstlenendir. İşte Adem oğlunun hikayesi bu elementlerin ve dört ana kökün bileşenlerinin bir araya gelmesiyle tam da bu noktada başlamıştır. Ve tabiat ana ilk kurguyu böylece hayata geçirmiş oldu. İnsanoğlunun ilk evren yolculuğu diğer mevcut canlılardan çok daha sonra mucizevi bir şekilde başlamış olup konuşan, düşünen, algılayıp analiz eden, hayvanların aksine bütün üstün özellikleri taşıyan üstün bir varlık olarak hayat yolculuğuna ilk adımını atarak bu günümüze kadar sürdüre gelmiştir varlığını. Bana göre insanoğlu doğadaki varoluşçuluğun ölçütüdür.

Yok etmek içgüdüsünü ve kazanma arzularını sürekli ön plana çıkaran, kendimizi kontrol etmekten zorlanan varlıklarız. Ayrıca yok etme içgüdüsünü tetikleyen sürekli kazanmak arzusudur. Kazanımlarını daha da arttırabilmek için her alana saldırarak hareket edilmesi, birçok dengeleri bozarak ekosisteme olumsuz yönde etki edilmesine ve döngüye derinden yara alınmasına sebep olmuştur. Bu durumda insanların mutlak ihtiyaçları yön belirleyici olmuştur. İyi, kötü, güzel, çirkin, eğri, düz, yanlış ve doğrular.

Eğer kendisine çıplak gezmeyi öngörmüş olduğu bir unsur olmuş olsaydı, oluşan toplumlardaki arlanma ve utanma duygusu da olamazdı. Vücuda gelen organlarının bir şeylerle kapatılması gerektiği fikrine varan insan kendi sınırlı imkânlarıyla da olsa bu gereksinimlerini sağlayabilmişlerdir. Ne yazık ki şimdilerde utanma ve arlanma gibi duygular unutulmuş bir o kadarda önemsenmez bir hal almıştır. Artan ihtiyaçlar ve sınırsız istekler, bu doğrultuda doğadaki bütün var olan onlarca materyalin kullanımını kendi arzu ve isteklerine sunmuştur. Kendi yaşantısına aşırı önem verip lüks hayata yönelen insanlık doyumsuzluğun had safhasına geldiğinde tabiat ananın sunmuş olduğu bütün zenginlikleri fazlasıyla kullanmaya başlayarak doymak bilmez hırslarının ve egolarının esiri olurcasına dünyanın çanına ot tıkamaya başlamışlardır. Doymak bilmez iştahları, dünyanın sınırlara, hudutlara bölünmesine, savaşların dizginlenemez bir hal almasına, öldürmenin olmazsa, olamazı olmasına büyük etken olmuştur. Ve koyulan sınırlar yasakları, yasaklarsa iç ve dış çatışmaları getirmiştir. Ve inançsal boyut ihtiyaç gerekliliğini hissettirmeye başlamıştır. İnsanların başıboşluğunu fark eden bazı kurnazlar takımı, bir şeylere olsun inanılması gerektiğini ve bu gerekliliğin ağırlığını daha iyi hissettirebilmesi için belli kurallara dayandırılmasını ve tapınılacak bir şeylerin ortaya sunulmasını gerekli kılmıştır. İnsanların beyinlerinin kendi düzmeceleri olan ana fikirlerini iyice aşılamaları sonucunda kendi elleriyle yaptıkları putlara tapınılmayı vaz geçilmez bir ihtiyaç olarak görmelerine vesile olmuştur.

Eğer ki bir tasarının ürünü olarak var edildiysek, yaratanı anlamak ve varlığını tanımlayabilmek için niye bu kadar güçlük ve zorluklarla mücadele etmek zorunda bırakıldık. Varlığının gerçekliğini kanıtlamak için böylesi bir kaoslar zincirine ve yüzyıllardır o zincire hep halkalar takılmasına neden gerek duyulmuştur? Birlikte yaşanılabilmesi için neden belli başlı bazı inançların dayatılmasına gerek görülmüştür insan yaşamında? Bu dayatılma çeşitli dinlerin ortaya çıkmasına ana etken olmuştur. Ve dinlerin ortaya çıkması gerek ilim irfan sahiplerini, gerekse şarlatan, soytarı, ulema takımını ortaya çıkarmıştır. Kaosların kuşattığı insan yaşamının dizginlenemez bir yıkıma uğraması sonucunda bu yıkımı ve düzeni sağlamak için peygamber sıfatı altında ilerici ve adaletli biri ve birileri hep insanlara hükmederek yol gösterici de olmuşlardır! Bu yol göstericiliğin ilk kuralı tek tanrılık olmuştur. Tek tanrı vardır ama görünmeyen elle tutulamayan, dedik ya biz insanlar gize aşığız bunu fark eden akıl sahipleri bu gizi sunmuşlardır, gözle görünen putlara tapınmaktansa görünmeyen gizemi çözülemeyene inanmak daha cazip daha kolay daha mucizevi gelmiştir. Kâinatı bir haftada yaratan, yarattıklarının kendisine inanmasını sağlamak için neden bu kadar zorlu bir süreci seçti acaba. Bu zorlu süreç belli bir noktaya gelene kadar milyarlarca insanın kanına canına mal olmuştur. Acı çektirilmesi yaratılmışlığa ne gibi bir ahenk, bir güzellik katmış olabiliri ki? Kan deryasında ahu figan içinde feryat edilmesi yaratanın dermana çağrılması çok mu gurur okşayıcı ve bir haz alma sanatına dönüştürülmüştür acaba..?

İzmir

1 Temmuz 2019

***

Görsel: Hz. İsa’nın Gömü Hazırlığı (1507) – Raffaello Sanzio

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi139

Bunu paylaş: