Seçimler – Osman Bahar

Seçimler* 

Geçenlerde bir arkadaşımla konuşurken “Hayatta en üzücü şeylerden birisi  yanlış seçimler” demiştim ki karşılığında “Hayır, yanlış seçimler tecrübedir. Önemli olan ondan ne çıkardığındır. Defalarca yanlış seçim yapıp, üzülüyorsan sen üzülmeyi hak etmiyorsundur çünkü ders almamışsındır” demişti. Belki kendi fikriydi belki bir yerden alıntıydı cevabı ama doğruydu. Daha sonra bunu düşündüğümde, aşk hayatımızda, iş hayatımızda yaptığımız seçimlerin yanlışlığına ve utanmadan yine aynı hataları yapıyor oluşumuza üzüldüm.

Dün akşam bir arkadaşım çat kapı gelip karşımda ağlamaya başladığında şöyle diyordu. “Yıllarımı verdim ben bu ilişkiye. Onun en zor zamanında yanında oldum, acı çektirdi ses etmedim, neyse acısıyı  paylaştık. Bunun üstüne benim zor zamanlarımda, sanki yıllarımı verdiğim insan değilmiş gibi ‘bıktım senin dertlerinden’ diyebildi. Ayrıldık. Bu ayrılığın üstünden 3-5 gün geçti tutup başka birine gidebildi. Peki, hani o tatlı söylenen aşklara ne oldu?”

Haklıydı ama yıllarca yaptığı seçimin yanlış olduğunu fark etmemişti. Belki bir dahaki sefer aynı hataları yine yapacak. Ama artık sorunu başkasına arama lüksü olmayacak.

Ben, bir sürü yerde çalıştım bugüne kadar. Maalesef askere gitmeden önce ayrılırken “Oh, kurtuluyorum buradan” dediğim işe askere geldikten sonra geri dönmek zorunda kaldım. İlk başlarda sorunu “İş bulamıyorum”a bağlıyordum fakat artık yetersizliğimden, başarısızlığımdan dem vuruyorum.

Aslında gelmek istediğim yer bambaşkaydı fakat konu dolandı biraz. Hadi bireysel olarak yanlışlar yapabiliyoruz ama toplum olarak ne kadar yanlış bir yolda olduğumuzun farkında değiliz.

Dünyanın en büyük yazarlarından Paul Auster açıklama yapıyor “Sizin ülkenizde hala gazeteciler tutuklanabiliyor” diye. Bizim oturup “Nerede hata yapıyoruz” diye düşünmek yerine sidik yarıştırıyoruz. “İsrail’e gidiyorsun. Sen iki yüzlüsün” diyoruz.

Evet, hala haksız yere insanları mahkûm edebiliyor, demokrasimizin başarısını anlatıp  gazetecileri  hapse  gönderiyoruz.  Küçük  çocuklara  tecavüz  edenleri “Onların bilinci yerindeydi” diyip serbest bırakabiliyoruz. Ahmet Şık, savunmasında şuna benzer bir cümle kullanmıştı. “Beni altında imza bile olmayan bir kağıt yüzünden mahkum ediyorsunuz, oysa ben size bir sürü kanıt sunuyorum.” İşte aslında adaletin bu ülkede nasıl işlediğine dair bir kanıt.

Önemli olan ülkeye adalet sarayları yapmak değildir. Önemli olan o sarayları adaletle doldurabilmektir. Kaldı ki, saraylarda adalet, tek bir kişinin (padişahın yahut kralın) ağzından çıkacak kelimedir. Bugün maalesef adaleti saraya taşıdık diye seviniyoruz. Ne acı.

Artık yaptığımız seçimleri sorgulama zamanımız gelmiş de geçiyordur. 100 yaşına gelmiş Kenan Evren’i mi yargılayacaksınız? Herkes biliyor ki, öyle olmayacak. Bizim halkımız televizyonda beğenmediği yayınlara ÇOCUKLAR için sansür getirdiğini söyleyen ama aynı çocuklara tecavüz edildiğinde onların aklı yerindeydi, isteyerek yaptılar damgası vuran, çocuğunu başka adamlara para karşılığında satan babalara göz yuman bir adalet istiyor olamaz. Biz ölümle pençeleşen kot taşlama işçilerinin halini görmezden gelen, eski Diyarbakır Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş’ı, dağa çıkmadığı için pişman eden (Radikal’de Yıldırım Türker’in Demirbaş’ın Katili Olmayın yazısını mutlaka okuyun) bir hükümet istiyor olmamalı. Parası için milletvekili olup, vekil olduğu şehre gitmeyen, tek bir konuda bile mecliste söz almayıp, televizyonlarda yorumculuk yapan vekillere hala göz yumuyoruz. Üstelik bu saydığım olaylar çok kısa zaman öncesine kadar yaşanan şeyler. Geçen 9 yılın içinden sadece bir kuple.

Artık sorunu başkalarında aramaya da gerek yoktur. Suçlusu, biziz. Yanlış seçimlerin bizi üzmesine değil, tecrübe olarak beynimize kazınmasına ihtiyacımız vardır.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergisubat2012

Bunu paylaş: