Kadın Olmak – Duygu Yılmaz

Kadın Olmak* 

Anneler gününün kutlandığı bir ayda, böyle bir yazıyı kaleme almak çok da düşündürücü olmadı benim için. Okuyanların duygusallaşmasını değil, aksine biraz daha kendine gelmesini diliyorum sanırım. Her yazı, kişinin biyografisinin bir parçasıdır, bu yazıysa, benim “kadın”lıktan ne anla(yama)dığımdır. Yazıda hem kadınlar, hem erkekler için genelleme yapıldığından, sözüm meclisten dışarı, diyorum ve yazıyı kimsenin kolay kolay üstüne alınmamasını rica ediyorum…Son zamanlarda sadece kadınların üye olduğu bir forumu takip ettiğimden ve etrafımda olup bitenlerden olsa gerek, şu “kadın olmak” meselesine oldukça takılmış bulunmaktayım. Eğer bu insanların hayal gücü yeterince yüksek değilse, duyduklarım ve okuduklarım akıl almaz boyutlara ulaşmış durumda. Evliliğinin ilk aylarında aldatılan ve bunu fark ettiği için eşinden dayak yiyen, çocuğu lösemi olduğunda sadece onunla ilgilendiğinden  eşi tarafından terk edilen, eşinin annesi ve kız kardeşlerinden hayal bile edilemeyecek şekilde ezilen kadınlar tanıyorum. Bununla birlikte hem evde,  hem de iş yerinde kendini parçalarcasına çalışan kadından, kim, hala ne istiyor, anlamıyorum…

Kadınlar üzerinde erkekler tarafından oluşturulan baskı, Türkiye’de hukuki açıdan da güvence altına alınmış durumda. Bir kadın evlendiğinde, sadece evlenmeden önceki soyadını kullanmaya devam edemiyor, illa ki kullanmak istiyorsa, eşinin soyadıyla birlikte kendi soyadını da kullanabiliyor. Yani yıllarca o soyadla okumuş, dirsek çürütmüş, çalışırken saçları dökülmüş, her yeni yaşını ailesinin bin bir emeğiyle yaşamış bir kadın, evlenerek bir anda “soy” değiştiriveriyor ve ismi değişiyor. Daha da ilginç olan şu ki, bir kadın bu “hak”tan, sadece bir defa yararlanabiliyor. Bunu saçma bulan ve sadece kendi soyadını kullanmakta direnen kadın ise, hakkını AİHM’nde aramak zorunda kalıyor.

Çalışma ortamında ise durum daha da kötü. Bekar bir kadın işe alınırken, evlenirken veya çocuk doğurduğunda kullanacağı izinler ve bu  süreçte yaşanacak performans düşüşü önceden tasarlanıp, anlaşma koşulları belirleniyor ve böylece kadın bu işi gerçekten istiyorsa, özel hayatını da işverenin insaf(sızlığ-)ına  teslim  etmiş  oluyor.  Kadınların  bir  çoğu,  emzirme  hakkına sahip olduklarını bilmelerine rağmen, işlerinden olmamak için bu hakkı kullanmamaya göz yumuyorlar.

Aileler, özellikle Türkiye’de, kızları okuyacaksa, öğretmen olmalarını öneriyor. Çünkü öğretmenler okula belirli saatlerde gidiyor, düzenli bir maaşları ve düzenli bir sosyal hayatları oluyor. Aileler bunu söylerken, çocuğun yeteneklerini, ilgi alanlarını ve ilerde nasıl bir hayata sahip olmak istediğini düşünmeden hareket ediyor. Haksız da sayılmazlar; çünkü bizim ülkemizde “yaşamak”, çoğu zaman karnı tok, sırtı pek olmaktan ibaret sayılıyor. Yani Türkiye’de, bir kadın için ideal olan meslek, ne doktorluk, ne mühendislik, ne avukatlık… Çünkü kadının ilk ve en önemli görevi, evine ve eşine karşı sorumluluklarını yerine getirmek ve çocuklarını büyütmek oluyor. Kadın, ideal olmayan meslekleri edindiğinde, asıl görevlerine yeterince zaman ayıramıyor. Birey olmadan, birey yetiştirmenin imkansızlığını ise kimse düşünmüyor.

Bugün, Avrupa’da bile, küçük kasabalar dışında bir kadının geceleri sokağa çıkması tehlikeli. Taciz ve tecavüz sorunu, hala çözülmesi imkansız bir düğüm halinde karşımızda duruyor. Dünya’nın her yerinde seyrek de olsa “başarılı kadınlar” adıyla paneller, seminerler düzenleniyor. Sanki kadının başarılı olması gerçekten sıra dışı bir konuymuşçasına… Türk kurumlarının kadın başkan ya da müdürlerinin olması, herkes tarafından iftiharla karşılanıyor. Hala kız çocuklarımızın okuması için kampanyalar sürüyor.

Bu millet, kadınları aşağılamayı alışkanlık haline getirmiş bir millet olmaktan  bir türlü çıkamıyor. Ezilen kadın, önce çocuklarını, sonra gelinlerini veya damatlarını eziyor ve bu döngü sonsuza kadar devam ediyor.

Kadın her daim güçlü olmak zorunda. Sabah uyanır uyanmaz başlıyor mesaisi aslında, hatta uykusunda bile devam ediyor. Öncelikle hayata kadın olarak tutunmakla başlıyor çabası. Kendisini aileye kabul ettirmeye çalışıyor, istisnai durumlar var elbette; ama biliyoruz ki çok değil. Daha göğüsleri bile çıkmadan eline verilen oyuncak bebek ve plastik çay takımlarıyla, ileride “görev”inin ne olacağı aşılanıyor. Akraba, eş, dost düğünlerinde renk renk gelinlikler giydiriliyor, bir gün gelip evleneceğinin bilincinde olsun diye. Okula gitmek istemezse, çok da sorun olmuyor, evinde oturması çoğu zaman hoş bile karşılanıyor. Dışarının vahşiliği sebebiyle, gezmek için izin alması bir mucize. Hele arkadaşlarında kalabilmesi için, çok büyük bedeller ödemesi gerekiyor. Rüştünü ispatlayıp, karşı cinsle ilk bir araya geldiğinde ise, bu sefer karşı tarafla ilgili zorluklar başlıyor. Buluşma öncesi hazırlıklar saatler sürüyor. Buluşmaya giderken  rahat  ve  huzurlu  olmaktan  ziyade,  güzel  olmak  öncelik kazanıyor.

Kadın kilo almışsa ya da çok zayıflamışsa, erkek hemen fark edip, uyarıyor. Kadın, yüzündeki tüylerin çıkıp çıkmadığını sürekli kontrol etmek zorunda. Hormon problemlerinden tutun da, vakit bulamama gibi detaylar, erkekleri hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Kendileri gibi(!), kadınlar da mükemmel olmak zorunda. Eğer ki karşıdakini ikna edip de evlenirlerse, asıl maraton o zaman başlıyor. Ev hanımları, bir evin eksiksiz işi, en az dışarıdaki işler kadar ağır olmasına  rağmen, çalışmayan hanımlar olarak nitelendiriliyor. Çünkü çocuklar nasıl olsa kendi kendilerine büyüyor, yemekler ve temizlik kendiliğinden oluveriyor. Çalışan kadının ise hali daha beter. Onlar farklı sahalarda, vardiyalı olarak çalışan ve akşamları eşleri genellikle kumanda ve televizyonla bütünleşen hanımlar oluyor. Kadın, her yerde ve her yaşta, bütünüyle kendini ispatlamaya çalışıyor…

Her yaştan kadına şu çağda söylenmesi gereken tek şey var.  Çocuklarınız, eşiniz, anneniz veya babanız elbette sizin için çok önemlidir… Ama ne olursa olsun önce kendiniz için yaşayın. Kendiniz için yaşadığınız sürece mutlu olursunuz ve ancak siz mutlu oldukça etrafınızı, kendi hayatınızı zorlaştırmadan mutlu edersiniz. Evet, kadınlar gelecek nesillerin yaratıcısı; ama tekrar vurgulanmalı ki, birey olmadan, birey yetiştirilmez…

Başta benim annem olmak üzere, tüm kadınların anneler günü kutlu olsun…

*https://issuu.com/azizm/docs/edergimayis2011

Bunu paylaş: