2000’li Yıllarda Türkiye’deki Politik Düşüncenin Sinematografik Sunumu 4: Takva – Onur Keşaplı

2000’li Yıllarda Türkiye’deki Politik Düşüncenin Sinematografik Sunumu (4): Takva* 

Türk sinema tarihinde İslami temelli politikalar yürüten partilerin yükselişlerine paralel olarak dini filmler görülmüş, 50lerde DP’nin muhafazakâr siyaseti sonrası filmlerde motifsel olarak yer almaya başlayan din olgusu, 70lerde MSP’nin iktidar ortağı olmasıyla birlikte Milli Sinema akımı ortaya çıkmış, 90larda ise RP’nin iktidarlığında İslami filmler öne çıkmaya başlamıştır. 2000lerde ise bu siyasetin bir nevi devamı olan AKP, iktidarı tümüyle ele geçirmiş, fakat Türk sinemasında Milli ya da İslami olarak adlandırabilecek filmler neredeyse hiç görülmemiştir. Bu çelişkiyi Burçak Evren şu sözlerle dile getirmiştir:

“…bu tür sinemanın düşüncelerinin kristalize edildiği siyasi parti güç kazandıkça bu sinema güç yitirmiş, iktidara oynadıkça da  sesini alçaltarak derin bir suskunluğa girişmiştir. Görünüşte çelişkili bir tavır olarak gözükmesine karşılık, aslında bu düşüş, sessizliğe bürünüş çok doğaldır. Dün karşı çıktıkları konuların hiçbirinin çözüme uğraması şöyle dursun, aksine çözümsüzlük içine itildiği, gündemden kaldırılıp dondurulduğu bu dönemde, gerek bu düşünceleri savunan siyasi partinin ve gerekse bu partinin düşünce kapsamına giren yönetmenlerin sus pus olmaları   muhalefetteki   özgürlüklerinin   ve   kışkırtıcılıklarının   iktidar olduktan sonra anlaşılmaz eski bir deyimle, idare-i maslahatçılığa dönüşmesinden başka bir şey değildir.”1

Gerçekten de bu dönem çekilen din temalı filmler Milli ve İslami sinema örneklerindeki gibi siyasi birer görev üstlenmek ve egemen politikaya ideolojik eleştiriler    yönelterek    bir    nevi    tebliğ    işlevi    yürütmek    yerine yaşamın parçası/vazgeçilmesi olarak dini hikâyenin arka fonuna eklemeye başlamışlardır.2 Artık toplumsal yaşamda dinin yadsınamaz egemenliği, 2005 yapımı The İmam’da, İmam Hatip Lisesi mezunu ancak modern yaşama ayak uydurmuş bir gencin, gittiği köyde sofuluğu da aşarak çağdaş Türkiye ve dünyayla uzlaşması üzerinden verilirken, 2009 yapımı Büşra’da türbanlı  bir kızın önyargılara karşın batılı değerleri yaşamasının ve bu değerlerin  sahipleriyle yaşadığı uzlaşı üzerinden verilmiştir. Filmlerde ortaya konan uzlaşı 2000lerin Türkiye’sinin çalkantılı politik ortamıyla bağdaşmamakta zira İmam Hatip ve türban sorunları şiddetli tartışmalar eşliğinde çözümsüz halde durmaktadırlar. Özer Kızıltan’ın 2006 yılında çektiği Takva ise, bu bağlamda İslam’ın egemenlik ve iktidar sorunsalına ve bu yapının çekirdek yapısı tarikatlara eğilmekte ve gerçekçi bir öyküyü işlemektedir. Film, kendi halinde, tek başına, mütevazı bir hayat süren, birlikte büyüdüğü halıcı-çuvalcı Ali Beyin yanında çırak olarak çalışan ve namazında niyazında olan Muharrem’in, bağlı olduğu şeyhin kendisini saflığı, imanda kusur etmemesi gibi  özelliklerinden ötürü dergâhın tahsilât işleriyle görevlendirmesi sonucunda iç dünyasında yaşadığı çelişkileri anlatmaktadır. Rüyalarında bir kadınla ilişkiye girmesinin zaten şaşkına çevirdiği Muharrem, tarikatın dünyevi zevklere olan düşkünlüğünü, parayı aşırı önemsemesini ve en sonunda rüyasında gördüğü kadının tesettürlü olmasına rağmen pahalı bir mücevher alıp bir de o kadının kutsal saydığı şeyhinin kızı olduğunu öğrendiğinde tamamıyla çözülür ve akli dengesini kaybeder. Ancak bu halin tarikat çevresince açıklanması Muharrem’in “ermiş” olduğu yönündedir. Film bu şekilde noktalanır.

Sözcük anlamı olarak, dinin yasakladıklarını yapmama, Allah korkusuyla dünyadan el etek çekme kendini ibadete adama olarak özetlenebilecek Takva, filmin senaristi Önder Çakar’ın “Kapitalist bir sistemde Müslüman olmak, Ortaçağ’dan kalma bir felsefeyi uygulamaya çalışmak, olağanüstü zor”3 sözleriyle özetlediği üzere, Muharrem özelinde, bu inancın modern dünyada yaşadığı çelişkiyi ve ikiyüzlülüğü ortaya koymaktadır. Ezanla açılan ve dualar, abdest almalar gibi İslami gereklilikleri olduğu gibi gösteren filmde, şeyhin görüşünün geniş açıyla verilerek bir nevi ufkunun genişliğinin vurgulandığı ve karşısındaki her şeyin olduğundan da küçük görüldüğü sinematografik anlatımında öne çıkan sahneler ise zikir sahneleridir. Bu sahnelerde ayrıntılı çekim ve kurgu teknikleriyle görsele döken yönetmen, zikrin hızıyla aynı oranda tempoyu arttırmakta ve izleyiciyi yavaş yavaş avucunun içine alarak etkisini kuvvetlendirmektedir. İslam’ın ağır ağır yükselişinin özeti olarak  da okunabilecek bu anlatımla zirve yapan film, eleştirel yönlerine karşın muhafazakâr çevrelerce de beğeni toplamıştır. Ömer Turan Takva’yla ilgili şunları söylemektedir:

“Takva her türlü ‘laikçi’ önyargıdan uzak durmayı beceriyor. Sadece ‘laikçi’ önyargılar değil, Takva gerek Türkiye’de gerekse Batı’da İslam’a bakışı belirli ölçüde belirleyen oryantalist önyargılara da prim vermiyor. Bu tür önyargılar İslam’ı akıl/iman, Aydınlanma/gelenek ya da birey/kulluk gibi zıtlıklar çerçevesinde anlamayı önerirken, genel olarak insanın kendi tercihi olan doğrularına uygun bir hayat sürmesinin kapitalist-modern dünyada ne derece mümkün olduğu  sorunsalının üzerine giden Takva ise, dininin gereklerini en iyi şekilde yerine getirmek isteyen bir Müslüman’ın öyküsünü anlatarak, bu tür oryantalist zıtlıkların anlamsızlığını vurguluyor.”4

Bu övgülere karşın film, Türkiye’de İslami örgütlenmeyi olduğu gibi gözler önüne sermekte ve eleştirisini dışarıdan değil içeriden yapmaktadır. “Her fiil Allah için yapılır” sözleriyle Muharrem’i teşvik eden şeyhin bu sözlerinden  sonra Muharrem tahsilât işlerine başlar. Plazalardan, lüks dairelere, gecekondulardan, arsalara kadar onlarca mülkün kiralarını toplayan  Muharrem’in ilk duraklaması ise cami altındaki alışveriş merkezinden aldığı  kira sonrası olur. Alt açıdan verilen bu planda alışveriş merkezinin görüntüsü, arkasında yükselen camiyle birlikte kudretli bir hal almaktadır. İç çamaşırı mağazalarına utana sıkıla giden Muharrem ilk şokunu rakı içtiği fakat kirasını zamanında veren adamın tarikat yönetimi tarafından hoş karşılandığını, buna karşın dini bütün bir hayat sürdükleri halde kirayı ödeyemeyen fakir ailenin kötü karşılandığını gördüğünde yaşar. Hemen ardından “neden bankadan bu işleri halletmiyoruz” sorusuna “banka faiz uygular, günah işler, haram paradır” yanıtını alan Muharrem’in kafası iyice karışır. Kendisine verilen lüks araba,  saat, cep telefonu vb malları ilk başta yadırgayan Muharrem zaman içinde güç sahibi olmaya başladıkça hoşgörüsüzleşmeye ve öfkeli tavırlar sergilemeye başlar. Ali Bey’in yanına alınan Kosova göçmeni çocuğu uzun saçı ve daha da önemlisi Kosova’daki mücadele için topladığı para için azarlar. “Sen orada olanları bilmiyorsun ağabey” diyen genci, “Ben her gece sizin için dua ettim, dua edeceksiniz” sözleriyle azarlar ve gencin ona duayla bu işin olmayacağını çünkü orada dua eden Müslümanları, Allah’ın katliamdan kurtarmadığını söylemesiyle çileden çıkarak şiddet uygular. Sonra özür dileyerek uzun bir konuşma yapar. Aslında bu konuşma Kosovalı gençten öte izleyiciye yapılan bir konuşmadır. Dini yaşamındaki sürecini anlatan ve bir yerden sonra soru sormayı bıraktığını söyleyen Muharrem, “Ben sadece iyi bir insan olmak istedim”  diyerek karakterini özetlemektedir. Muharrem’in şeyhin kızıyla gördüğü cinsel rüyalar da, öncelikle yoğun zikir sahnesi sonrası ve ikinci olarak dergâhtaki  uyku sırasında olmuş, keskin geçişlerle belki de bir anlamda insanın, doğaya, insan doğasına karşı gelemeyeceğini vurgulanmaktadır. Rüyalarını danışmak üzere şeyhin kapısına gittiği sahne Muharrem’in çöküşünü simgeler, zira kamera yavaş yavaş yükselmekte ve volta atan Muharrem, planın sonunda duvar dibine çökmüş bir şekilde görülmektedir. Muharrem’i sona götüren süreç, yaptığı bir hesapta yüksek kazanç sağlamış olmasına Ali Bey’in, “Müslümanlıkta fırsatları değerlendireceksin” sözleriyle olumlu yaklaşmasıyla başlar. “Allah rızası için” para isteyen dilencinin yanından hışımla geçen ve gerçeklikten kopmaya başlayan Muharrem “Üst üste ne çok yalan söyledim, ne çok insan aldattım ve bundan herkes memnun” diyerek tarikatın “ermiş” olarak niteleyeceği akli denge kaybına doğru ilerler.

Film, İslami çevrelerin güçlenmeleri ve iktidara, güce kavuşmaları sırasında inandıkları değerleri yitirmelerini vurgulamakta ve bu açıdan bakıldığında dinin politikaya alet edilmesi ya da iktidara ulaşma amacıyla dinin kullanılmasının yine din açısından doğuracağı sakıncaları gözler önüne sermektedir. Patrick Haenni, koşullara ayak uydurarak dönüşen İslam’ı, “Serbest Pazar İslam’ı müstaz’afların dinsel ifadesi  değildir.  Sosyal  adalet  ve belirli  bir   Müslüman gelenekçiliğine atfedilen kanaatkâr yaşama biçimine değer  verilmesi ideallerinin yerini din aidiyeti, zenginlik ve kozmopolitizmin aldığı bir burjuva dünyasının içine yerleşmiştir serbest piyasa İslam’ı.”5 sözleriyle nitelemektedir. Buradan yola çıkarak Takva’nın, 2000lerin Türkiye’sinde hem siyasal hem toplumsal hem de ekonomik egemenliğe erişen İslam’ın fotoğrafını çeken, bu yeni İslam’ın eleştirisini yapan bir film olduğu söylenebilir.

1.Aktaran, Yalçın Lüleci, Türk Sineması ve Din, Es Yay., İstanbul, 2008, s. 95.

2.Aktaran, Lüleci, a.g.e. s. 136.

3.Aktaran, Emrah Kolukısa, Takva, Empire, Aralık 2006, sayı 1, s. 44.

4.Aktaran, Lüleci, 2008, s. 159.

5.Aktaran, Oğuz Demiralp, Sinemasının Aynasında Türkiye, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları (Birinci Basım), 2009, s. 149-150.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergisubat2011

Bunu paylaş: