Söyleşi: Theo Angelopoulos

Söyleşi: Theo Angelopoulos*

Önce sinemayla ilgilensin veya ilgilenmesin, herkesi bir  heyecan  aldı, “Kitara’ya Yolculuk, Ağlayan Çayır gibi sinema tarihine yazılmış filmlerin dünyaca ünlü Yunan yönetmeni Theo Angelopoulos İzmir’e geliyor!” diye. Yunanistan’da bulunan Ege Üniversitesi’nden Sinema Teorisi ve Görsel-İşitsel Sanatlar alanında görev yapan öğretim üyesi Irini Stathi geldi; onun filmlerini, kullandığı sembolleri, konuları ve tarzını büyük bir ciddiyetle ve saatler boyunca bıkıp usanmadan birkaç gün süreyle Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi konferans salonunda açıkladı. Derken dünyaca üne kavuşmuş olan yönetmenden, Atina, El. Venizelos havaalanından uçağa binecekken bir haber geldi: “Çıkışıma izin vermiyorlar, domuz gribi olmuşum…”

Yakın adalardan, anakara Yunanistan’dan İzmir’e gelip onu görmek isteyen, ona yaptıkları eserleri göstermek isteyen Yunanlılardan tutun da onu sabırsızlıkla bekleyen Türklere kadar herkes şaşkınlık içinde kaldı. Her şey hazırken Theodoros Angelopoulos karantina altına alınmıştı.

 Aradan aylar geçti, grip sendromu ve aşı furyası dünya gündemini uzun süre meşgul etti, bahar geldi, grip bitti derken Angelopoulos da söz verdiği gibi nihayet çıkıp geldi. DEÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Prof. Dr. Özdemir Nutku Sahnesi’nde DEÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Füzün, Angelopoulos’a onursal doktora belgesini takdim etti. Bu güzel karelerin ardından yüksek lisans öğrencilerinin ertesi gün yapılacak Efes ve Meryem Ana gezisine davetli olduğunu öğrendik ve o gün Angelopoulos’u fazla oyalamadan hem Film Tasarımı bölümünün yüksek lisans öğrencileri hem de Azizm Sanat Örgütü’nün üyeleri olarak bir röportaj yapmak için çok keyifli geçen geziye katıldık. Ufacık bir başarıdan dolayı kendini Tanrı gören ünlüler veya ünsüzlere nazaran gerek Efes gezisinde, gerekse yemek ve şarap için gittiğimiz Şirince’de Angelopoulos çiftinin yakın ve içten davranışları uluslararası bir üne ve başarıya sahip  olmanın içinde taşıdığı karakter özellikleri hakkında da biz genç sinemacılara yol gösterdi. Gündelik hayatın getirdikleri ve dostça paylaşımları kendimize saklayıp merak ettiğimiz soruları Angelopoulos’a köpüklü Türk kahvesi eşliğinde kendi dilinde yönelttik. 

Yunanistan şimdilerde oldukça karışıkken, neredeyse haftanın her günü ülkede çoğu kez genel grev varken ve halk, paranın eşit dağılımının olmamasından, işten çıkarılmaktan, Avrupa Birliği’ne girildiği için en ufak bir şey bile üretememekten ve önceki hükümetin borçlarını ödemek zorunda bırakılmaktan muzdaripken Türkiye ve Yunanistan’ın asi çocuğu sinema ve sinemacı bir Yunanlının gözünde Türkiye ve Türkler hakkında yaptığımız röportajı dilerim beğenirsiniz.

 

Herkesin yaşadığı olaylar ve düşünceleri birbirinden farklı ama sizin bakış açınıza göre Yunan halkında oluşan ‘Türk’ imajı bundan seneler önce  nasıldı ve zaman geçtikçe bu imaj değişikliğe uğradı mı?

Theodoros Angelopoulos – Sizin de iyice bildiğiniz gibi tarih bazen bir sürü düşmanlık yaratıyor. Mesela burada Yunanlılar varmış, sonra da Küçük Asya felaketi oldu ve hepimizin bildiği gibi bütün bunlar bir düşmanlık oluşturdu… Yani burada binlerce Yunan varmış ve pek çoğu acı çekmiş veya burada ölmüş ya da buradan giderlerken yolda ölmüş ve kesinlikle Yunanlılar açısından kötü şeyler olmuş. Savaş varken böyle oluyor, fakat buradaki insanlar –Yunanlılar- burada yüzyıllar boyunca yaşıyordu, ama oldu ve bitti. Sonra Anadolu’dan gidenler kaybolan bir ülkenin özlemini içlerinde taşıyarak Yunanistan’a geldiler. Onların sayısı 1,5 milyon gibiydi ve onlar o zamanki nüfusu 5 milyon kadar olan bir ülkeye; Yunanistan’a geldiler. Bu demek oluyor ki, şu andaki Yunanistan nüfusunun büyük bir kısmı onların torunlarıdır. Buna rağmen şu anda, sadece şu andan bahsediyorum, çünkü benim için en önemli olan şey şu an hakkında konuşmamızdır veya geleceğimiz için konuşmamızdır; Türk halkı üzerindeki fikrimiz onların dostumuz olduğu yönündedir ve şahsen ben de öyle düşünüyorum ki, Türkler dostlarımızdır… E, tabii her zaman bir olay oluyor, mesela sonra Kıbrıs meselesi oldu.

Bazen özellikle de politika ile ilgili olaylar oluyor, ama halkın düşüncesinden tamamen farklı olaylar bunlar… Halk aynı fikirde değil, anladınız mı? Ve bana göre her gün rastlanan normal Türk ve Yunan insanlarının arasında fark yok şu anda…

Filmlerinizde göç teması, acılar ve geri dönemeyenler var. Neden Antik Yunan karakterlerini, kuzeyli göçmenleri filmlerinizde sık sık  görüyoruz ama 1922’de Mikra Asya’da yaşanan büyük göç dalgasını filmlerinize koymak istemediniz?

Hmmm… Neden 1922 üzerinde bir film yapmadım… ‘Thiasos’ adlı filmimi yaptıktan sonra (The Travelling Players– 1975), sanırım Türkiye’de izlenmemiş bu film, Yunanistan’da büyük başarı oldu. Biliyorsunuz, cuntanın döneminden çıkıyorduk o zaman. Benimle görüşmek için Türk bir çift geldi İsveç’ten; solcu olduğu için İsveç’e kaçmış ve bana söyledi ki ‘Bay Angelopoulos, yaptığınız filmi İsveç’te izledik…” Ve bana neden Mikra Asya felaketi üzerinde bir film yapmıyorsunuz diye sordu, Dido Sotiriou’nun kitabı üzerine… ‘Evet’ diye cevap vermiştim, ‘Bunu yapmak isterdim, çok ilginç bir konu, ama daha önemli ve daha güncel konularla uğraşmak istiyorum.’ Ve o zaman da en önemli konu Yunanistan’da yer alan olaylardı… Bu nedenle böyle bir film yapmadım. Yani o zamanlarda bizzat yaşadığım tarihi olaylarla ilgilendim, daha önceki tarihle fazla uğraşmadım ben… 1935 yılından sonraki dönem diyebiliriz…

Günümüzde farklı tarzlar, farklı yaklaşımlar denemek isteyen sinemacılarımız var, ancak sinema bir iş olarak oldukça pahalı ve yorucu olduğundan yapımcılar genellikle popüler olan yapımlara şans tanıyorlar. Siz sinemanızı yaparken ne tür engellerle karşılaştınız ve bu yolda hayal kırıklıklarınız oldu mu?

Bakın… Öncelikle ben şanslıydım. İlk filmimi yapmak istediğim zaman bir yapımcı bulmuştum. Çok ucuz bir filmdi, ‘Anaparastasi’ (Reconstruction– 1970) adıyla ve kimse para almadı aslında… Ama o zamanlar gençtik, ideallerimiz vardı ve istediğimiz şeyi yaptık… O film çok başarılı oldu ve ikinci filmimin gelmesine yardım etti. İkinci filmde başka bir yapımcım vardı, o beni buldu… Çok acayip  bir şey, gariptir ben hiçbir zaman yapımcı aramadım… Her zaman onlar bana geliyordu! Nasıl böyle oldu bilmiyorum, belki önemli bir şey yapabileceğime herkes inanıyordu. ‘Thiasos’a kadar böyle oldu, ama tabi bundan sonra işler zorlaştı. Kardeşim bana yardımcı oldu ve iki filmde o yapımcı oldu. Sonra çok ünlü oldum, her yerde, her zaman yapımcı para vb. kolay buluyordum. Kısacası şanslıydım… Hem de çok.

Bir Akdenizli olarak güneşli havalar ve mutlu insanlar yerine filmlerinizde neden mekân (τόπος) olarak ‘Kuzey’i tercih ediyorsunuz ve neden genellikle yağmurlu, kasvetli havaları kullanıyorsunuz?

(Gülümsüyor) İlk olarak havanın insanları mutlu ya da mutsuz kılmasını kabul etmiyorum. Mesela yağmur benim çok hoşuma gidiyor. Aslında su sesini duymak çok hoşuma gidiyor. Az önce burada, hemen aşağıda akan çayın sesini duydum. Hemen dedim kendi kendime, haydi aşağı inip bir göreyim onu… Bütün filmlerimde su var. Nehir, deniz, göl, yağmur var… Tam nedenini bilmiyorum, belki de burcumla ilgili bir şey. Kova burcuyum ben. Bilmiyorum… Su ile bir bağlantım varmış gibi…

Yunanistan, aynı Türkiye gibi askeri darbeyi ve sansürü yaşadı. Ancak Türkiye’de darbe amacına ulaştı ve sorgulamayan, amaçsız yaşayan, sürekli olarak tüketime (para harcamaya) yönelen bireylerin oluşmasına neden oldu. Türkiye’de buna ek olarak darbeciler bırakın yargılanmayı, oldukça rahat bir şekilde yaşıyorlar. Türk sinemasında ise bu tür konular hala sansüre uğratılıyor veya darbeye yönelik güzel bir film yapılamıyor. Yunanistan’a baktığımızda bunun tam tersi bir manzarayla karşılaşıyoruz. Sizce Yunan ulusu bunu nasıl başardı ve bu başarıya ulaşmada Yunan sinemasının bir etkisi var mı?

Siz… Nasıl söyleyeceğim… Devletin söylediklerini daha kolay kabul  ediyorsunuz, ama Yunanlılar böyle değil. Onlar daha kanunsuz bir şekilde yaşıyorlar… Bu yüzden çok kötü şeyler de oluyor, ama bunun iyi bir yönü de var. İyi olan şey, hiç bir zaman eğilmemektir. Kolayca ‘evet’ demiyoruz… Ama söylediğim gibi bu aynı zamanda kötü de bir şey, çünkü bazen disiplin gerekiyor. Aslında Yunanlıların disiplini yok ve bu çok sorun getiriyor; özellikle de siyaset sahnesinde. Özellikle bu dönemde Yunanlıların bu disiplinin gerektiğini anlaması gerekiyor; hem iş hem de ekonomik alanda… Şu anda bulundukları zor  durumdan çıkabilmek için bunu anlamaları gerekiyor.

Yunanistan bir demokrasi ve özgürlükler ülkesi. İnsana verilen değer kadar sanata verilen değer de çok büyük. Yine de röportajlarınıza baktığımda sizin bile iktidarı eleştiren bir film yapmak istediğinizde veya filmleriniz  için bütçe gerektiğinde devletten yardım alamadığınızı ve destek görmediğinizi belirttiğiniz olmuş. Bu durum uluslar arası bir ününüz olsa bile hala devam ediyor mu?

Evet. Bazen bende de zorluklar var, çünkü insanlar tarafından kolay kabul edilen filmler yapmıyorum ben… Kimseyi pohpohlamak istemiyorum; ne hükümetleri, ne siyasetçileri… Tek bir doğruya inanıyorum, istediğim şeyi yapmak  istiyorum… Eğer benim inandığım şey faydalı olabilirse bu elbette en güzeli, ama bazen bunu siyasetçiler kabul etmiyorlar. Sıkça siyaset ve siyasetçilerle ilgili zorluklarım var, ama inandığım şeye devam ediyorum.

Yunanistan’da gençlerin sinemaya bakışı nasıl ve Yunan sineması son yıllarda daha çok hangi türlerde örnek veriyor; komedi, aksiyon, dram…?

Sanırım şu anda Yunan sinemasında yeni bir kuşak var. Özellikle gençleri çok önemli ve ilginç buluyorum. Onların çoğu ilginç filmler çekmeye başladı ve gerçekten de umarım, yarın sinema alanında önemli bir kuşağı oluşturacaklar.

Aynı toprağın, aynı denizin çocukları olsak da birbirimizden oldukça farklı olduğumuz kesin, ama yine de Türkçe’de bir deyim vardır: Üzüm üzüme baka baka kararır. Türk sinemasını nasıl buluyorsunuz, takip ettiğiniz yönetmenler kimler? Sizce hala birbirimizden öğreneceğimiz çok şey var mı ve Türk-Yunan ortak yapımları, ortak senaryolar, filmlerin sayısı artmalı mı?

Türk sinemasından en çok Nuri Bilge Ceylan’ı beğeniyorum ve filmlerini fırsat oldukça izliyorum. Semih Kaplanoğlu’nun Berlin’de Altın Ayı alan filmi, Bal’ı da izlemeyi düşünüyorum. Söylediğiniz şeye kesinlikle katılıyor ve çok inanıyorum; sinema alanında Türk-Yunan arasında işbirliği olabilir. Çok fazla ortak yapım olabilir; fikirlerin alışverişi ve aynı festivallere katılım sağlanması… Sanırım işbirliği yapabiliriz ki bu hem Yunanistan’a hem de Türkiye’ye faydalı olabilir.

Selin Süar

*https://issuu.com/azizm/docs/edergimayis2010

Bunu paylaş: