Bas Bas Bağıran Bedenler – Tuğçe Duysak

Bas Bas Bağıran Bedenler* 

Cinsellik toplumda rahat karşılansın ya da karşılanmasın her daim çekiciliğini ve yaşanılırlığını korumuştur. Aşk denilen patlamanın da kökeninde cinsellik olduğunu (karın ağrıları, kalp atışları vs. hepsi bulduğumuz bedenin bize çekici gelmesiyle alakalı) hesaba katarsak bunun aksi mümkün olmaz.

Ancak bugün, insanın cinselliği yaşaması içinden çıkılmaz bir hal almaktadır. Toplumdaki baskı sonucu kadınlar her ne kadar bu konuda ilgisiz gibi görünse de baskının olmadığı ortamda cinselliği daha açık yaşıyorlar. Elbette bu noktaya gelene kadar birçok evreden geçiyorlar. Neticede baskının hâkim olduğu ataerkil bir toplumda hiçbir kadın ‘biriyle birlikte olmak’ düşüncesini açıkça dile getiremez. İşte bu noktada baskıdan yoksun yaşayan (kimi zaman pisliğe bulaştığı da görülür), yaptıkları elinin kiri olan erkek devreye girer. Atalarının yaptığı gibi avına usulca yaklaşır. İlk deneyimini yaşayacak kuşa tatlı şeyler söyler. Romantizmin hat safhada olduğu bir birleşme sonucunda ise, ondan nasıl kurtulacağına ilişkin haince planlar yapar. Esasında ne avcı suçludur, ne de avı olan kuş masumdur. Onları tek suçları yaşadıkları düzende düşünmeden yol almalarıdır.

Bir şekilde sorun hallolur, kız gider. Artık beyin zarını sıkı sıkı koruyan toplumumuzca o bir ‘kadın’ olmuştur. Biraz aldatıcı, biraz kırıcı ama biraz da özgürce… Ancak yine de anlatamadıkları ile hala toplumun çoğu özelliğini taşımaktadır. Bir yanda bedenin istekleri, bir yanda kafasının içinde dönüp duran “ne derler?” sorularıyla yaşamaya başlar. Taa ki diğer avcıya kadar… Kafasındaki soruları boşaltmanın yolu inandırıldığı saf sevgiden geçer; ancak o zaman sorularla başa çıkabileceğini düşünerek avcıya duygusal bir yön katar. Sevme ve sevişme arasındaki ayrımı yapamadan bırakır onun  kollarına kendisini. O an sorular yoktur; ama sabaha yine sorular ve çekip gitmeler onun olur. Çeker gider, kırılır, bulur sever (sevdiğini sanması muhtemeldir bence), kırılır ve bu böyle devam eder. İnancını yitirene kadar… Neye mi? Kendine, safça inandığı sevgiye ve ona bu doğruyu öğretenlere… Artık bir kadın olarak

Biriyle birlikte olmak istiyorum.” diyebilir. Bunu bilerek karşısındakine farklı roller yüklemeden toplumca kaçamak, kendince özgür ilişkiler yaşar ve birlikte olmak bittiğinde yanında uzanan erkekler de kendisi gibi toplumun doğrularına karışır, ‘dokunulmamış (sözde) temiz kız’ arayışına devam ederler. Dokunulmamış temiz kız hangi yollarla temiz kalmıştır? Bu da ayrı bir çıkmazdır. Bugün en az temizi isteyen kadar kirliyiz hepimiz, sevdiğimiz kadar sevildiğimiz gibi.

Kadın (kuş) ve adam (avcı) kapalı toplumda bedenlerini doyurmuş ama sevgiye aç hale gelmiş durumdadır, en çok da kadın. O, suçu açıklanamayan bir mahkûmdur da ondan. Belki de kadın olabilecek eşleri kaçırır inançsızlığı yüzünden. Kıpırdanmayan ve böyle giderse hiç kıpırdanmayacak kalbine aldırmadan kimseye sarılmamayı kendisine hedef olarak belirler ve devam eder. Aslında bu noktada aşkın ne olduğunu belirlemek önemlidir. Topluma farklı bir şeyi yapıyorsanız, yaptığınız şeyi mantığınıza oturtmak ve mantığınıza oturttuğunuz şeyi de yapmak zorundasınızdır. Aşk aslında cinsel olarak çekimin fazla olduğu ve karşılıklı ortak paylaşımlarla desteklenen bir birliktelikse; inancı kaybedecek hiçbir şey yoktur. Kaybedeceğinizi düşünmekte tam olarak yoksulluktur.

Baskıyı oluşturan güce karşı kendi olabilen kazanır. Sınırların olmadığı yerde baskın olan kadın ya da erkek değildir. Görüyoruz ki her şeyin temelinde, dürtülerimizin bile, biz olabilmek var aziz dostlar. Bu zorlu yolda sanatla kalıp kendinizi var etmeniz umuduyla, keyifli yolculuklar.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergimart2010

Bunu paylaş: