Hollywood’un Dahi Çocuğu Steven Spielberg – Ebru Kurtuluş

Hollywood’un Dahi Çocuğu Steven Spielberg 

 

Yaşam için hayal ediyorum”. Steven Spielberg bu sözleri söylediğinde tanınmış bir yönetmendi ancak O, daha küçük yaşlardan itibaren hayal etmeye başladı ve hala da buna devam ediyor… Kız kardeşleri doğmadan önce içine kapanık bir çocukluk geçiren Spielberg, annesinin izlettiği Pamuk Prenses masalında cücelerden bile korkuyordu. Geceleri ağaçların gölgelerinden korktuğu için anne-babasının yanına gidiyordu. Kız kardeşleri doğduktan sonra bu korkularını yenmek için kız kardeşlerini korkutmaya başladı. Küçük kızlara öyle hikâyeler anlatıyordu ki “Ay” adlı uydurduğu hikâye yüzünden kızlar yıllarca ay fobilerini yenemedi. Henüz buluğ çağına gelmeden 8 mmlik macera filmleri çeken Spielberg filmlerinin gösterimini evde para karşılığı yapıyor, ablası da misafirlere patlamış mısır satıyordu. Kardeşleri onun set ekibi olmuşlardı. Elektrik mühendisi olan babası da dekor olarak kullandığı maketleri yapıyordu. Evde şehir merkezinde patlayan bomba sahnesini çekmek için tüm vişneleri mutfak robotundan geçirip bunları her tarafa püskürttü. Babasının işi dolayısıyla Arizona’ya taşınmak zorunda kaldıklarında annesi çevreyi tanımaları ve alışmaları için onları düzenli olarak pikniğe götürüyordu. Babası orada 8mm’lik Brownie marka kamerasıyla onları çekerken Steven’ın sürekli olarak işine karışması üzerine “madem biliyorsun sen çek” demesi üzerine o günden sonra Spielberg’in elinden kamerası hiç eksik olmadı. Spielberg ilk ödülünü 13 yaşındayken adını Escape to Nowhere koyduğu 40 dakikalık savaş türündeki filmiyle kazandı. Mahalledeki videocudan film kiralayıp kapı kapı bilet satmaya başladı. Buradan kazandıkları parayla annesi ona film ve ışık aldı. İlk konulu filmi Firelight’ı 1963’de çekti. Bilim kurgu tarzında filmin bütçesi 400 dolardı  ve 100 dolar kazandı. Uzaylıların saldırısına uğrayan bir aileyi anlattığı filmde kardeşi Nancy’i kör eden bir ışık demetine iteklemiş ve kardeşi neredeyse kör olacakmış… Okulda notları hiçbir zaman yüksek olmadı, Onun aklı fikri film çekmekteydi. Anne-babası boşandığında lisedeydi. Saratoga’ya taşındıklarında lisede arkadaşlarınca dışlandı, kafasına bozuk para fırlattılar, Ona isimler taktılar ve Yahudi diye alay ettiler. Hayatının en kötü dönemi diye nitelendirdiği lise hayatı bittiğinde 3 kez UCLA-University of Southern California’s School of Cinema-Television bölümüne başvurdu ancak notları düşük olduğu için okula girmeye yeterli görülmedi. Vietnam savaşının yaşandığı dönemde askere alınmamak için California State University’de İngilizce bölümüne kaydoldu. Ancak zamanının büyük bölümünü Universal Stüdyolarında Hitchcock ve Cassavetes’i izleyerek geçiriyordu. Ancak Onun 8 mm’lik filmlerini izlemeye tenezzül eden kimse çıkmıyordu. Sonunda üniversitenin yemekhanesinde çalışarak biriktirdiği paralarla 16mm’lik bir kamera kiraladı. İlk aşk filmi olan 26 dakikalık Amblin’i çekti. (1969) Filmde diyalog yoktu, müzikle anlatım kullanılıyordu. Filmi çok beğenen Chuck Silvers Universal’in patronlarından Sidney Shenbers’e filmi izletince 21 yaşında uzun vadeli kontratını imzaladı ve okulu bıraktı. Spielberg Amblin adını daha sonraki yıllarda kuracağı yapımevine verecekti. Spielberg’in Universal Studios’taki ilk işi Joan Crawford’un  başrolde oynadığı TV dizisi Night Gallery’ydi. 1977’de hayata gözlerini yumana kadar Spielberg’le yakın dost olan Crawford, kendisiyle röportaj  yapmak için Night Gallery’nin setine gelen Detroit Free Press’ten Shirley Eder’e Spielberg için şunları söyledi: “Git onunla röportaj yap, çünkü o tüm zamanların en büyük yönetmeni olacak!” 1971’de çektiği TV filmi Duel (Bela, 1971) biraz uzatılarak sinemalarda da gösterildiğinde olağanüstü bir ilgi uyandırdı. Richard Mathesar’ın bir öyküsünden uyarlanan film bir sabah evinden çıkıp otomobiliyle yola koyulan bir sürücünün (David Mann) otoyolda sürekli olarak büyük bir kamyon tarafından taciz edilmesini konu alır. Sıradan bir kişiye yönelik tehlikenin neyi simgelediği gibi soruları gündeme getiren film 24 yaşındaki bir yönetmenden beklenmeyecek derecede rahat bir anlatıma sahipti. Hitchcock’u çağrıştıran bir gerilim ortamı yaratıyor, buna fantastik öğeler katıyor, filmin sonunda tehlikenin niteliğini açıklamaktan kaçınıyordu. [Rekin Teksoy, Rekin Teksoy’un Sinema Tarihi ( ikinci baskı. İstanbul: Oğlak Yayıncılık ve Reklamcılık Ltd. Şti.,2005), s.782]Bu filmin başarısı Sugarland Express’i getirdi. (1974) Film güçlü bir etki ve geçiş sağladı. Hollywood’un sanat çevrelerindeki durgunluk 1960’lardan sonra değişti. Film yapan yeni nesil Amerikan film sektöründe bu yeni imajı kullandı. (Harry N.Abrams, A World History of Film ,s. 400) Film eleştirmenlerce mükemmel bulundu ve Cannes Film Festivalinde en iyi senaryo ödülünü kazandı. Komedi gibi başlayıp dramatik şekilde sonuçlanan filmde kocasını cezaevinden kaçıran bir kadının (Goldie Hawn) çocuklarını bulmaya Sugarland’a gidişini konu alıyordu.

1975’de macera korku türünde çektiği Jaws, Spielberg’in dünya çapında tanınmasını sağladı. Başlıca rollerini Roy Scheider, Richard Dreyfuss ve Robert Shaw’ın paylaştığı Jaws’ın çekimleri tersliklerle başladı. Köpekbalığı maketi ya batıyor ya da suda ters dönüyordu. Maket üç kez değişti, sonunda Spielberg çareyi ilk perdede köpekbalığını göstermeden gerilim yaratmakta buldu. Büyük beyaz köpekbalığının adada yaşayan insanları korkuya sürüklemesini anlatan filmde, iyiler arasındaki dayanışmayla her türlü tehlikenin üstesinden gelinebileceği vurgulanıyordu. Peter Benchley’in aynı adlı çok satan romanında uyarlanan film film seyirci rekoru kırdı. Filmde müzikleriyle gerilim yaratan John Williams, Spielberg’le neredeyse her filminde çalıştı. En iyi  kurgu, ses, müzik Oscarlarını kazanan Jaws bugün bile hala izleyenlerde köpekbalığı korkusunu ateşliyor ve hala tüm köpekbalıklarına Jaws genellemesi yapılıyor.

Jaws’ın izleyici kitlesini arttırmasından sonra 1977’de Spielberg Close Encounters of The Third Kind’ı çekti. Spielberg’in ilk önemli fantastik filmi yetmişli yılların ortalarının günlük yaşamını belirleyen sıkıntılardan(işsizlik, boşanmalar, güven eksikliği) kaçmaya dönük bir alegori niteliğindeki  olağanüstü başarı kazanmış 3. Türden Yakınlaşmalar’da aile merkezi bir  konuma oturtulur. Filmde uzaylılar mistik ve romantik bir yaklaşımla ele alınır. Bütçesi bir hayli kabarık filmin başrollerinde Richard Dreyfuss, François Truffaut, Bob Balaban, Melinda Dillan, Teri Garr ve Cary Guffey oynuyordu. Bilim kurgu sinemasının önemli örneklerinden olan filmde bir çocuğun, üç çocuk babası bir erkeğin ve bir bilim adamının (François Truffaut) tanık oldukları sıra dışı olayları aktarırken, uzaylıların dünyaya geldikleri sahnede anlatımın doruk noktasına ulaşılır. İnsanın bilinmeyene ilişkin merakını özel efektlerin desteğiyle yer yer gerçeküstü bir anlatımla aktaran filmin günlük gerçeklere bağlı kalmaya da özen gösterdiği görülür. O zamana dek çekilen  bilim  kurgu  filmlerinin  tersine  uzaylıların  kötü  yaratıklar  olmayışı, insanlara dostluk eli uzatmaları ise türün klasikleri arasında yer alan filmin çocukların yanı sıra yetişkinlerden de gördüğü olağanüstü ilginin bir başka nedeni olabilir. [Rekin Teksoy, Rekin Teksoy’un Sinema Tarihi ( ikinci baskı. İstanbul: Oğlak Yayıncılık ve Reklamcılık Ltd. Şti.,2005), s.783]

Indiana Jones artık sadece bir film karakteri değil, sevilen bilgisayar oyunlarına, çizgi romanlara ve bir TV dizisine konu olmuş bir popüler kültür fenomenidir. Spielberg’in Indiana Jones’u hazır cevaplılığı, kılık kıyafeti, yılan korkusu ve kadınlarla çalkantılı ilişkileri ile sinema dünyasının en beğenilen karakterlerinden biri oldu. Indiana Jones ile tanıştığımız Raiders of the Lost Ark’ta kendisini ilk defa tanıyoruz ve Peru’da bir mağarada heykelciği ele geçirmeye çalışırken görüyoruz. Daha sonra Nepal’e gidip yanına önemli bir madalyonu ve eski sevgilisi Marion’u aldıktan sonra Kahire’nin yolunu tutuyor. Filmin devamında On emirin yazılı olduğu tabletleri içeren sandığı almak için Nazilerle çalışan rakibi Fransız Belloq’la olan mücadelesi anlatılıyor. Indiana Jones’u yaratan bu film, 30’lu yıllarda Hollywood’un “seriyal” filmlerinin ve serüven türü çizgi romanlarının o naif ve renkli, aksiyon ve eğlence odaklı havasını yakalıyor. [Kutlukhan Kutlu, “Kamçılı Adamla Bir Gezinti” Total Film dergisi.  2008-5, s:69-73]

kurulacaktır. E.T’nin çocuklar tarafından fark edilip sevilmesi, onların  dünyasına hemen kabul edilmesi Spielberg’in çocukların mantık çerçevesiyle kalıplara sokulmamış hayal dünyaları ile açıklanabilir. Büyükler için E.T var olması beklenmeyen bir yaratıktır, Elliot’un annesi yanında gezindiği halde komik bir şekilde onun farkında olmaz. Gizemli yaratık varlığını kanıtladığında ise bu sefer büyükler ona bilimsel açıdan yaklaşır hatta nerdeyse onu öldüreceklerdir. E.T’nin evine dönmesi için yardım eden, Ona denekmiş gibi davranmayan ve duygusal bağ kuran yine çocuklardır. Spielberg’e çocuk yönetmeni denmesinin bir nedeni de olayları çocukların olmazı olur gözünden aktarması ve gerçekliği koparmadan fantastiği filmlerinde yansıtması neden olarak gösterilebilir.

Spielberg diğer bazı filmlerinde olduğu gibi öyküyü günümüz Amerika’sından çağrışımlar taşıyarak gerçek ve somut bir çerçeveye oturtmaya özen gösterir. Boşanma sorunu, aile ilişkileri, okul çevresi, öğretmen-öğrenci ilişkisi gibi olgulara getirdiği yaklaşım ilgi çekicidir. E.T 1980’li yılların en etkili ve çığır açan filmlerinden olmuştur. [Atilla Dorsay, 100 Yılın Filmi (İstanbul Remiz Kitabevi., 1996.), s.337-340] E.T üslup ve başvurulan sinemasal görenekler de romantiktir. Elliot’un bahçede E.T ile karşılaşma sahnesi Rockwell Norman tablolarını andıran tatlı bir kırmızıya boyayan bir filtre yardımıyla çekilmiştir. Ayrıca Peter Pan’dan Pinokyo’ya kadar Hollywood’un çocuk filmlerinin geleneği filmin başından sonuna kadar etkisini sürdürür. Carlo Rombaldi’nin vaktiyle kadın portresinden esinlenerek yaptığı E.T’nin robotunun elli hareket yapabilme kabiliyeti vardı. E.T, Spielberg’in gözlerini Einstein’den aldığını söylediği olağanüstü insancıl gözleriyle fantastik sinemanın en güzel örneklerinden biridir.

Indiana Jones serisinin 2. filmi olan Indiana Jones and the Temple of Doom 1984 de çekildi. Serinin en karanlık ve korkutucu filmi olan Kutsal Hazine Avcılarından sonra değil önce geçiyor. Indiana Jones henüz Nepal’e gidip Marian’la karşılaşmış değil. Hindistan bir köyde yerliler için kutsal olan sihirli bir taş kaybolmuştur ve onun yokluğunun köye lanet getireceği inancı vardır. Indiana Jones köylülere yardım etmek için yanındaki gece kulübü şarkıcısı ve 12 yaşındaki ufak bir Çinli çocukla birlikte taşı aramaya başlar. Çizgi roman havasındaki filmde üç kahramanın şişme botla uçaktan atlayıp karlı dağlardan nehre düştükleri sahne ve Indy’in uçurumdan sallanan asma köprü üstündeki sahnesi filme adrenalin yüklüyor.

1985 yılında Alica Warker’ın çoksatan romanından uyarlanan drama filmi The Color Purple’da Danny Glover, Whoopi Goldberg, Margaret Avery, Oprah Winfrey başrolleri paylaştı. Filmin müziği Quincy Jones’a aittir. Siyahî bir kız olan  Celie önce babası tarafından hamile bırakılır ve sonra evlenmek üzere bir adama satılır. Kocasından şiddet görür ve teselli olarak kardeşi Nette’ye mektuplar yazar. Ancak babası bu mektupların sahibine ulaşmasını engellemektedir. Celie güçlü bir kadın olan Sofia ile tanışacak ve fikirleri değişmeye başlayacaktır. Mor Yıllar ile Whoopi Goldenberg, Celie Johson rolü ile drama dalında en iyi kadın oyuncu Altın Küre ödülünü kazanmıştır.

1991 yapımı Hook(Kanca)’de Spielberg Dustin Hoffman, Robin Williams, Julia Roberts gibi oyuncularla çalıştı. Müziklerini yine John Williams’ın yaptığı film tam Spielberg’e göreydi. Peter Pan büyümek istemeyen bir çocuk, Spielberg’te asla büyümeyecek bir yönetmen. İskoçyalı yazar J.Barrie’nin karakteri Peter Pan büyüseydi ne olurdu sorusu filmde  karşılığını  arıyordu. Peter Bonning’in yeniden Peter Pan olma yolunda her şeyi tekrar anımsayacak ve Kaptan Hook’a karşı yeniden savaşacaktır. Hook eski ve klasik bir masala yeni ve çağdaş bir yorum getirmeyi deneyen ilginç çıkış noktalarına sahip bir film.[Atilla Dorsay, Hayatımızı Değiştiren Filmler. (İstanbul:Remzi Kitabevi, 1998),s.142]  Ancak  Hook  eleştirmenlerce  başarısız  bulunmuş,  gişede  çökmüş    ve Spielberg’in Peter Pan’in dünyasına fazlaca yakınlaşamadığı eleştirilerine maruz kalmıştır.

1993’te gişede önemli bir başarı yakalayan ancak eleştirmenlerce çok da parlak bulunmayan Jurassic Park ile Spielberg tarih kitaplarının tozlu sayfalarında yer alan dinozorları perdede canlandırıyordu. Michael Crichton’ın romanından uyarlanan fantastik bir hayvanat bahçesi için bilim adamlarının yüz yıllar önce yaşamış olan dinozorları yeniden üretmeyi başarmalarını konu edindi.[Rekin Teksoy, Rekin Teksoy’un Sinema Tarihi ( ikinci baskı. İstanbul: Oğlak Yayıncılık ve Reklamcılık Ltd. Şti.,2005), s.784] Çarpıcı efektleri ile 1994’de en iyi ses, görsel efekt Oscar’ını alan filmle herkesin yapamadığını yapan Spielberg fantastik sinemada sınırları olmadığını bir kez daha göstermiş oldu.

Spielberg’in en iyi filmlerinden biri olarak nitelendirilen 1993  yapımı  Schindler’in Listesi, Thomas Keneally’in Schindler’s Ark adlı romanından uyarlanan film, tüm zamanların en iyi film listesinde en üst sıralarda bulunmakta ve Amerikan Film Enstitüsü’nün güncel listesinde 9. sırada yer  almaktadır. Liam Neeson, Ben Kingsley, Ralph Fiennes’in başrollerinde oynadığı Schindler’in Listesi’nde 2.Dünya savaşında Nazilerin Yahudilere uyguladığı soykırımdan yola çıkan filmde Oscar Schindler’in iş kurmak amacıyla Almanya’ya gelmesi ve Itzhak Stern adlı bir Yahudi’den emaye fabrikasında  Ona yardımcı olmasını istemesiyle başlar. Schindler’in fabrikasında Yahudiler çalışmakta ve işçi olanlar kamplara götürülmemektedir. Kısa zamanda Schindler’in fabrikası Yahudiler için kurtuluş kapısı olur. Oscar Schindler’in önce bilinçli olarak Yahudileri kurtarmayı  amaçlamasa  da daha sonra işçileri için para ödeyerek Onların gaz odalarına gönderilmesine engel olmuştur. Nazi üyesi olan işadamı Oskar Schindler rüşvet ve ikna kabiliyetiyle işçilerini kurtarmaya çalışır ancak savaş bittiğinde kazanç sağlayamayan göstermelik fabrika iflas edecek ve bu sefer Oscar Schindler tehlikeye düşecektir. Kurtardığı 1400’e aşkın Yahudi onun yaptıklarını yazan bir mektup vererek suçlanmasını engellemeye çalışır. Filmin en güzel sahnelerinde biri de Yahudilerin  işçilerinden birinin altın dişini kullanarak Ona yaptıkları yüzüğü hediye etmeleridir. Siyah-beyaz çekilen filmde tek renkli şey kırmızı paltosuyla koşan bir küçük kızdır. Polonyalı görüntü yönetmeni Januzs Kominski’nin puslu, az ışıklı siyah beyaz görüntüleri filmde çarpıcı sahneler oluşturmuş, filmin renkli olarak çekilen sonu klasik Hollywood filmlerini anımsatsa da, ele aldığı kişiyi bir kahraman düzeyine yüceltmemesi ve belgesel izlenimi de veren anlatımın  yer yer trajediye dönüşmesi ile erdemleri kusurlarına ağır basan bir çalışmadır. Film aralarında en iyi film, en iyi yönetmen Oscar olmak üzere 7 dalda Oscar kazandı.

1997 de çektiği The Lost World: Jurassic Park ile Spielberg devam filmini çekti. 1997 de Disney Animasyonun sahibi Jennefy Katzenberg ve David Gaffen ile kurduğu Dreamwork’te ilk olarak Amistad’ı çekti. Amistad, Amerikan İç Savaşına yol açacak olan gerginliği işleyen bir filmdir. Antony Hopkins, Morgan Freeman’in başrollerini paylaştığı filmin müziklerini yine John Williams yaptı.

  1. Dünya savaşı sırasında Normandiya çıkarmasını anlatan 1998 yapımı Er Ryan’ı Kurtarmak (Saving Private Ryan) savaşın dehşetini göstermesi ve kahramanların iç dünyasını yansıtması bakımından çok başarılı bir film oldu. Tom Hanks, Edward Buns, Tom Sizemore, Matt Damon, Barry  Pepper   gibi isimlerin oynadığı film, gerçekçi sahneleri ile yapılmış en iyi savaş filmlerinden biri olarak görülmektedir. Görüntü yönetmeni Janusz Kominski ile çalışmaya başladıktan sonra resimlerinin tadı değişmeye başlayan Spielberg özellikle filmin başındaki upuzun Omaha kumsalı çıkarması sekansında belgesel kokan  bir sinema yapıyor. Babası bu savaşta Burma’da görev yapmış ve Spielberg bu sayede savaşta yaşananları çocukluğundan itibaren duymuştu. Filmdeki her şey sahicilik üzerine inşa edilmiş. Ana hedefi seyirciye özelde Normandiya çıkarmasında, geneldeyse savaşta bulunmanın nasıl bir şey olduğunu hakkıyla gösterebilmek. Savaşta kardeşleri ölen Er Ryan’ı sağ salim evine yollamak için arayan Yüzbaşı John Miller ve adamları kendi deyimleriyle halkla ilişkiler görevi için yollara düşer. James Ryan’ın annesinin üç evladının da ölüm  haberini aynı gün alacak olması üzerine 4. evladını kurtarmaya karar veriliyor ancak bu bir kişinin hayatı için sekiz kişinin hayatının tehlikeye atılması anlamına geliyor.

Filmin açılış ve kapanış sahnelerinde Amerikan bayrağı görülüyor. Bu milliyetçilik gösterisi olduğu kadar vatansever bir bakış açısına da sahip. Bunun göstergesi rengi solmuş Amerikan bayrağı değil, Spielberg’in resmettiği dehşeti yaşamış olanlara duyulan şükran duygusu. Er Ryan’ı kurtarmak savaştan ziyade askerler üzerine bir öykü. Spielberg bu yüzden öyküsüne politik bir pencereden değil, daha çok alışık olduğu insani pencereden bakıyor. Savaşın doğruları ve yanlışları üzerine yorum yapmaktan ziyade bir deneyimin paylaşılmasını amaçlayan bir film çıkıyor ortaya. Filmde Yüzbaşı John Miller’in(Tom Hanks) nereli olduğunu, savaştan önce ne iş yaptığını kimse bilmiyor, hatta bu bahis konusu oluyor. Ancak Miller sadece gerekeni yapan bir görevli ve savaştan önce öğretmenlik  yapan  temelde iyi  kalpli, nazik biri. “Öldürdüğüm her  insan beni evden daha da uzaklaştırıyormuş gibi geliyor” derken kendi karakterinden çok savaşın niteliği üzerine bir şeyler söylüyor. [Kutlukhan Kutlu, Günümüz Klasikleri 1 (Sinema Merkez yayınları, 2008), s.107] Spielberg’e 2. kez en iyi yönetmen Oscar’ını ve görüntü yönetmeni Kaminski’ye Oscar getirmiştir film.

tasarlamaktaki başarısıyla da dikkat çekti. 2002 yılında bilim kurgudan sonra komediye yönelen Spielberg, Leonardo DiCaprio ve Tom Hanks’in oynadığı Catch Me if You Can(Sıkıysa yakala) çekti. 2004 yılında Terminal’le politik komedi türünde film çeken Spielberg yine başrolde Tom Hanks’i oynattı. Terminal’in konusu gerçek bir olaya dayanıyor. Merhon Karimi Nasseri hayatının son 16 yılını, 1988’den beri sıcak bir ağustos gün geldiği Paris’in Charles Gaulle havaalanında geçiren bir İranlı. 1988’de yasa dışı yollarla geldiği Belçika’da tutuklanıp 4 ay hapis cezası aldı. İran’a sınır dışı edilmek üzere getirildiği havaalanında kendini vatansız olarak ilan edilerek ülkesine dönmedi. Havaalanında terminalde yaşayan Nasseri’nin öyküsüne 300.000 dolar ödeyerek çeken Spielberg’in Terminal’i 2005’de Art Director Guild (Sanat Yönetmenleri Derneği) yapım tasarımında mükemmellik ödülü ve BMI Film& TV Awards’da en iyi film müziği ödülü (John Williams) aldı.

2005 yılında H.G Wells’in aynı adlı romanından uyarlanarak çekilen Dünyalar Savaşı(War of the Worlds) gerilim bilim kurgu tarzında. Roman daha önce de uyarlanmıştı ve Spielberg dört film uyarlamasından birini yapmıştır. Tekrar Tom Cruise’la çalışan yönetmen Dakota Fanning, Miranda Otto, Justin Chatwin, Tim Robbins’le çalışmış görüntü yönetmenliğini Janusz Kaminski ve filmin müziklerini yine Jonh Williams yapmış. Filmde Spielberg canavarlarını Amerika’nın bağrındaki küçük bir kasabaya yerleştiriyor ve olaylara aile perspektifinden bakıyor. Steven Spielberg’in 2005 yılında yönetmenliğini yaptığı en iyi film akademi ödülü dâhil 5 dala da Oscar adayı olan Munich(Münih)’in başrollerinde Eric Bana, Daniel Craig, Geoffrey Rush rol alıyor. 1972 Münih Olimpiyatlarında Filistinli eylemciler tarafından öldürülen İsrailli atletlerin intikamını almaya çalışan bir Steven Spielberg çocukluğunun sinemasından çok etkilenmiş bir yönetmen. Daha küçük bir çocukken yönetmen olacağı belli ediyordu. Sinemaya olan büyülü bakışını hep korudu. Filmlerinde çocuklara hep yer verdi, onların gözünden dünyayı göstermeye çalıştı. Zaman zaman ona çocuk filmlerinin yönetmeni dense de Schindler’s List gibi ciddi filmlerde yaptı. Onu yok sayan akademinin gözüne girmeyi The Color Purple, Amistad, Schindler’s List gibi ciddi filmlerle sağladı. Akademi Schindler’s List ile ona ödül vermeme kuralını yıktı. Kimilerine göre O hala güvensiz bir Yahudi. Ancak sinema deyince akla ilk gelen isimlerden biri de O şüphesiz. Spielberg’in dünyası ikiliklerden oluşan bir dünyadır. Aynı karşıtlıkları tekrar tekrar belirler ve idealize edilmiş aile yaşamını gösterir. Bu karşıtlıklar kümesi adeta tarihin bu noktasında Amerikan kültürünün giderek daha belirleyici bir özelliği halini alan bölünmeyi, muhafazakâr kinikliğin kamusal dünyası ile liberal idealleştirmesinin özel dünyası arasında oluşan çatlağı şifreler.

Çizgi romanlara, çocuk edebiyatına, masal dünyasına merakı, sinemayı bir düşler üretme makinesi olarak kullanması, çocukluğunun hayallerini anılarını perdede yeniden canlandırması, filmlerindeki duyguların baştan aşağıya sinemayla bezenmiş duygular olması Onu başarıya götüren sebepler olarak sıralanabilir. Jurassic Park, Hook gibi filmleri kitlesel beklentilere ve yönetmenin sinemanın ticari kalıplarına teslim olması ile eleştirildi. Genel kanı Spielberg’in çok yetenekli bir sinemacı olduğu, sinemanın tekniğine ve her türlü anlatımsal aracına son derece hâkim olduğu ama filmlerinin “yetişkin işi” hatta ciddi olmadığı yönüneydi. Spielberg de bu genel kanıdan epey etkilenmiş gibi görünüyordu. The Color Purple ve Empire of The Sun gibi ciddi filmler yapma girişimlerinin sonunda 90’larda Schindler’s List ile Oscar aldı. Sinemasının özelliklerini saydığımızda Spielberg’in filmlerinin müziklerini genelde John Williams yapar. Onu sinemasında oyuncu kameraya doğru dik dik baktığında muhakkak bir şey kameranın önünden geçer.

Güneşi ve ay görüntülerini kullanmayı sever. (E.T, Hook, Catch Me if You Can gibi…) Spielberg’in canavarları bilimsel özelliklere çok da uygun değildir. (Devasa köpekbalığı Jaws gibi) Onun uzaylıları dosttur, iyi niyetlidir. Kötülüğü daha çok bu dünyada arar ve gösterir. Çocuk filmleri yönetmeni olarak adlandırılsa da sinemasında daha çok doğaüstü öğeler dikkat çekicidir.

Filmlerinde sıradan insanların kendilerini sıra dışı durumların içinde bulduğu kavram ağırlık kazanmaktadır. Bilim kurguya olan düşkünlüğü babasından gelmektedir. Aile bağları üzerinde sıklıkla durmuş, merak ve inanç duygusu gelişmiş bir durum sergilemiştir. Çocuk ve ebeveyn ilişkileri ekseninde gelişen konular üzerine gitmiştir.

Bir film çekmeden dört film izlerim diyen Spielberg bu listeyi: Seven Samurai, Lawrence of Arabia, It’s a Wonderful Life ve The Searchers olarak açıklıyor. Ana babası ayrı çocuklar, ilgisiz babalar, aile sorunları yanında 2. Dünya Savaşı başta olmak üzere savaşı, terörizm, ırkçılık gibi konularla da ilgilendi. Tom Hanks, Harrison Ford, Richard Dreyfuss gibi oyuncularla sıklıkla çalışan Spielberg’in  ilk izlediği film Cecil B. De Mille’nin The Greatest Show on Earth’dür. Filmden çok etkilenen Spielberg’in ilk kurgusunu oyuncak trenlerini çarpıştırması ile denediği söylenir. Filmlerinde bolca görsel ve işitsel efektlerle güçlendirilmiş geniş bir hayal gücü anlatımına sahiptir. Efektleri kendi alanında çığır açmış ve hayal ürünü nesneleri gerçeğe yakın mükemmellikte canlandırarak tüm dünyayı hayretler içinde bırakmıştır. Sinema tarihinin ilk blockbuster’ı olan Jaws’da sarışın kızın bacağının koptuğu sahne, E.T’nin bisiklet selesinde gökyüzüne yükselişi, Indiana Jones’un tatlı niyetine maymun beyni yemesi, Schindler’s List’de Liam Neeson’un ağlayarak “yaka iğnemi de satsaydım 2 Yahudi daha kurtarabilirdim” dediği sahne Onun sinemasının unutulmazlarındandır.

Fransız yönetmen Jean Luc Godard bir filminin galasına katılan Steven Spielberg’e “Sinemayı ne hale getirdin? Onu sanat olmaktan çıkardın, sırf para yaptın” diye eleştirmiştir. Spielberg’in bu eleştirilere genel olarak maruz kaldığı söylenebilir. Ancak O yine de bildiğini yapmaya devam ediyor. Spielberg’e göre insan dönemini o dönemde yaşadıkça tanımlar. Belirgin bir doğru ya da yanlış yoktur. Zamanda kendisini biz zamanda yol aldıkça tanımlar. Kendi deyimine göre artık neyin doğru neyin yanlış olduğuna ilişkin kararları kendi almayı, iyi ya da  kötü  zamanlarında  ahkâm  kesen  kişilere  kulak  vermemeyi      öğrenmiştir.

1980’de “Blues Brother” da Comeo rolü ile beyazperdede oyuncu olarak görülen  Spielberg aynı zamanda Michael Jackson’un “Liberian Girl” adlı videosunu da yönetti ve hatta Cyndi Lauper’in Goonies Good Enough adlı klipine vokal yaptı.

Spielberg’in Schindler’s List’ten bu yana kendi için özel anlam taşıyan konuları çekeceğini açıkladı. Projelerinden biri de Filistinli ve İsrailli çocuklara  250 video kamerayla oynatıcı dağıtmak. Her gün ne yiyip ne içtikleri, hangi oyunları oynadıkları gibi günlük yaşam detaylarını kameraya çekmelerini ve sonra birbirlerine vermelerini istiyor. Böylece İsrail ve Filistin çocuklarının aralarındaki farkın ne kadar az olduğunu görmelerini istiyor.

Çin Hükümetinin Sudan’ın Darfur bölgesindeki krizi sona erdirmek için yeterli önlem almamasına tepki olarak Pekin Olimpiyatlarının sanat yönetmenliğinden ayrılan Spielberg, ticaret ve estetiği basitlikle bir araya getirerek sinema sektöründe devinim yapmıştır. İngiliz sinema dergisi Total Film’in en iyi yönetmenler listesinde Alfred Hitchock ve Martin Scorsese’den sonra 3. sırada Spielberg’in adı yer alıyor. Listede Cappola ve Kubrick gibi yönetmenlerin önüne geçen Spielberg dünyanın en iyi yönetmenlerinden biri olarak  gösteriliyor.

 

Bunu paylaş: