Kuzgun dilli insanların topraklarında dans – Özgür Keşaplı Didrickson

Kuzgun dilli insanların topraklarında dans* 

Görkemli ağaçların koyu yeşile bürüdüğü dağların hemen her yerde okyanusla buluştuğu Güneydoğu Alaska’dayım. Amerika’nın Kuzeybatı Pasifik sahilinde, Alaska’nın başkenti Juneau’da. Kendilerine kısaca “insanlar –Tlingit” diyen Tlingit yerlilerinin tarih öncesinden beri vatanları saydıkları verimli topraklarda. Tlingit, Haida ve Tsimshian yerlilerinin iki yılda bir yapılan kutlamalarını izleyeceğim. İlk kez. Heyecanım büyük. Üç gün sürecek kutlamalar sırasında “Kuzeybatı Sahili” olarak anılan bu çok etkileyici kültüre ve bu kültürün izlerini taşıyan sanata doyacağımı biliyorum.

Kutlamaları ilk kez izleyecek olan benim kadar heyecanlı birisi daha var. Belki de çok uzaklardan, Türkiye’den geldiğim için. “Kuzgun’la evli olduğun için Kartal olmalı üzerinde” diyor, “ ya da Aşk kuşları”. Seksen yaşını aşkın Kuzgun anneanne Lillian Patterson, kutlamalardan önce bana Kartal desenli bir giysi ya da takı bulmakta kararlı. Öyle ya, eşimin ait olduğu Tlingit kabilesinde herkes  ya Kuzgun ya da Kartal. Evlilikler de bu iki ana klan arasında yapılıyor.

Kuzgun ve Kartal. Tlingit kabilesinin 2 ana klanı. Kuzgun ve Kartal. Tlingit topraklarında en çok görülen, varlığını en çok hissettiren, fark edilmesi kaçınılmaz 2 kuş. Bembeyaz başı ve kuyruğu ile koyu yeşil ormanın üzerinde süzülürken çığlığa benzer ötüşü ile hakimiyetini duyuran Kel Kartal. Parlak siyah tüyleri, meraktan beslenen zekası ve olağanüstü vokal yeteneği ile kara, kapkara Kuzgun. Güç simgesi olarak çoğu kez karşımıza Kartal figürü çıksa da bu 2 kuş arasında Alaska yerlileri için en önemli olanı Kuzgun. Alaska yerlilerinin birçok yaratılış öyküsünde Kuzgun yaratıcı olarak karşımıza çıkıyor. İnsanları, nehirleri, güneşi, ayı ve yıldızları yaratan hep o. Ancak bu öykülerden de anlaşıldığı gibi Kuzgun diğer yaratıcılardan çok farklı özelliklerle anılıyor. Hilebaz, yalancı, nüktedan. Yarattığı pek çok şeyi insanları ya da diğer yaratıkları oyunlarla, zekasıyla kandırarak yaratıyor. Belki de Kuzgun taşıdığı tüm bu özelliklerle insana daha yakın olduğu için yerliler için Kartal’dan daha önemli olmuş. Buzullardan, dağların tepelerine kadar her yerde görülebilen Kuzgun, insanın yakınında olmaktan da çekinmiyor. Böylelikle iki türün yüzyıllardır  birbirini  dikkatle  gözlemlediği  kesin.  Taklit  yetenekleri, ilginç davranış biçimleri ve üstün zekaları ile kuşlar içinde özel yere sahip oldukları bilinen Kuzgun bu özellikleriyle Alaska yerlilerince çok önceden fark edilip kültürdeki önemli yerini almış.

Tlingit kabilesindeki herkes ya Kuzgun ya da Kartal ana klanından – moeity olarak geçiyor- ancak kimliği belirtmek için bu yeterli olmuyor. Kuzgun ve Kartal’ın altında da yine çoğunlukla bölgede yaşayan hayvanlarla anılan klanlar ve haneler var. Kuzgun – Kunduz ya da Kartal – Orka Balinası gibi. Bir anlamda isim ve soyisim gibi. Anaerkil bir sistemin geçerli olduğu Tlingit kabilesinde eşim annesi gibi Kuzgun – Koho somonu klanından. Koho somonunun diğer bir adı da kısaca “ Gümüş”. Gümüş renkli saçlarıyla Kuzgun -Koho  anneanne benim içim Kartal desenli bir giysi aramaya devam ederken teyze Joann eşime kutlamalarda giymesi için bir yelek veriyor. Önünde Koho Somonu arkasında  ise Kuzgun deseni işlenmiş siyah, kırmızı bir yelek. Bir “ regalia”.

Kuzeybatı Sahili yerlileri için “regalia” sadece özel günlerde giyilen özel, kutsal bir giysi; ya da daha doğrusu giysi, takı ve aksesuarların bütünü. Omuzlarda taşınan dağ keçisi yününden örülmüş ağır Chilkat kilimleri, midye düğmelerden desenlerle süslü pelerin gibi boyuna dolanan battaniyeler, Kuzgun kuyruğu olarak adlandırılan dokuma cübbeler, Sarı Sedir ağacından oyulmuş ya da Kırmızı Sedir ağacı liflerinden örülmüş şapkalar, geyik toynaklarından çıngıraklar, cam boncuklarla işlenmiş geyik derisinden mokasenler, bakır süslü ağaç oymalardan konuşma sopaları, iplerle idare edilen türlü maskeler…..Ve  tüm bu “ regalia” nın üzerinde desenler, figürler. Kurt maskesi ve postu ile dans eden Kurt klanından bir Tlingit, üzerinde Orka Balinası deseni olan bir dans küreği ile ritim tutan bir Haida….Her biri bir servet değerindeki, nesilden nesile geçen el işi oymalar, boncuk işleri, kilimler. Yazılı bir dile sahip olmayan ancak çok güçlü bir sözel geleneğe ve dolayısıyla birçok öyküye sahip olan Tlingitler için binbir desenin yer aldığı “regalia”, taşıyanın kimliği, kültürü ve öykülerden yola çıkarak tarihi hakkında bilgi veriyor. Atalara dek uzanan köklü bir geleneğin ruhunu taşıdığı ve yalnızca özel günlerde giyildiği için olsa gerek, “regalia”nın onu taşıyan kişinin ruh halini ve duygularını derinden etkilediği düşünülüyor.

Kutlamaların ilk gününde tüm dans grupları sırayla ve şarkılar eşliğinde Juneau sokaklarında dans ederek kutlama salonuna giriş yapıyorlar – Bu etkinlik “Grand Entrance” olarak adlandırılıyor” .“Regalia” ile ilk kez bu danslı yürüyüşü izlerken tanışıyorum. Kitaplarda birçok fotoğrafta rastladığım bu özel giysinin ancak dansçıların üzerindeyken canlandığının ve soluduğunun farkına  varmamak  mümkün  değil.  “Regalia”,  bendir  benzeri  davullardan  çıkan, kalp atışını andıran seslerin, çıngırakların canlı şıkırtısının, insan seslerinin ve ayak vuruşlarının içinde canlı. Bu sesin içinde “regalia” hep bir şeyler söylüyor ve anlatıyor. Şarkılarda da ise sözcükten çok ses var. Yalın ama güçlü. Hatta sert. Doğanın sesleri. Belki de sözcüklerin azlığı, “regalia” nın üzerindeki desenlerle söylediği onca şeyi dengeliyor.

Tlingit, Haida ve Tsimshian yerlilerinin bir tür çatı organizasyonu olan Sealaska Ensititusu tarafından ilki 1982 yılında yapılan kutlamalara bu yıl 50nin üzerindeki dans grubundan yaklaşık 2300 dansçının katıldığını öğreniyorum. Bu yılki kutlamaların teması “ Toprakta Dans”. Yerliler için hem ruhsal hem de maddi yönden kutsal olan toprak, memleket. Zaten bir anlamda tüm dans ve şarkıların özünde, tüm “ regalia”da da güneydoğu Alaska yerlilerin yaşadıkları verimli topraklara olan saygı ve şükran var. En önemli besin kaynaklarından biri olan kocaman yassı Halibut balığının ağaçtan oyulmuş figürü bir dans grup liderinin konuşma sopasında karşımıza çıkabiliyor ya da 90 yaşını aşkın bir yaşlı Tlingit üzerinde kurbağa oyması olan bir şapkayla seyircilere seslenebiliyor. Toprağa, havaya, suya olan bu derin şükran ve saygı çok etkileyici ve düşündürücü. Yerliler bizim onlarla özdeşleştirdiğimiz deyişlerini burada da sık sık yineliyorlar; topraklarımız atalarımızdan miras değil, gelecek nesillerden ödünçtür. Aşık Veysel’in “ Kara Toprak” türküsünü hatırlıyorum,  topraklarımızı, suyumuzu, havamızı çocuklarımızı, torunlarımızı düşünmeden nasıl kirlettiğimizi düşünerek.

Üç gün boyunca hem gösteri salonlarında hem de Juneau sokaklarında bu kültürel dansın sesleri yankılanıyor. Alaska’nın bazı bölgeleri dışında, Kanada  ve Washington eyaletinden de dans grupları var. Görkemli boyda ağaçların yetiştiği güneydoğu Alaska’da Tlingitler de doğal olarak kocaman ağaç evlerde yaşamışlar. Bu yüzden ana sahne de bir ağaç evin içine benzeyecek şekilde yapılmış. Kuzeybatı Sahili Sanatının oldukça karmaşık sayılabilecek desenleri ile süslü büyük bir kumaştan perdenin tam ortasında tıpkı ağaç evdeki gibi bir kapı aralığı yapılmış. Kimi dansçılar sahneye buradan ve arkaları seyirciye dönük olarak giriyorlar. Her şarkı bitişinde de seyircilere arkalarını dönüyorlar, böylelikle battaniyelerin üzeri desenlerle işli sırtını, diğer deyişle kimliklerini gösteriyorlar. Tlingitler ağaç evlere de bu şekilde girerek orda yaşayan haneye ve klan reisine öncelikle kim olduklarını gösteriyorlarmış. Kim oldukları, yüzlerinden çok üzerlerinde taşıdıkları klan simgelerinde gizli Tlingitler.

Kimliği ve aidiyeti simgeleyen bu tür desenler ve hayvan figürleri öylesine önemli ki kutlamalar sırasında fotoğraf çekebilmek içim öncelikle kayıt olmak gerekiyor. Bu durumda bile fotoğrafların ticari amaçlı kullanılması, satılması yasak. Üzerinde belki de yüzyıllardır o haneye ait bir desenin işlendiği bir “regalia” ya ait fotoğrafın izinsizce çoğaltılması, satılması kabile mülkiyet kurallarına göre yasak. Ayrıca büyük bir saygısızlık. Tlingitlerde öyküler ve şarkılar da klanlarca sahiplenilmiş durumda. İzin alınmadan herhangi bir dansın ya da şarkının paylaşılması mümkün değil. Bu öylesine güçlü bir gelenek ki kutlamalar sırasında her bir dans grubunda birden fazla klana ait birey olduğu için klanlara ait öykü ya da şarkı anlatılıp, söylenmeden önce hangi klana ait olduğu ve kullanılma izninin kimden alındığı gibi bilgiler duyuruluyor.

Yazılı bir dile sahip olmayan ancak çok güçlü bir sözel geleneğe sahip olan Tlingitlerde öykülerin anlatılması da oldukça geleneksel. Kutlamalarda da bir çok grup öyküler anlatıyor. Bir anlatıcı öyküyü anlatırken oyuncular konuşmaksızın oyunu canlandırıyorlar. Çoğu kez maskeler ve ağaçtan oyulma türlü dekor oyunculara yardımcı oluyor. Özellikle iplerle idare edilen maskeler hem usta oyma işçiliği hem de oyuna kattıkları özel hava ile çok etkileyici. Oyunlarda da yine yerlilerin aynı toprakları paylaştığı türlü hayvanlar başrolde. Dans sırasında olduğu gibi bu öykülerin anlatımı sırasında da bazı kişiler bir anlamda canlandırdıkları hayvan oluyorlar. Güçlü ve karmaşık vokali ve meraklı davranışlarıyla bir Kuzgun ya da uluyan bir Kurt.

Kutlamalar sırasında izlediğim hiçbir dans ya da oyun klasik anlamda dans ve tiyatroya benzemiyor. Daha kültürel. Herhangi bir dans gösterisinde dansçıların birbirine benzer yetenek ve beceride olması, uyumlu dans etmesi beklenirken burada böylesi teknik konuların hiçbir önemi yok. Teknik uyumdan çok ruhsal bir uyum geçerli belki de. Herkesin saygılı olması, klanını en iyi şekilde temsil etmesi, seyircilerin arasındaki yaşlılara nasıl davranacağını bilmesi gibi. İzlediğim yerli dansını benim için diğer danslardan ayıran en önemli özellik, dansın herkesin dahil olması ile anlam kazanır görünmesiydi. Birkaç aylık bebeklerden 80nin üzerindeki yaşlılara kadar herkes sahnede, birlikte! Bu dansın kültürel ve ruhsal yönü belki de en çok burada açığa çıkıyordu. Birçok anne ve babanın koşumlarla üzerinde taşıdığı ve onca davul sesine rağmen uyuyan bebekler ile örneğin Down sendromlu olmasına karşın en ön sırada dans etmesinde hiçbir sakınca görülmemiş bir genç!

Kadın ve erkeklerin dans ve şarkıdaki görevleri de çok farklı. Kadınlar genelde hep birlikte şarkıyı söylüyor ve daha yumuşak hareketlerle dans ediyorlar. Lider görevindeki davul çalan kadınlar hariç. Elleri belinde dans ederken üzerlerindeki battaniye sırtlarındaki deseni bütünüyle gösterecek şekilde açılıyor. Sırtında Kuzgun ya da Kartal deseni olan kadınlar kollarını hareket ettirdikçe Kuzgun ve Kartalların da kanatlandığını belirtmeme gerek var mı? Kadınların sesinden güç alarak dans eden erkekleri izlemek ise çok heyecan verici. Düğmeli  battaniyelere göre çok daha ağır olan Chilkat kilimleri ve ağır başlıkları taşımalarına rağmen oldukça sert ve keskin adımlarla dans ediyorlar. Davulun ritmine göre kimi zaman aniden yere çöküyor ve çömelmiş olarak dans etmeye devam ediyorlar. Her bir ayak vuruşunda tahta zeminli sahneden çıkan ses davulunkiyle birleşip salonu dolduruyor. Gençler bir yana 70-80 yaşındaki erkeklerin bu denli ani hareketleri yaparak dans etmeleri insanı şaşırtıyor.

Sanırım “ regalia” gerçekten de onu taşıyanları dönüştürüyor, onlara büyük bir güç veriyor. Tüm dansçıların ve sahnede ailelerini izleyen  seyircilerin  gurur dolu oldukları yüzlerinden, ve şarkılara ve dansa kimi zaman gözyaşlarıyla katılmalarından belli. Gözyaşlarında gurur ile birlikte sanırım bu zengin  kültürün yeni nesillere tamamıyla aktarılamaması kaygısı da var.Kutlamalar sırasında birçok konuşmacı bu konuya değiniyor, atalarınının bazı  geleneklerinin neredeyse yitirildiğinden, bu değerleri yeniden kazanmak ve özellikle genç nesillere aktarmak için çok çalışmaları gerektiğinden söz ediyor. Bazı yaşlı ve saygın yerliler bu coşkunun sadece kutlamalar ve dans gösterileri ile sınırlı kalmaması ve tüm yaşam biçiminde yeniden yerli geleneklerine dönülmesi çağrısında bulunuyor. Nerdeyse hiçbir yerli artık yüzde yüz yerli kanı taşımadığı ve Amerikan yaşam biçimi ve beslenme alışkanlıkları ile büyüdüğü için bu çağrı çok anlamlı. Kutlamalar sırasında çok kez kürsüden “bu topraklar hatırlanamayacak kadar eski zamanlardan beri bizimdir ve hala bizim” sözleri duyuluyor. Yaşlılar, alkış ve ıslıklarla karşılanan bu sözlere “topraklara sahip olmak için kültüre de yeniden sahip olmamız gerekir” uyarısıyla katılıyordu sanki.

Yerlilerin kültürleriyle ilgili en büyük kaygıları dillerinin yokolma tehlikesi ile karşı karşıya olması sayılabilir. Kutlamalar sırasında etkileyici tınısı ile bu nadir dili çok kez duyma şansına sahip olsak da gerçekte Tlingit dilini konuşanların sayısının en fazla 500 olduğu tahmin ediliyor. Bu nedenle dile henüz tamamen hakim olmayan öğrencilerin dahi dil öğretimine katkısı isteniyor. Kutlamalar sırasında Tlingit, Haida ve Tsimshian dilleri ile ilgili atölye çalışmaları da yapıldı. Eşim ile birlikte Tlingit başlangıç dersine katıldık. 58 harften oluşan Tlingit alfabesi benim için çıkarılması son derece zor seslerle doluydu. Bu özellik dilin öğrenilmesinin önünde bir tür engel oluşturabileceği için kaygı verici olsa da bir yanıyla çok çarpıcıydı. Tlingit dili doğanın dili, Kuzgun’un diliydi! Öğretmenimiz alfabedeki bazı sesleri nasıl çıkaracağımızı anlatırken “ Hani Kuzgun şöyle bir ses çıkarır ya” diyerek bizlere yol göstermeye çalışıyordu! Dillerini bile Kuzgun ile paylaşan Tlingitler.

Kutlamalarda dil dersleri dışında yemek kültürlerini hatırlatmak ve özendirmek için deniz yosunu ve “sabun çileği/böğürtleni –soapberry” yarışmaları düzenlenmişti. Demirce zengin deniz yosunu özellikle Kuzeybatı Pasifik sahili yerlilerince önemli bir besin kaynağı. Kurutularak bir tür çerez gibi yenilebildiği gibi birçok yemekte de kullanılıyor. Pişirildiğinde ise şişerek tekrar yosun kıvamına geliyor.

Kutlamalarda ayrıca yerlilerin bilimsel bir çalışma için DNA örneği vermesi çağrısı da yapıldı. Geçtiğimiz yıllarda bölgedeki bir mağarada bulunmuş olan ve 10 bin yıldan öncesine ait olduğu düşünülen bir insana ait DNA ile günümüzde bu bölgede yaşayan yerlilerinkini karşılaştırmayı ve aralarında bağlantı olup olmadığını araştırmayı düşünen bu çalışma, belki de sonuçlarıyla bilimsel olarak da “bu topraklar bizimdir” demeyi sağlayacak.

Üç günün sonunda dansa, sese, birbirinden güzel el emeği göz nuru işlere doydum. Amerikan yaşam biçiminin hükümdarlığı içinden deniz yosunlu yemekler, Kuzgun dilli şarkılar, hızlı modern yaşama inat hala yüzlerce minik cam boncuktan Kartal işleyen eller çıkaran güneydoğu Alaska yerlilerine hayran kaldım. Geleneklerine ve bu topraklarda geleneklerini sürdürmeye olan inançlarına saygı duydum. 1970lerin ortasına dek dillerini kullanmaları yasaklanmış bu insanların dillerini özellikle gençlere zevkli  yollarla öğretebilmek için bilgisayar oyunları hazırlamış olmalarını ise içim sızlayarak öğrendim. Vatan, toprak, dil arasındaki organik bağı düşündüm. Türkçe’yi düşündüm. Artık hepimizin bir sürü dilbilgisi hatasıyla konuştuğu, yazdığı; Amerikan kelimeleriyle yamalı olan Türkçeyi; bizim toprakları.

Son akşam tüm dans grupları ardı ardına sahneye çıkacak, aramızda dans ederek salondan ayrılarak kutlamalara veda edecek –Grand Exit/ Büyük Çıkış. Salonun en çok dolduğu an da bu an çünkü günlerce yaşanan duyguların zirvesindeyiz hepimiz. Dansçılar ve seyirciler. Şarkılara ya da bu özel dansa katılmamak artık olanaksız. Büyük Çıkış aynı zamanda süprizlerle dolu. Daha önceki günlerde dans etmemiş bazı dansçılar ya da hiç görmediğimiz bazı maskeler bizlerle buluşmak için sanki bu büyülü geceyi beklemiş. İşte Kuzgun adam! Kutlamalarla ilgili fotoğraflarda gördüğüm ilk anda çarpıldığım Kuzgun adam! Sedirden kocaman yüzü, gagası; parlak deniz kabuğundan gözü ve  ağaçtan oyma tüylerden oluşan kocaman kanatları ile Kuzgun. Başını tıpkı bir Kuzgun gibi keskin hareketlerle oynatışı, kanatları arkasında toplamış halde yürüyüşü, sekişi ve tam sahnenin ortasındayken kanatlarını yavaşça ama kararlıca açışı. İnsana onca yaşam formundan sadece bir tanesi olduğunu hatırlatan, bizim dışımızdaki   yaşamın   görkemini,   gücünü,   milyonlarca   yıllık     serüveninin büyüsünü hissettiren bir an. Koskocaman, ağır maskenin arkasındakinin Tlingit yerlisi Gene Tagabon olduğunu öğreniyorum ancak yüzünü hiç görmediğim bu oyma sanatçısı benim için o an sadece ve tüm çağrıştırdıkları ile Kuzgun. Tlingit, Haida ve Tsimshian yerlilerinin yaratıcısı kanatlarını açtıkça, bu verimli toprak, dinmeyeceğini düşündürten yağmur, ayı, somon, kartal, sinekkuşu, dağ keçişi,sarı sedir, kutup sumrusu, Kambur balina…. Tüm canlılar, bütün çeşitliliği ile tüm yaşam sahnede. Varoluşlarını kutluyor, birbirlerine olan saygı ve şükranlarını sunuyorlar. Geçmişten geleceğe tüm renkleriyle uzanma kararlılığı ile dans eden yaşam, güç ve umutla dolduruyor beni. Sağ ol yaşam! Gunalchéesh*

* Tlingit dilinde teşekkürler

*https://issuu.com/azizm/docs/edergiagustos2008

Bunu paylaş: