Derinlik Sarhoşluğu / Le Grand Bleu – Onur Keşaplı

Derinlik Sarhoşluğu / Le Grand Bleu*

Melankoli temasını işlediğimiz bu ayda, dünyanın merkezi olarak gördüğüm Ege ve Akdeniz’in melankolik masalı olan The Big Blue hakkında, yaklaşık iki yıl önce yaptığım çalışmayla karşınızdayım. 1988 yapımı film, 10 film yönettikten sonra bu işi bırakacağını söyleyen ve geçtiğimiz yıl Arthur ve Minimoylar’la bu sayıya ulaşan ünlü yönetmen Luc Besson’un filmografisinde halen en üst sıralardadır. Kısmen de olsa, serbest dalışın ünlü ismi Jacques Mayol’un gerçek hayatına dayanan film, bu roldeki Jean-Marc Barr’ın etkileyici oyunculuğu, Luc Besson’un kusursuz görüntüleri ve Eric Serra’nın eşsiz müzikleriyle insanı oldukça mutlu bir hüzne doğru yola çıkarır. Filmde havuzlara kapatılmış yunusları özgürleştiren Jacques’ın kendini özgürleştirme mücadelesini görürüz. Yunuslar havuzlara kapatılmışsa Jacques da karaya kapatılmış bir denizli canlısıdır. Tüm film boyunca o hüzünlü bakışlarında büyük mavinin için derinlik sarhoşluğu yaşamanın özlemini görürüz izleyiciler olarak. Bu kült film hakkında detaylı  çalışmamı, The Big Blue’nun, Eric Serra imzalı melankolik ritimleri eşliğinde sizlere sunuyorum. İyi okumalar değerli dostlar…

1959 yılında Fransa’da doğan ünlü yönetmen Luc Besson’un belki de en kişisel filmidir the Big Blue. Besson’un çocukluğu dalgıç olan anne babasının peşinde dünyayı dolaşarak geçer. Uzun süre dalgıç ya da deniz biyologu olmak isteyen Besson dalmasını engelleyecek bir kaza geçirdiğinde Fransa’ya döner ve burada ilk defa tanıştığı şey sadece şehir hayatı değildir, Besson burada sanatla da tanışmıştır. 1988 yapımı the Big Blue yönetmenin hayatında yaşadığı iki büyük heyecanın, sualtı ve sanatın, birleşimi hatta bir ağıtı olarak da görülebilir.

Film siyah fonun üstüne masmavi bir yazıyla “Yunanistan 1965” yazısıyla açılır. Hemen devamında Luc Besson siyah-beyaz tonda bizleri büyüleyici Akdeniz’in üstünde adeta uçarcasına, kayarcasına sürükler. Bu sırada yönetmenin birçok filminde birlikte çalıştığı başarılı müzisyen Eric Serra’nın müzikleri yunus sesleri arasında görüntülere eşlik etmeye başlar. Ve her yunus sesinde oyuncu adlarının tek tek çıkması ve bu adların hepsinin masmavi olması bize filmin adının sıkça karşımıza çıkacağının belirtisidir. Zaten hemen arkasından siyah beyaz Akdeniz maviliğin içinden masmavi The Big Blue yazısını görürüz. Yönetmen eşsiz Akdeniz görüntüleriyle adeta izleyiciye filmin Akdeniz büyüsünde gelişecek olan bir masal olduğunu göstermektedir. Denize uzanan kayalıklarda koşturan çocuk ise filmin ana karakteri Jacques’tır. O’nu takip ederek bu ıssız kayalıklarda ne yaptığını merak ederiz ve çok geçmeden bir girintide paletlerini ve diğer dalma gereçlerinin bulunduğu yerin burası  olduğunu ve onları almaya geldiğini görürüz. Jacques’ın denize güneş ışıklarının adeta dans ettiği denize attığı bakış sıradan bir deniz sevgisinden öte bir bakıştır. Biz bu bakışın derinliğini filmin devamında yoğun bir şekilde hissedeceğiz. Bakıştan sonra Jacques denize atlar ve ilk sualtı görüntülerini görmeye başlarız. Büyük mavideki küçük çocuğun yüzüşünü hayranlıkla izleriz fakat Eric Serra’nın müziğindeki gerilimli etkilerin eşliğinde görünen bir müren balığı bizi endişelendirir. Ancak Jacques son derece tehlikeli bir balık olan mürene iyice yaklaşarak onu elindeki yiyeceklerle besler. Sonrasında Jacques’in bulunduğu yeri bizlere tanıtır yönetmen. Bu arada Jacques parlak bir şey için O’nu çağıran iki çocukla birlikte limana doğru koşturmaya başlar ve burada Luc Besson bize tipik bir Akdeniz kasabasını tanıtır. Daracık sokaklar, beyaz binalar, küçük bir kilise… Jacques parıldayan bozuk parayı dalıp almak üzere hazırlanırken etrafında bir sürü çocukla gelmiş iri yarı sayılabilecek bir çocuğu görürüz. Jacques’la kıyaslarsak çok daha baskın gözüken bu çocuk parayı almak için dalacağını söyler ve yapar. Adının Enzo olduğunu öğrendiğimiz İtalyan çocuk sahilde oturan pederinde bakışları arasında büyük tezahüratlar eşliğinde kısa sürede parayı alıp çıkartır. Parayı sadece altı saniyede çıkarttığını öğrenince Jacques’a dönerek daha kısa sürede çıkartırsa parayı alabileceğini söyler fakat Jacques bu meydan okumayı kabul etmez. Bu küçük sahneden rahatlıkla görülebileceği üzere Enzo rekabetçi bir çocuktur Jacques ise oralı değildir. Tehlikeli müreni yine beslemek üzere yaklaşan Jacques’ı sualtında ikinci kez gördüğümüzde bu sefer büyük mavinin derinliklerinden bir yunusun O’na yaklaştığını görürüz. Sonrasında ise bunun bir rüya olduğunu çocuğun evinde babası ve amcasıyla olduğunu görürüz. Fakat dikkati çeken şey Jacques’ın rüyasında bile büyük mavide olmasıdır. Babası ve amcasıyla tekneyle açılan Jacques sünger toplamak için dalmak üzere olan babasına her gün dalmamasını söyler. Babası ise yorulduğunda denizkızlarının yardıma geleceğini söyler. Babası daldıktan sonra amcası çocuğa denizkızı gördüğünü söyler fakar Jacques’ta herhangi bir şaşkınlık ifadesi yoktur ve amcası Jacques’a niye denizkızlarını nerde gördüğünü sormadığını sorar. Bu diyalogdan Jacques son derece sessiz ve pek bir şey sormayan biri olduğunu öğreniriz. Fakat burada ısrarlar sonucu ilk sorduğu şey annesinin niye çekip gittiğidir. Annesinin onunla olmadığını öğrendiğimiz anda babası eski dalgıç kıyafetinin su sızdırmasıyla derin mavide hayatını kaybeder. Jacques’ın çırpınışları boşunadır artık babası da yoktur.

Sonrasında kararan ekranda masmavi renklerle “Sicilya 1988” yazısı belirir. Ve hemen arkasından Besson bu sefer renkli olarak uçsuz bucaksız Akdeniz’i  büyük mavi olarak gösterir. İlk bölümde siyah beyaz kullanmasının nedeni de burada anlaşılır. O sahneler geçmişten bir kesitti ve karakterleri izleyiciye tanıtmak amaçlıydı. Bu muazzam deniz çekiminden sonra aşağı çevrinme  sonrası yardım isteyen bir adamın feryatlarını görmekteyiz. Adam panikle koşturarak bir kahve tipi yere gelip heybetli görünümlü birinin kulağına bir şeyler anlatır. Kamera yüzüne döndüğünde bu heybetli adamın Enzo (Jean  Reno) olduğunu anlarız. Enzo ve kardeşi bir gemi enkazında sıkışıp kalmış  birini kurtarmak üzere son derece komik ve Enzo’nun büyüklüğüyle ters orantıda küçük arabalarıyla yola çıkarlar. Bir insanın hayatını kurtarmak için on bin dolar istemeleri Enzo’nun küçüklüğünde gördüğümüz kazanç mantığının karakterinin bir parçası haline geldiğini gösterir. Enzo olağanüstü bir dalışla enkazdaki adamı kurtarır ve bu sırada Enzo’nun serbest  dalışta  dünya şampiyonu olduğunu öğreniriz. Parayı alıp son derece mutlu bir şekildeyken Enzo uçsuz bucaksız büyük mavi manzarası önünde durup arabadan iner ve denize doğru Besson’un alt açı çekimlerle çok iyi hissettirdiği heybetiyle bakar. Bu bakışın ardından kardeşine Fransızı yani Jacques Mayol’u bulmasını ister. Enzo denize baktığında tek gördüğü, hissettiği duygu kazanma ve rekabettir.

Besson Akdeniz’in büyüsünden izleyiciyi bir anda yüksek karlı dağlarla çevrili Peru’ya götürür. Bölgeyi tanıtma amaçlı bir genel çekimden sonra filmin kadın karakterini (Rosanna Arquette) bir vagonun içinde buluruz. Peru yerlilerinin bir tarafta topluca bayanın ise diğer tarafta yalnız oturduğunu gördüğümüzde karakterin sadece yabancı değil yalnız biri olduğunu da hissederiz. Kadın dağlarda karlı bölgelerde işi için bir istasyona vardığında Peru yerlilerine ait bir totem görürüz. Ve adeta büyülüdür, gizemlidir. Sanki sonraki sahnelerde büyülü bir şeyler olacağını hissettirir. Çok geçmeden istasyonun kapısından Eric Serra müziği eşliğinde kırmızı dalgıç kıyafetleriyle bir dalgıç çıkar ve çıkışı, duruşu, tavrı adeta büyülüdür. Sanki yapacağı işin büyüsünü de taşır. Burada  gerçekleşen tek büyü bu değildir. Çünkü bayan karakterimiz dalgıcın görüntüsü karşısında adeta büyülenir. Sigorta şirketi adına bu istasyona gelen adının Johanna olduğunu öğrendiğimiz bayan karakter kırmızı kıyafetli dalgıcın buz gibi soğuk karlar altındaki suya dalacağını gördüğünde kim olduğunu sorar ve bu büyülü dalgıcın Jacques Mayol (Jean-Marc Barr) olduğunu öğreniriz. Bu da bize istasyondan çıkarken neden transtaymış gibi olduğunu açıklar. Jacques rüyalarına bile giren büyük maviye doğru ilerlemektedir. Ve profesörle birlikte Jacques’ın kalp atışlarını dinlemeye başlarlar. Profesör Johanna’ya dinledikleri kalp atışlarının ve kanın sualtında beyinde toplanmasının sadece balina ve yunuslarda görüldüğünü söyler. İkisi de Jacques’ın bu büyüsünden etkilenmiş gibilerdir. Buz gibi gölden çıktığında Johanna O’na kahve ikram eder ve Jacques Johanna’ya O’nu tanıdığını söyler. Johanna az önce karşılaşmıştık dediğinde Jacques gölde  karşılaştıklarını söyler  fakat  istasyonda karşılaşmışlardır. Bu da Jacques’ın tüm duygularıyla yoğunlaşmış halde suya gitmesi ve  Johanna’yı sanki suyun altında görmüş olduğunu gösterir. Sanki Jacques Johanna’yı  “kendi” dünyasında görmüştür.

İzleyiciyi karlardan bir anda tekrar Akdeniz’e Fransız Riverası’na götüren Besson Jacques’ın yunuslara hediye vermesi, onlarla konuşmasını, tıpkı onlar gibi büyük bir gülüşü yaşamasını ve onlarla yüzmesini nefis sualtı çekimleriyle ve tabi Serra’nın müzikleriyle bize gösterir. Sonraki sahnede ise yine su altında bu sefer antrenman sırasında deneylere katkıda bulunmaktadır. Suyun altında parlak bir bozuk para görüp şaşırır. Ve öznel kamerayla suyun altından Jacques’ın heybetli birini, Enzo’yu, gördüğünü görürüz. Küçükken ilk meydan okuduğunda kazandığı bozuk parayı bu sefer daha büyük bir meydan okuma teklifinde bulunmak için Jacques’a vermiştir Enzo. Şimdi dünya şampiyonu olarak eski dostuna on gün sonra başlayacak dünya şampiyonasına davet eder. Tıpkı çocukluklarında olduğu gibi burada da Jacques’ın yarışmaya hevesli olmadığını görmekteyiz. Yönetmen buradan izleyiciyi New York’a götürmektedir. Fakat Akdeniz’in ve hatta Peru’nun büyülü görüntülerinin aksine New York son derece rahatsız edicidir. Besson sanki bizimde oradan rahatsız olup uzaklaşmak istememizi sağlamaya çalışmaktadır. Trafik, kargaşa, hırsızlık rahatsız edicidir. Johanna dairesine gelip arkadaşına Jacques’ın kalp atışlarının şeridinin gösterdiğinde O’nun Jacques’a kesinlikle âşık olduğunu anlıyoruz. Sonrasında iş yerinde profesörle telefonlaşan Johanna âşık olduğu adamın Sicilya’da dünya şampiyonasına gittiğini öğrendiğinde patronuna bir hikâye uydurup O’nu görebilme umuduyla Sicilya’ya gider.

Sicilya’da yarışma öncesi karşılaşan Enzo ve Jacques’ın konuşmalarına tanık olduğumuzda ve Enzo’nun Jacques’a arka çıkmasını gördüğümüzde ikilinin Enzo’nun hissettirdiği rakip ilişkisinden çok iki iyi arkadaş olduklarını görüyoruz. Muhteşem Akdeniz manzarasında yedikleri yemekte bunun bir diğer kanıtı. Johanna’nın orada onlarla karşılaşması ve Jacques’le birbirlerine bakışlarındaki derinlik burada dahada belirginleşmektedir. Jacques Johanna’ya baktığında sanki karadaki yunus gibi gülümsemektedir. Fakat tıpkı yunusların gülümseyişlerinin altındaki hüzün ve hissedilen derin duygular gibi Jacques’ında bakışlarında ve gülümsemesinde derin hisler bulunmaktadır. Jacques’a bir şeyler sormasını söyleyen Enzo gece muhteşem bir manzarada yarışma öncesi kokteylde piyano çalarken istediğini alır ve Jacques O’na her şey hakkında her şeyi anlatmasını ister, tıpkı başka bir dünyadan gelmiş yabancı biri gibi. Enzo kendi bildiğince O’na “her şeyi” anlatırken aşkın insanları bir arada tuttuğunu söylemektedir. Bu eğlenceli sahnenin ardından Besson izleyiciyi kamerasıyla belki de filmin en dramatik sahnelerinden birine götürür. Hastaneden dönmüş Jacques Mayol Johanna’ya cüzdanında bir yunus resmi gösterir. Birçok insanın sevdiğinin, eşinin ya da ailesinin fotoğraflarını taşıdığı bölümde yunus resmini göstererek Jacques bunun ailesi olduğunu söyler. Ardından son derece derin bir ses tonuyla nasıl bir insanın ailesi böyle olabilir sorusunu sorar ve ağlamaya başlar. Johanna şaşkın bir ifadeyle âşık olduğu adamın Enzo’nun dediği gibi başka bir dünyadan olduğunu ilk defa hisseder. Ertesi gün Enzo bir gün önce elinden alınan dünya rekorunu geri almak için dalar ve tam da bu anda Jacques masmavi bir rüyadan uyanır. Johanna’yla birlikte Sicilya’yı gezen Jacques burada gösteri yunuslarının olduğu bir havuz görür fakat bir sorun olduğunu hisseder. Yunuslar ortalıkta yoktur. Park sahibi yeni gelen bir yunus yüzünden olduğunu söyler. Jacques elini havuza soktuğunda yunuslar tek tek gelmeye başlarlar. Sanki O’nun varlığıyla huzur bulmuşlardır, en başta da yeni gelen ve dişi olduğunu hemen anladığı yunus. Ve Jacques kendisini havuzda yunuslarla yani ailesiyle yüzerken bulur bir kez daha. Yunuslar ve Johanna’yla bu keyifli günün ardından otele döndüklerinde Enzo’nun 98 metre dalarak rekoru ve şampiyonluğu yine kazandığını görürler. Akşam Enzo’nun odasında Jacques Enzo’dan parktaki yeni olan ve ortama alışamayan dişi yunusu kaçırma konusunda yardım ister. Üçlü yunusu huzursuz olduğu havuzdan kurtarıp Akdeniz’e bırakırlar fakat Jacques dişi yunusla yüzmeyi bir türlü bırakamaz. Sonunda yunusu özgür olması sağlayıp Johanna’yı odasına bırakırlar.

Ertesi gün Jacques dalışına hazırlanmaktadır. Yoga yaptıktan sonra Peru’daki istasyondan çıkışı gibi bir çıkışla yarışma platformuna doğru ilerler. Eric Serra’nın müthiş kompozisyonu O’na eşlik eder. Tıpkı Peru’da sualtına inmek üzere olduğu gibi burada da Jacques adeta transa geçmiştir. Bu dünyadan uzaklaşmıştır. Etrafındaki insanların konuşmaları öznel kamerayla platforma yürürken sanki sualtında duyuluyormuşçasına gelmektedir. Hareketleri de sualtında olduğu gibi yavaştır insanların. Ya da Jacques’a öyle görünmektedirler. Jacques beyin ve ruh olarak sualtına inmiştir bile. Yunus seslerinin eşliğinde dalışına başladığında Besson Jacques’ı derine indiren kızağa yerleştirdiği kamerayla büyük mavideki derinliğe inişi izleyiciye gittikçe azalan güneş ışığıyla aktarmıştır. Büyük mavinin artık mavi bile olmadığı derinliklerde Jacques 109 metreye iner ve o sırada öyle bir gülümseme vardır ki yüzünde jacques adeta bir yunusa dönüşmüştür. Oradaki görevli O’na bir şeyler  anlatmaya çalıştığında yüzünü sanki birisi O’na sesleniyormuşçasına çevirmesi ve duymaya çalışması son derece etkileyicidir. Jacques kırdığı rekorla birlikte suyun üstüne fırladığında Akdeniz’e bıraktığı dişi yunus ve parktaki gösteri yunusları da O’nunla birlikle suyun üstüne sıçramışlardır. Adeta “ailelerinden” biri büyük bir iş başarmışçasına coşkuyla sevinmişlerdir. Jacques rekoru ve unvanı kazandıktan sonra Johanna’yla beraber Enzo’yu görmeye giderler.  Enzo onları küçük hediyelerle ve son derece yıkılmış bir ifadeyle karşılar. Enzo rekabetin kızıştığını dostunun aslında en büyük rakibi olduğunu iyice  hissetmiştir ve bunu Jacques’a da hissettirmiştir.

Otel odasına asansörde çıkarlarken Jacques Johanna’yı ilk defa öper. Fakat bu öpücük son derece çocukça ve masum bir öpücüktür. Aşklarındaki ilk sevişmeyi yaşadıkları otel odasında ise Jacques adeta heykele dönüşür. İfadesizdir ve acemilikten de öte hiç bir şey hissetmeyen bir şekildedir. Johanna uyuduğunda balkona çıkan Jacques Akdeniz’in olağanüstü bir gece manzarasında serbest kalmasını sağladığı dişi yunusu görür. Yüzünde Johanna’yla birlikteyken görülmeyen tüm ifadeler o yunusları hatırlatan gülüşle belirir. O’nu büyük maviye çağıran yunusa gecenin o saatinde denize girerek karşılık verir. Beraber yüzmeye başlarlar ay ışığı altında. Jacques adeta şimdi sevişmektedir. Yunusla sarılarak büyük mavide dans eder tüm gece boyunca. Johanna aşkıyla ilk birlikteliğinin gecesinde tek başına uyanıp deniz kıyısında sevdiğinin giysilerini görünce Jacques’ın kendi dünyasına geçtiğini fark eder ve sabaha karşı Jacques tıpkı kıyıya yaklaşan bir yunus gibi geldiğinde şaşkınlık, kızgınlıkla birlikte gecesinin nasıl geçtiği sorar ve tüm geceyi yunusla geçirdiği öğrenir. Johanna’yı çok şaşırtan bu durum Jacques için çok normaldir. Tüm geceyi yunusla  geçirmek hem de sevdiği kadını otel odasında yalnız bırakıp yüzmek başka dünyaya ait biri için, aile yunuslar olan biri için son derece normaldir. Johanna tüm bu şaşkınlığıyla New York’a döneceğini söylediğinde bile niye sorusunu soramayan Jacques Johanna’yı çıldırtır ve niye gitmesi gerektiğinin cevabını da Johanna kendisi söylemek zorunda hisseder.

Sonrasında Enzo Jacques’a bir petrol şirketinde yapabilecekleri bir iş olduğunu söyler ve oraya giderler. Bu keyifli sahnelerde ikilinin ne kadar iyi dost olduklarını izleyici hisseder. Ayrıca filmin sonlarında hayatlarında kritik olacak derinlikle dans edip şarkı söylemeleri ve alkolünde etkisiyle Enzo’nun denizkızlarını göreceğiz demesi son derece ironiktir. Sorumsuz davranışlarından dolayı ikisi de kovulur. Bu sırada New York’ta Johanna’da patronuna attığı yalandan sonra kovulmuştur. Fakat Johanna’yı asıl ilgilendiren Jacques konusunda ne yapması gerektiğidir. Gerçekten başka bir dünyadan gelen ve o dünyaya ait olan biri konusunda ne yapmalıdır? Ev arkadaşı bile çileden çıkmıştır. Bu duygularla Jacques’ı arar ve O’ndan bir hikâye anlatmasını ister. Jacques bir türlü söze başlayamaz sonunda küçükken amcasına sormadığı olayın hikâyesinin yani denizkızlarıyla karşılaşmanın nasıl olabileceğini bilip bilmediğini sorar Johanna’ya. Bu konuşma sırasında Jacques masmavi Akdeniz görüntüsünün aydınlattığı odasında konuşur. Denizkızı hikâyesi anlatılırken Johanna  ise  sanki  suyun  altında  koyu  bir  mavilikte  gibi       gözükmektedir.

Jacques’ın anlattığı öyküye göre denizkızlarını görebilmek için denizin derinliklerine, artık suyun mavi olmadığı, gökyüzünün çok uzakta olduğu yere inilmeli ve orada asılı kalınmalıdır. Tam o anda denizkızları için ölebileceğini onlara inandırdığında denizkızları sana görünür ve sevginin saf olup olmadığını anlamaya çalışırlar. Eğer safsa denizkızları seni sonsuzluğa götürür. Hikâyenin sonunda Johanna’nın düşünceli gülümsemesi izleyiciye O’nun kafasındaki soru işaretlerini yansıtır. Denizkızı Johanna’mı yoksa Jacques’ın dünyasından birimi?

Buluştuklarında mavi çarşaflar üstünde sevişirlerken Jacques bu sefer gerçek anlamda duygusal olarak da Johanna’yla sevişmektedir. Luc  Besson’un kamerası bize bu hisleri yansıtmaktadır. Fakat Serra’nın müzikleriyle birlikte sevişme sırasında mavi rengin ağırlığı hissedilmeye başlar. Sonrasında ise Jacques Johanna’yla sevişirken düşlere dalar ve rüyasında büyük mavinin derinliklerinde kendisi çıplak olarak adeta bir deniz memelisi olarak yüzerken görür. Rüya bittiğinde sevişme de biter ve ne olduğunu soran Johanna’ya Jacques O’nu sevdiğini söyler. Fakat bunu söylerken ses tonunda inandırıcı bir hava yoktur. Zaten gördüğü rüya O’nu fazlasıyla etkilemiştir. Büyük mavide çıplak yüzen bir memeli…

Bir sonraki yarış günü Enzo büyük mavide tam 115 metre dalarak rekoru ve şampiyonluğu tekrar eline geçirir. Sonraki sporcular bu büyük dereceye yaklaşamazlar ve Enzo’nun ailesi Jacques ve Johanna’yla birlikte büyük bir mutluluk duyarlar. Enzo kupayı aldığında yarışmayı düzenleyenler yarışmanın artık tehlikeli boyutlara ulaştığını fakat sporcuların devam etmek istediklerini duyururlar. Ertesi gün dalma sırası Jacques’tadır ve inanılmaz bir başarıyla 121 metre dalar. Büyük mavinin en derinliklerindeki görevli kırdığı rekordan sonra yukarı çıkmasını söylemesine rağmen bir süre çıkmamakta direnir. Büyük mavide kalmaya çalışır. Yukarı çıktığında herkes O’nun kırdığı rekoru gördüğünde Enzo yıkılır. Bunu fark eden Jacques dostunun üzgün olduğunu görünce gülümseyemez. Burada yine Enzo ve Jacques’ın denize yani büyük maviye olan hislerindeki farkı görüyoruz. Enzo rekabet, yarış ve kazanma duygularıyla denize bağlıyken Jacques denizin, büyük mavinin, bir parçasıdır. Rekoru kırdığı ve şampiyon olduğu halde bir türlü sevinip gülemeyen Jacques ise filmin başlarında “dostlarım” dediği yunusların yanına gider. Havuzun ışıltılı maviliğinde üstündeki mavi kazakla Jacques Besson’un üst açı çekimiyle adeta mavinin bir parçasıdır. Daha sonra yunusların dansları ve konuşmalarıyla Jacques ilk defa gülümsemeye hatta yunuslar gibi derin gülümsemelere başlar. Jacques ailesinin O’nu tebrik etmesine gülümsemeler arasında teşekkür ederek cevap verir. Ve gitgide mavinin çağrısını hissetmeye başlar.

Sonrasında tanıdık bir çekim bizi karşılar. Besson tekrar bizi Akdeniz’in üstünde uçurmaya adeta maviye doyurmaya başlar. Bu kayarcasına çekimler bizi filmin başında olduğu gibi Yunanistan’a getirir. Jacques ve Johanna odaya yerleştiklerinde Jacques’ın ilgisizliği biraz daha artar. Sanki bu dünyadan yavaş yavaş kaymaktadır. Dalışa başladığı yerde olmak O’nu daha da  etkiler.  Bu sırada Johanna belki basit ama son derece derin bir soru sorar: Dalmak nasıl bir duygu? Jacques’ın cevabı düşmeden kaymak gibi olur. Fakat devamında en zor bölümünün dipte olmak olduğunu çünkü yukarı çıkmak için iyi bir sebebin olması gerektiğini söyler, ama kendisinin yukarı çıkmak için bir sebep bulmakta zorlandığını belirtir. Johanna’yı tümüyle yok sayarak söylediği bu sözlerin üstüne sevgilisi de burada kalmak için iyi bir neden aradığını ama bulmakta zorlandığını söyler. Bu bir süreliğine de olsa Jacques’ı kendi dünyasından alıp normal dünyaya getirmiştir. Bu sırada yarışma için Enzo’da Yunanistan’a gelir ve geldiği gibi sorduğu ilk soru Jacques’ın burada olup olmadığıdır. Enzo’nun rekabet ve kazanma duygusu yine ağır basmaya başlamıştır. Bunu gören kardeşi Roberto’nun yüzündeki endişe denize baktığında daha da belirginleşir. Bu kareden sonra Besson izleyiciyi tekrar tanıdık bir yere, Jacques’ın kayalıklarda bir girintiye yerleştirdiği dalma malzemelerinin olduğu kayaya götürür. Bu sefer Johanna vardır yanında ve Jacques tıpkı filmin başında gördüğümüz gibi bizlere denizle olan bağının ilk izlenimlerini veren bakışını atar Akdeniz’iin ışıltılı büyük mavisine. Johanna bu bakışın O’nu korkuttuğunu söyler ve sonrasında denize tüm ruhuyla bakmakta olan Jacques’e bir şey söylemek istediğini söyler. Jacques ise burada olamayacağını belirtip uzaklaşır. Tamda bu sırada Johanna aşkının dünyasını ilk keşfettiği yere, yani Jacques ilk dalışlarını yaptığı yere  atlar ve burada konuşup konuşamayacaklarını sorar. Bu sahne bir anlamda Johanna’nın çırpınışıdır. Aşkının dikkatini belki son bir umutla onun dünyasında çekebilirim düşüncesiyle suya atlar. Jacques’ta arkasından gelir. Tipik bir Hollywood filmi izliyor olsak herhalde babasının öldüğü sularda Jacques orada asla suya giremez hatta maviliğe bakamazdı fakat the Big Blue’nun ana  karakteri Jacques Mayol Enzo’nun da dediği gibi bu dünyadan değildi.  Johanna Jacques’ın dünyasında O’na kendi dünyasından bahsetmek ister, O’nu ne kadar sevdiğini, gelecekte bir bebekleri olsun istediğini hatta şimdiden hamile olma ihtimali olduğundan söz eder. Fakat kendi dünyasına yani büyük maviye giren Jacques Johanna’nın dünyasını duymaz bile. Bu durum Johanna’yı adeta pes ettirir. Başarısızlıkla Akdeniz’den çıkan Johanna’nın görüntüsünü Enzo’nun gün batımında çaldığı piyanoyla izleriz ve sonunda Enzo yarının büyük bir gün olacağını belirtir.

Enzo’nun bu sözünü izleyiciye iyice hissettirmek isteyen Besson Eric Serra gerilimli tınılarıyla bezediği mavilikte kayan bir başka çekimle bizleri filmin başlarında Jacques’ın babasının öldüğü yere fazlasıyla benzeyen bir koyda yarış için bekleyen bir yata getirir, adeta tehlikeli olayların olabileceği duygusunu izleyiciye yavaşça hissettirerek. Yata sonradan gelen Profesör Jacques’ın rekorunu kırmanın araştırmaları sonucunda imkânsız olduğunu ve bunu denemenin intihar olacağını söyler. Yarışın iptal edilmesi ve Enzo’yu dalıştan alıkoyması için Jacques’ı ikna ederler. Enzo’nun yani dostunun yanına giden Jacques rekabet ve kazanma hırsıyla dolu arkadaşını ikna edemez ve Enzo dalışını gerçekleştirir. Dalışı son derece endişeli ve korku dolu gözlerle izleyen Jacques bir anda kendini ilk defa babasının ölüm anını tekrar yaşarken bulur. Hem de Besson’un filmin başında siyah beyaz verdiği gibi değil rengârenk ve gerçek! Bu duyguların getirdiği telaşla Jacques suya atlar ve dostu Enzo’nun vurgun yemiş olduğunu görür O’nu derinliklerden alıp platforma çıkartır. Orada iki dostun dramatik “son” konuşmasına tanık oluruz. Enzo son sözlerinde Jacques’a haklı olduğunu söyler. Tüm izleyiciler Enzo’nun dalış öncesi uyarılardan bahsedeceğini düşünürken O Jacques’a aşağısının çok daha güzel olduğunu söylemekte haklı olduğunu söyler. Dostunun ruhen yaşamayı tercih ettiği o mavi dünya artık Enzo içinde gerçekten daha güzel bir dünyadır. Enzo son isteği olarak vücudunu tekrar suya, derinlere, Büyük Maviye bırakmasını ister Jacques’tan. O’da arkadaşının bu isteğini gözlerinden akan maviler eşliğinde kabul eder. İki dost daha önce dans edip kahkahalar attıkları derinlikte şimdi son kez birliktedirler. Jacques Enzo’nun bedenini büyük mavinin derinliklerine bırakırken arka fonda Enzo’nun piyanosu duyulmaktadır. İtalyan bayrağı renklerindeki giysisiyle büyük maviye giden Enzo kim bilir belkide bahsettiği denizkızlarını görmeye gitmiştir, dostu Jacques sayesinde mavinin  tüm güzelliklerini kavrayarak. Sonraki karede Jacques’ın platformda baygın bir şekilde yattığını ve tüm çalışanların O’nun sağlık durumunu düzeltmek için seferber olduğunu gördüğümüzde suyun altında neredeyse arkadaşına katıldığını anlıyoruz. Fakat olayın derin kısmı çalışanların Jacques’ı dünyaya döndürmek için mücadele verdikleri sırada O’nun aslında kendi gerçek dünyasında yunuslarla   büyük   mavide   yüzdüğüdür.   Etrafındakilerin   tüm    konuşmaları Jacques’a suyun altındaymış gibi gelmektedir tıpkı dalışlarından önce hissettiği gibi. Yunuslardaki derin ince gülümsemeyle kendi dünyasına ulaşmaya çalışırken elektro şokla hayata geri döner. Bu dönüşten sonra Jacques bu  dünyaya daha da kayıtsız olmuştur. Johanna’nın O’nla ilgilenmesine tümüyle kapatmıştır kendisini. O uykuya daldığında bizde Akdeniz’de batan güneşle birlikte Enzo’ya Besson sayesinde bir ağıt daha yakmaktayız. Batan Akdeniz güneşi Enzo’nun piyanosu ve denize, maviye doğru derin bir üzüntüyle bakan Enzo’nun kardeşi Roberto ve Johanna. Bu ağıtın hemen ardından Profesör Johanna’ya hamile olduğunu söyler. Genç bayan sadece âşık olduğu insandan olan bir canlı karnında taşımanın verdiği büyük hazzı değil aynı zamanda Jacques’ın daldığında yukarı çıkması için gereken sebebi karnında taşıdığı için mutludur.

Luc Besson bizi bu sevinçli sahneden Jacques’ın mavi kapı ve pencerelerle dolu odasında uykusuna götürür. Tepeden izlediğimiz uykudaki Jacques bir anda tavanın sarsılmasıyla gözlerini açar. Eric Serra’nın müthiş gerilimli müziği burada da kendini hisettirir. Biranda tavandan sular gelmeye başlar ve tüm oda mavinin tonlarınla ışıklarla dolmaya başlar. Büyük mavi gitgide dehşet verici bir halde Jacques’a yaklaşır ve O’nu içine alır. Fakat tamda burada müzikle birlikte bize yansıtılan duygular da değişir. Bizler için kâbus gibi görünen durum Jacques’ın rüyasıdır, mavi rüyası. Kendimizi bir anda Jacques’ın görüşünden büyük mavinin içinde yunus sürüsünün içinde buluruz. Adeta Jacques’ın dünyasına, ailesinin yanına geçmişizdir. Johanna aşkına bakmaya gelir ve Jacques’in rüyasında gülümseyen yüzünde adeta trans halindeyken vurgun yediğini görürüz. Panik olan Johanna’nın aksine Jacques çok sakindir. Büyük mavinin O’na bitmek tükenmek bilmeyen çağrılarına artık karşılık vermek üzeredir. Gecenin bir yarısı Johanna’nın çığlıklarına, çırpınışlarına dikkat bile etmeyen ya da edemeyen Jacques tekneye gider ve filmin başında ve her dalış esnasında gördüğümüz o büyülü kapıdan çıkışını tekrarlar. Bu sefer büyülü bir müzik yoktur. Johanna arkasındadır ve panikle O’nu her ne yapıyorsa ondan alıkoymaya çalışmaktadır. Jacques kesinlikle yaptığı işten başka bir şey görmeyerek duymayarak platforma ilerler ve dalış için her şeyi hazırlar. Bu sırada Johanna son çırpınışlarını yapmaktadır. Yaptığı şeyi gidip görmeliyim diye açıklayan Jacques’e O’nu sevdiğini, görecek bir şey olmadığını, gerçek olanın burada ta kendisi olduğunu açıklamaya başlar. Fakat Jacques Johanna’nın hıçkırıklarla söylediklerini duymaz. Bunun üzerine Johanna son kozunu kullanır ve hamile olduğunu söyler. Bunu duyan Jacques son kez kendi dünyasından normal hayata geri döner ve tamda burada Besson’un müthiş ölçeklerine ve açılarına Eric Serra’nın destansı müziği eklenir. Jacques’ın son kez uzattığı kol Johanna’yla buluşur ve aynı karede Jacques’ın buna rağmen   vazgeçmeyeceğini O’nu çok seven kadına evlada dediğini görürüz. Bunu hisseden Johanna gözyaşları arasında inanılmaz bir karede git, git ve gör aşkım der ve Jacques’ı son kez büyük mavinin içine ama sonsuza dek olmak üzere uğurlar. Burada Jacques’ın hayatındaki denizkızının Johanna olmadığını tamamen kendi dünyasında olduğunu görürüz. Jacques büyük mavinin derinlikleri, artık suyun mavi olmadığı, gökyüzünün çok uzak olduğu yere iner. Orada asılı kalır ve uğruna öleceği denizkızını bekler. Bir Yunus büyük ihtimalle özgür bıraktığı   dişi yunus mavinin derinliklerinden çıkar Jacques’ın sevgisinin saflığını gerçekliğini ölçer ve O’na inanıp Jacques’ı sonsuzluğa götürür. Luc Besson Jacques’ın kendi dünyasına geçtiği bu sahnede bir anlamda özgür bıraktığı yunusun O’nu özgürleştirmesini gösterir. Bu sahne biraz da kendisi gibi Fransız olan efsane bir yönetmenin, Albert Lamorisse’nin ünlü filmi “Beyaz Yele”nin sonunu hatırlatır. Atın üstündeki çocukla birlikte sulara gömülmesi yani özgürleşmesi sanki burada da hissedilir. Besson ustasına selam çaktığı bu sahne Jacques’ın özgürleşmesinin yanında gerçek dünyasına, uğruna öleceği denizkızına, ailesine, dostlarına yani büyük maviye ulaşmasıdır. Jacques ve yunus sarılarak büyük mavinin derinliklerinde kaybolurken ekran kararır ve masmavi yazılarla dolu jeneriği Eric Serra’nın müthiş müzikleriyle izleriz.

Filmlerinde tüm sanatları bir araya getirdiğini düşünen Besson bu kişisellikte içeren filmiyle adeta bir şiir dinletisini inanılmaz fotoğraf kareleriyle sunmuştur bizlere. Yunanistan, İtalya, Fransa, Amerika, Peru fakat daha da önemlisi Akdeniz’in öldürücü cazibesi Luc Besson’un kamerasında fotoğraf karelerine dönüşmüştür. Sualtındaki çekimlerde bunu destekler niteliktedir. Kendi geçmişini  tarihin  iki  büyük  dalgıcının  gerçek  hikâyelerinden  yola     çıkarak yazdığı The Big Blue ünlü yönetmenin en kişisel, en sanatsal, en derin  ve tematik eseridir. Bu yüzden muhteşem müzikleriyle Eric Serra’nın en iyi müzik dalında Cesar ödülünü, Luc Besson’un da Fransa Ulusal Sinema Akademisi tarafından The Big Blue için ödüllendirilmesi şaşırtıcı değildir.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergihaziran2008

Bunu paylaş: